|
|
Halkın talepleri etrafında birlik
Fatih Polat - Engin Esen
57. hükümetin bir operasyonla kolunun kanadının kırıldığı ve erken seçim tartışmalarının ülke gündemine oturduğu sırada, Emeğin Partisi (EMEP) Genel Başkanı Levent Tüzel'in görüşlerini aldık. Ülke gezisinin ikinci bölümüne başlayan Tüzel, son hükümet krizi gelişmeleri hakkındaki görüşlerini, çeşitli illerde katıldığı işçi ve halk toplantılarındaki izlenimler eşliğinde anlattı.
- DSP'den kopuşlarla meydana gelen hükümet krizi ile sizin Marmara ve Ege bölgelerine yaptığınız gezi aynı zamana rastladı. Çeşitli illerde yaptığınız toplantılardaki yorumlarınızı takip ettik. Bu gezide edindiğiniz izlenimler ve Yeni Oluşum tartışmaları hakkındaki değerlendirmeleriniz neler?
Ege bölgesinden başlattığımız, ikinci bölümü Doğu ve Güney illerinde gerçekleşecek gezilerimizde, işçi ve halk toplantıları düzenliyoruz. Bu forum ve söyleşilerde, ülkemizdeki son gelişmeler hakkında; özellikle hükümet krizi, Avrupa Birliği (AB) ve erken seçim konularında tartışma ve bu konularda halkın, emekçilerin düşüncelerini öğrenme imkânı buluyoruz.
Son dönemlerde tıkanan siyaset, "hasta başbakan" üstünden tartıştırılıyor. Ekonomideki ve siyasetteki "belirsizlik", şikayet konusu haline getirildi. Bunu tartıştıranlar, çeşitli sermaye örgütlerinin yöneticileri, holding basınının "etkili" köşe yazarları ve IMF gibi yabancı sermaye kuruluşlarının bürokratları. Son günlerde hükümeti el çektirmeye ve yeni oluşumları hazırlamaya dönük bu operasyonun Washington gibi dış merkezlerde planlandığı konuşuluyor. Yani dış güçler her zaman olduğu gibi devrede.
Gelişen her yeni duruma göre karşı ataklarla hayli hızlı süren taktik savaşları yaşanıyor. Bu taktik savaşlardan, Türkiye'de yaşanan sorunlara çözüm yolları bulunabilir mi? IMF programı altında yıkıma uğramış işçi sınıfı, kamu emekçileri, üretici köylülük, yani yoksullaşan, işini kaybeden, ekmeği küçülen emekçi halk açısından bütün bunlar bir çıkış yoluna işaret ediyor mu? Bu toplantılarda emekçilerin politikasını tartışma imkânı buluyoruz. Gezi programının böyle bir dönemde gerçekleşmesi çok yararlı oldu.
Taktik savaşları hakkında öncelikle şu söylenebilir: 1999'daki seçimlerde DSP'nin birinci parti olmasını sağlayan güçler, bunları işbaşına getirenler bugün Ecevit ve MHP'yle bu programın yürümeyeceğini gördüğü içindir ki, şimdi bu hükümeti bitirme çalışmasını yürütmekteler. DSP içindeki istifalarla başlatılan bu operasyonun arkasında bir hazırlık süreci var. Amerikancı ve AB'ci medya kuruluşlarının kışkırttığı ortamda, TOBB ve TÜSİAD yöneticilerinin yoğun bir 'çalışma temposu' içinde yeni bir hükümet arayışına girildi. IMF ve AB programlarında engel çıkartmayacak bir siyasi iktidar arayışı bu. Bütün olup biten; Kemal Derviş, İsmail Cem ve Hüsamettin Özkan'ın "oluşum"u ve buna sağdan, soldan, merkezden birtakım isimlerin katılmasıyla, ABD'nin istekleri doğrultusunda, AB'ye uyum sürecinin devam ettirilmesi çabası.
Ülkeyi erken seçime sürükleyen çevrelerin, -özellikle bunun başını çeken Derviş ekibinin- aslında çoktan seçim sonrasını düşündüklerini görüyoruz. IMF Türkiye Masası Şefi Kahkonen'e, uygulanan ekonomik programda bir aksaklık yaşanmayacağı sözünü verenler, aynı zamanda, "yeni oluşumlar"la IMF ve AB'ye uyum programlarının kesintisiz şekilde devamının sözünü vermiş oluyorlar. Yabancılar için güvenilir olan bu temsilcilerin, dümenin başında olması isteniyor. Hükümetteki altüst oluşların, parlamentodaki tartışmaların arkasında bu var.
Bir diğer önemli nokta da şu ki, Türkiye'ye gelen ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz'in başta Kemal Derviş olmak üzere, sermaye sınıfının önemli sözcüleriyle görüşüp toplantı yapması dikkat çekti. Bundan bir hafta önce, ABD eski Başkanı Bill Clinton, Türkiye'nin AB'ye mutlaka girmesi gerektiğini savunmuştu. Yani, eski başkanından bugünkü yöneticilerine kadar, ABD'lilerin Türkiye'ye AB'yi dayatmalarının arkasında da önemli hesapların olduğu anlaşılıyor.
Bugünlerde Irak'a muhtemel bir Amerikan saldırısı üstüne daha çok konuşuluyor. Yetkili ağızlar açıkça saldıracağız diyorlar. Ecevit gibi 'ayak sürten', bu konuda engel çıkartabileceği düşünülen bir siyasi iktidar istenmiyor. Tansu Çiller, "Irak operasyonunda ülkenin başında biz olmak isteriz" sözüyle niyetleri açığa vurdu. Bizim açımızdan sorun; IMF programından bunalmış; yoksulluğa, işsizliğe, eğitimsizliğe karşı yaşam kavgası veren işçi ve emekçi halkın zihninde bütün bunların "belirsizliğe" yol açmaması. "Belirsizlik" tartışmaları altında, emekçi yığınların AB ve erken seçim tartışmaları üzerinden, bir beklenti ve belirsizliğe sokulmasına karşı mücadele ediyoruz. Ne yaparsak bu seçimler emekçilerin, halkın sorunlarını çözmeye yardım eder, önünü açar? Esas bu yönünü tartışıyoruz gelişmelerin.
- Cem, Derviş ve Özkan'ın oluşumuyla ilgili, "Bunu halk istedi" diye manşetler yapıldı bazı gazetelerde. Siz o sırada, halk toplantıları yapıyordunuz. Oradan aldığınız tepkiler nasıldı?
Halk iki ayı aşkın bir zamandır yürüyemeyen, konuştuklarından bir anlam çıkartılamayan, uluslararası gezilere çıkamayan başbakanı yakından takip ediyor. Bu konuda holding gruplarının yazarları ve televizyonlarının yoğun propagandasından halkın etkilenmemesi mümkün değil. Tıpkı bugün Derviş ve Cem ekibiyle, pek çok şeyin düzelebileceğinin propagandasıyla yeni oluşuma destek verilmesi çağrısının ve bunun etkisinin olduğu gibi.
Bugüne kadar IMF'ci, özelleştirmeci, ülkeyi yabancı sermayenin talanına açan politikaları uygulayanlar, sanki bunları ülkeye yaşatmamışlar, bu suçların sorumluları değillermiş gibi yeniden pazarlanmak isteniyor. Bu basit yargılama yapıldığında aslında her şey ortaya çıkıyor. Toplantılarımıza katılan emekçilerin kafaları bu açıdan oldukça net. Adı her ne olursa olsun, bu politikalarda imzası olanlardan artık bir beklentileri yok.
Ancak çok yoğun ve sinsi bir propaganda sürdürülüyor. Şimdiye kadar 57 tane hükümetin iktidar olmasında da aynı oyunlar tezgâhlandı.
"Üretim, değişim, adalet" söylemiyle ortaya çıkan İsmail Cem'in ya da "yoksullukla mücadele"den söz eden Murat Karayalçın'ın, "yenilikçi" olduğunu ve değiştiğini söyleyen Tayyip Erdoğan' ın dediklerine kulak kabartan, bunları izleyen bir halk kesimi de var.
Bu oyuna tekrar gelmemek gerekiyor. Eğer biz emekçiler olarak politika ve taleplerimizle seçimlere müdahale edemezsek, eğer emekçiler Türkiye'nin geleceği açısından önemli olan bu süreçte, yeni kılıkla ortaya çıkmış bu eski politikacılardan hesap sorup onlara derslerini vermezsek, aynı sahneler tekrar edecek.
- Bir de değişik ittifak tartışmaları var. Özellikle Karayalçın'ın SHP'si etrafında. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu tartışmalar, bunu tartıştıranların niyetiyle çok bağlantılı tabii. Hemen herkesin ilgiyle izlediği, emekçiler lehine birlik oluşması yönünde, beklentiler yayan bir konu. Ama "solcuların birliği", "solcuların sağ politikacılar karşısında bir varlık göstermeleri ve sorunları aşmaları, ülkenin geleceğinde söz sahibi olmaları" söyleminin arkasında ne var? Bunu iyi görmek, iyi sorgulamak gerekiyor.
Elimizde birkaç veri var. Örneğin Karayalçın. Bir ara HADEP'le ortaklaşa bir seçim çalışması tartışmaları sürdü ama sonuçlanmadı. Bir de, ÖDP'nin ortaya attığı, sosyal demokratlardan sosyalistlere bir güçbirliği önerisi. Bir diğeri bu cenahtaki Baykal'ın CHP'si. Parlamento dışı kalmış bir güç olarak kendisini avantajlı ve yıpranmamış görüyor. Nihayetinde bu liberal solun en son örneklerinden diyebileceğimiz, DSP'den kopan, İsmail Cem'in başını çektiği "Yeni Oluşumcular."
Bu partiler, kopanlar, ortada olanlar, sosyal demokratlar hemen hepsi IMF programının devamından yanalar. Bugünkü serbest piyasacı borç ekonomisi içerisinde üretimden ya da büyümeden söz edebiliyorlar. Örneğin; Karayalçın'ın SHP'sinin programında pazar ekonomisi var. Yoksulluğun kaynağı olan pazar ekonomi sistemini savunarak, yoksullukla mücadele edebileceğini savunuyor.
Bugün sol kavramı, artık gerçek içeriğinden, olması gereken özelliklerinden çok öteye düşmüştür. Avrupa'da egemen olan "üçüncü yol", "yeni sol" vb. akımlar ya da adı işçi partisi, sosyal demokrat, sosyalist olan çeşitli partilerin iktidarları esas itibariyle, küreselleşmeci, liberal piyasa düzeninin, liberal ekonomi düzeninin uygulamaları içerisinde geçmiştir. Ve Türkiye gibi geri kalmış bir ülkenin yaşadığı sıkıntı ve sorunlar, Avrupa'nın gelişmiş ülkelerinde de bir uçtan patlak vermiştir. Çünkü burada da IMF programları ve uluslararası sermayenin sömürü mekanizmaları devrededir. Türkiye'de AB lobilerinin istediği tarzda çıkarılması istenen iş yasası hükümleri bu ülkeler için de geçerlidir. Bu kadar fillerin tepiştiği bir ortamda; IMF, Dünya Bankası, Avrupa Birliği'nin egemen olduğu kıskaçta; ABD'nin Ortadoğu'da, Afganistan'da, Balkanlar'da görev biçtiği bir Türkiye'de ne ölçüde halkın sorunlarına çözüm üreten sol politikalar izleneceği oldukça müphemdir. Faydacı hesaplar üzerinden; halkta yeni umutlar, beklentiler yaratılarak, aynı bağımlı politikalara, emperyalizm işbirlikçisi siyasal oluşumlara kan taşırcasına ittifaklar kurma gayretlerinde EMEP kesinlikle yer almayacaktır.
EMEP'İN SEÇİM DÖNEMİ POLİTİKASI
- Erken seçim için "cinin şişeden çıktığı" bir dönemdeyiz. EMEP erken seçim tarihi kesinleşirse ne yapacak?
Bu hükümetle gitmeyeceğini gören çevreler, "Yeni Oluşumcular" etrafında bir seçeneği benimsetmek üzere çalışma içerisindeler. Artık Ecevit'in başında olduğu bir DSP ve Bahçeli'nin MHP'siyle bu programın istendiği gibi gitmeyeceği görülmüş durumda. 57. hükümet IMF'nin, Dünya Bankası'nın, yabancı sermayenin bir dediğini iki etmemiş, ekonominin bütün idaresini Kemal Derviş'e teslim etmiş, bütün istekleri yerine getirmiş olmasına rağmen, miadını doldurmuş, kendisinden alınacak ne varsa tümünü vermiş durumda.
Burada AB kilit noktada. AB her şeyin çözümü, bütün problemlerin aşılmasında bir anahtar gibi sunuluyor topluma. Seçim tarihlerini tartıştıran çevreler de, AB'nin istediği yasaların bir an önce çıkması ve bunun aralık tarihine yetiştirilmesi için sanki daha hızlı hareket ediyor gibi görünüyor. Ama bu aslında çok inandırıcı değil. Hükümet partileri liderlerinin seçim tarihi olarak kasım ayı üzerinde anlaşmış olmaları çok hızla değişen taktikler ve dengeler gözetildiğinde kesinlik göstermez. Çünkü eylülde toplanacak meclisin kararına kadar daha çokça zaman vardır ve daha birçok senaryo üretilebilir. Seçim yasalarının değişikliği, gerekli hazırlıkların yapılarak kasımda bir seçimin başarılması oldukça zor görülüyor. Bu arada, bu seçim yasası değişikliklerinden emekçilerin daha demokratik bir seçim ortamı düşüncesine kapılmasının hiç mi hiç yeri yoktur.
Süren taktik savaşlarda, "AB trenini kaçırmama" söylemi kullanılıyor. AB konusunda direniyor görünen MHP dahi AB'ye karşı değildir. AB karşıtlığı üzerinden bir seçim gücü oluşturmak ve diğer burjuva politikacılarına öfke duyan potansiyeli kendinde buluşturmak hesapları içinde olduğu görülüyor MHP'nin. Bahçeli, Almanya'daki seçim sonuçlarının, AB karşıtlarını daha ikna edici bir sonuç yaratacağı düşünceleriyle kasım tarihini belirlediğini söylüyor. Cem-Derviş ekibinin de esas istedikleri herhalde 2003'e sarkmış bir seçim takvimi. Seçimin bir AB referandumuna dönüştürülerek kozların paylaşılması düşünülüyor. AB'ye katılım süreci diye ilan edilen program, onlara tıkanan sistemin, çözümsüzlükle ve problemlerle boğuşan, emekçiler nezdinde itibar kaybına uğrayan burjuva siyasetinin kendisini yeniden toparlanmasına, zaman kazanmasına, nefes almasına; bütün belirsizliklere rağmen bunlara hizmet edecek adeta bir "kurtuluş" projesi. Erken seçim tarihi tartışmaları da bunun üzerinden sürdürülüyor.
Partimiz de, seçimlere katılan bir parti. Ama kimi solcular ya da sendikacılar gibi "Bir an önce seçim olmalı", "Seçim bu ülkenin kaderini değiştirecektir", "Artık bu ülke sağcı yönetimlerden kurtulmalıdır" gibi laflar etmiyoruz. Esasen ülkeyi seçime götüren olguların arkasındaki güçlere bakıyoruz. Yani IMF ve AB'ye uyum programlarının uygulanmasını garantileyecek bir iktidarın oluşmasına hizmet eden bir seçimin ülkenin sorunlarını çözmeyeceğini söylüyor ve bunun karşısında IMF'ci, özelleştirmeci partilere karşı, bugün artık bütün sorunların çözümünün AB'den geçtiğini söyleyen partilere karşı emekçilerin kendi seçeneklerini oluşturmalarını benimsiyoruz. Çalışmalarımızı, emekçilerin kendi talepleri ve mücadelesi üzerinden birlikteliğini sağlama yönünde sürdürüyoruz. Böyle bir güçbirliği için tabanda çalışmayı ve seçimlere bu şekilde hazırlanmayı doğru bir tarz olarak benimsiyoruz.
evrenselden alınmıştır
|
|
|