|
|
DEVLET Mİ ?
O DA NE ?
Alev ATEŞ
l.
Seçimler geldi. Siyasi partilerin en somut biçimde önerilerini ortaya koymaları gereken bir süreç bu. Yıllar içinde oluşturdukları kalkınma modellerini, planlarını, yöntemlerini gerektiğinde rakam rakam ortaya koymaları gereken bir dönem. Sosyalistler en geniş biçimde kitlelere yöneldiklerinde, yani ilk TİP döneminde kesin bir somut anlatım yöntemini benimsemişlerdi. Herkesin bildiği, "işçi, köylü, memur vs.." diye başlayan konuşmalar ilk kez sınıfsal bir söylemin yaygınlaşmasının somutlanmasıydı. Elbette konjonktür çok müsaitti ve kullanıma açıktı. Ama bunun da ötesinde daha bir somutlama, daha bir elle tutulur bir söylem geliştirildi. Meydanların ajitatif kurgusuna rakamlar sokuldu. Bugün geri görünen, o gün içinse sadece ilerici bir niteliğinden söz edilebilecek olana program meydanlara götürüldü. Anti emperyalizm bir sanal söylem olmaktan çıkarılıp "35 bin metre kare toprağın ABD işgali altında" dendi. Kıyamet bu somutlamalardan koptu. Ama bu konuda ısrarlı davranılması, diğer partilerin de düzeyini değiştirdi. Çünkü gündemi belirleme güvcü sosyalistlerin elindeydi. Tüm ömrü yasaklar altında geçmiş, ezilmiş sosyalist hareket tüm birikimin konjonktürün kendisine tanıdığı fırsatı en iyi şeklide değerlendiriyordu. Kısa bir süre sonra parçalanma başladı ve belki sosyalistler bu nedenle fizik güçlerini yitirdiler. Fakat bu parçalanmanın zedelemesine rağmen iktidar tutkusu ve bu yolun bilimsel öğretisinin kendi dinamikleri bile gündemi genel olarak sosyalistlerin belirlemesinin önünü kesemedi. Yani TİP gücünü yitirdiği zaman, sosyalistler parçalandığı ve çeşitli partilerde örgütlü olup birbirlerini öldürmeye kalkıştıkları dönemde bile sosyalistler Türkiye'nin gündemini belirleme gücünü elinden düşürmedi.
Fakat bundan başka TIP' in bizi bu kez ilgilendiren yani kitlelere yönelişinde kullandigi ekonomik söylemin tümüyle "devletçi" çözümlere
dayanmasi. Üstelik bugünden bakilinca tümüyle bir kenara itilmek istenen veya yeniden düzenlemesi gerek olan devletçilik kavraminin adeta partiyle bütünleşmesi gibi tarihi bir hatayla malul olmasi. Biz de ileride bu devletçiligin nasil şekillenmesi gerektigini düşünüp, plan-piyasa-emek degerlendirme-
İşçi ücretlerinin tespiti-pazarlamada devlet mi -kamu yönetimi-özyönetim gibi daha önceden de tartışılan bir dizi konu üzerinde fikir yürütebiliriz. Oysa her konu da olduğu gibi bu konuda da bir atalet ve yanlışlığı kabullenmişliğin sarsıntısı içindeyiz.
ll.
Bu konu sosyalist hareketin geleceği açısından çok büyük önem taşımakta. Sorun bizlerin parçalanmışlığından öte, ideolojik bağımsızlığımızı ve entelektüel kapasitemizi yitirmemize bağlı gibi gözüküyor. Silahlarını hep sosyalistlerin söylemine ve davranışlarına göre bilemekte ve yönlendirmekte çok usta olan dünya finans çevreleri, Türk burjuvazisinden umudunu kesip, dışarıdan güdümleme (Derviş) ile Türkiye'de de karşı atağa kalktığını ve neredeyse başarılı olduğunu görmekteyiz. Ama elbette SSCB 'nin kimseciklerin öngörmediği çöküşü ile oluşan olağanüstü konjonktür ve bağımsız sosyalizmin de üretken olmayışını göz ardı edemeyiz. Herkesin enternasyonalizmi yeniden değerlendirme masasına bu nedenle yatırması gerektiğini bu yenilmiş duygusunu atabilmek ve başsız tavuk gibi çırpınmalara son verebilmek için gerekli görüyoruz ama, devam edip giden hayat hep yeni, çözülmesi gereken "an" ları getirip dayatıyor ve bir dönem gündemi belirleyen sosyalistler bunu aşamıyor ve sürekli işimizi nafilelere bırakıyoruz.
Yok, elbette seçim geldi, hadi fırsat bu fırsat gelin birleşelim, bir birleşmişlikle sosyal demokratları da peşimize takacak yapılar ve ittifakları oluşturalım falan demiyorum. Bunun tümüyle saçmalık olduğu ve ortak hareketin tüm yollarını tıkadığını biliyorum. Kaldı ki bu tür birleşelim işleri ne çok demokratik ne de çok yararlı olur. Herkes partisini kursun. Zaten böyle de yapılıyor. Hatta bir grup dostumuzun "dernek kurmak zor iş gelin parti kuralım" diye yola çıktığı bile biliniyor. Daha öncede söylediğim gibi kendi mevcudiyetlerini sürdürmekten öte sosyalizm için söyleyecek bir şeyi olmayanlar hala daha geçmişin bitik tükenik jargonu ile kendilerini var etmeye çalışıyorlar ve sosyalizmi daha bir açmaza sürüklüyorlar. Bu parçalanma akli bir parçalanma değil. Bir bolşevik-menşevik bölünmesi, bir sol muhalefet- bolşevik ayrışımı değil. Bu tarihi ayrışmalara atıfta bulunmak kendilerini öyle mevcut edebilikleri için. Hatta bu parçalanma TİP içindeki iç-dış sosyalizm ayrışması gibi de değil. Bu ayrışmaların her birinde ayrışanların söyleyeceği ve kitleye yönelik, iktidara yönelik temel yönelimler üzerinden kopmalar vardı. TKP içindeki parçalanmaların bir anlam ve önemi vardı. İllegalitenin getirdiği derin yöntem sorunları vardı. Bu soru ve sorunların hepsini hayat aştı gitti, ama varolmaları ve "iç" kariyerleri buna bağlı olanlar hala bu doğrultuda gidiyorlar. Aslında büyü TİP 'in kurulması ve başarılı yürümesi ile bozulmuştu. Gene de düzenin yasakçılığı gizemli kalarak varlığını sürdürebilenlere cazip geliyordu. Biz de bilinmeyeninin gücünden yararlanıp oldukça iyi puan topluyorduk. Geniş entelektüel kapasitemiz, sanatçıların bol keseden sahip çıktığı duyarlı söylemimiz bu gizemli yapı içinde gerçekten etkin olmamızı sağlıyordu. Gizli ve yasak olanın çekim gücü, solculuk serbest bırakılmalıdır istemleri ve buna karşı burjuvazinin kanlı baskıları, cinayetler, idamlar, kaçmalar, işkenceler, mapusluklar tüm bunlar bizi yok etmek içindi ama öte yandan da gizli, gizemli olanının albenisi ile harelenmiştik.
Peki bütün bu gizem kalkınca bizim mi yaldızlarımız döküldü, yoksa inandığımız kuramın kendisi mi tümüyle yanlıştı da halk peşinden koşarak gelmiyor çağrılarımızın ?
Hiç biri demek isterdim ama bir kısım gerçek bu. Fakat esas olan çözüm üretememek. Daha doğrusu çözümün mutlu sonucunu bilmek fakat partiyi bu sonuca götürecek aygıtların adını tam koyamadan boz bulanık bir "terimler" ırmagının arkasına sığınmış olunmasının çaresizliği sarmış durumda bizi.
lll.
Komünizm mi açıklığa gelmiyor
Açıklık mı komünizme yaramıyor ?
Günümüz siyaset bilimcileri batı toplumlarının giderek "orta sınıf" toplumu olduğu yolunda hem fikir haldeler. Böyle olunca da iktidara talip olan siyasi partilerin programlarında büyük yakınlaşmalar meydana gelmektedir saptamasını yapıyorlar. Siyasi partilerin programlarındaki bu değişikliğin ana nedenlerinden birisi olarak da burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki keskin sınıf farklılıklarının yontulmuş olduğunu ileri sürüyorlar. Böylece bu tür siyaset çözümlemeleri ile marksizmin köklü bir şekilde tanımladığı tüm kavramlar yeniden içi boş ve doldurulması gerekli terimler haline getiriliyor. Sosyaliezm ite kaka sosyal demokrasiye yakınlaştırılmaya çalışılıyor, sosyal demokratlık yerini Yeni Sol'a bırakıyor. Üzerine biraz Anadolu Solu sosu ekleniyor ve son nokta yepyeni bir Sosyal Liberalizm kavramı ile konuyor. Bu tür siyaset tam anlamıyla sağ bir politikadır ve çözüm üretemez, dokusu müsait değildir. Peki böyle çökmüş bir siyaset başa güreşecek duruma nasıl geliyor. Tek bir nedeni var bence, kendiliğinden dediğimiz bir sınıf bilincinin peşinden koşturuyor. Hani bizim "kendisi için" hale getirmeye uğraştığımız, sınıfın devingenliğini anlamlandıracağını bildiğimiz temel verinin ipini elinde tutuyor. Sınıf çıkarları söylemimizi böylece kaptırmış oluyoruz. Öte yandan da DİSK üyeleri ırkçı faşist parti toplantılarında otağ kurup kafa tokuşturuyor ve bu partiler ulusal çikarlar kavramini soysuzlaştirarak elimizden alip iktidara geliyorlar. Dinci partilerin söylemleri ve sloganlari tümüyle soldan çalma. Hatta bir tane irkçi-dinci parti adini Bagimsiz Türkiye koyuyor ve emperyalist ABD 'ye ve AB' ye savaş açiyor. Yani tüm partilerin söylemi ve sloganlari tümüyle sosyalistlerin vurguladigi temel esaslara dayaniyor. Oportünist ve belkemiksiz burjuva ideologlari ve siyasetçileri yilan baligi gibi kaygan ve kivrak. Mussolini kivaminda 'sosyalizm' terennüm edenlerin ise adini bile anmak ....
Siyaset oportünizm değildir elbette ama güncel olandan hareketle ilerler. İnsanlık önüne konan sorunları çözümler. Geçmişin irdelenmesi bugünün içeriksel kavramları ile ama sosyal antropoloji kafası ile renklendirilerek anlamlandırılırsa günümüz sorunlarının çözümüne ışık tutar. İşte galiba bizim oportünist burjuva siyaseti diyerek küçümsediğimiz ve karşımızdakini suçlamak için biraz da bilinçli olarak karıştırdığımız bir dizi yanlışımızın kaynağı bu. Başta söylediğim gibi bunu bilinçli olarak yapanlar, kendi mevcudiyetleri için sosyalizmden söz edenler hep vardı ve hep olacak. Ama esas olarak çözmemiz gereken şey bu dizgenin nasıl olup da kırılabileceğinin yani daha özcesi "devlet, demokrasi" gibi kavramları zihinsel temrinlerle değil yürürlülük değerleri ile yeniden üretmemiz gerektiğinin bilincine varmamız gereğidir. Piyasanın olduğu yerde artı değer, artı değerin olduğu yerde sömürü, sömürünün olduğu yerde köklü çatışmaların olacağı gerçeği hala değişmemiştir. Emeğin bir üretim kategorisi olarak sürece girmesini onaylayan burjuva iktisatçılarının vardığı sosyal liberalizm, kendi tarihini oluşturup meşrulaştırmak için elbette kahramanlar yaratacaktır. Bu kahramanların temel söylemi, siyasetçinin ve devlet bürokrasisinin ekonomiden elini çekmesi gerektiğine halkı inandırmalarıdır. Günümüze uyarlarsak bütün siyasilerin üstünde, siyasetten ayrışmış bir devlet oturtmak gerekliliği vurgulanmaktadır. Nobellere layık görülen bu görüş, hantal devlet, alanını genişletmek için ekonomik kaynakları israf eden bürokrasi ile kendi seçim çıkarları için kaynağı olmayan, borçlanmaya dayalı harcamaları yapmakta ve öz çıkarları için kaynaksız transferler yapmakta tereddüt etmeyen siyasilerin kötülenmesi üzerine kurulmuştur. Aslında haksız sayılmayacak bu görüşün kapitalizme özgü bir temel yanılsama olduğu gerçeği göz ardı edilmektedir. Böylece ortaya kendiliğinden küçültülmüş bir devlet değil, tümüyle kapitalizme teslim edilmiş bir devlet organizasyonu konmaktadır. Kısaca bu yönelimin esas adı ekonomik oligarşinin gerçek iktidarı kurumlaştırmasıdır. (Bk. Üst kurullar sisteminin gerçek anlamı için İNADIN 'nın çeşitli yazıları.)
İşte tekelleşmenin üst aşaması olan globalizmin enstrumanları olan şirketlerin, ilk ideolojik üstünlüğü kurmaları, liberal söylemi kullanarak siyaseti baypas eden bir anlayışla, ekonomiyi tümüyle ele almak ve böylece politik çalışmanın da yaşam alanını daraltmaktaki başarılarıyla sağlanmıştır. SSCB
'nin çöküşü ile birden bu yapılanma (devletçilik) üzerine tereddütlere boğulan sol gerekli müdahaleyi yapamadı ve hala yapamıyor. Oysa politik alanın böylesine boşaltılması bizim ekonomi/ devlet teorimizi yakından ilgilendiren çok önemli bir adımdır. Bu gidişin "devletin yok olması ütopyasına" giden yolu açacağını söyleyen spekülatif "saçmalığı" da buna eklerseniz durumun vahameti daha iyi anlaşılabilir sanırız. Zira böylesine yapılanan politikadan arındırılmış kurumlar toplamının "aşkın" bir devlet kavramına rahatça varacağı ortadadır. Aşkın devlet anlayışının ise Marx tarafından neden ve nasıl mahkum edildiği bilinir. Öyleyse varolduğumuzdan beri tartıştığımız bu konuyu, Marx'ın söylediği bağlamda, olanla-olması gereken ikileminin yol göstericiliğinde çözümlemeliyiz. Bilindik anlamı ile egemen sınıfların egemenliğinin tescili demek olan devlet kavramı oynak bir zemin üzerine itilip, sosyalistler yeniden devlete karşı olmakla, devlete yandaş olmak çetrefiline sokuluyor. Bizimse devletin yalnız tescilli bir burjuva markası olduğunu söyleyip durmamız, devletin yönlendirici niteliğinin burjuva ideologları tarafından bizden daha iyi değerlendirilmesi sonucunu doğruyor. Oysa dünyayı yeniden tasarımlayan burjuva toplum mühendisliği, sivil toplum mitleri yaratarak, sivil toplum örgütlenmesi ile politik alanı birleştirip, belirleyici hiçbir alanda sınıf örgütlerinin ve siyasi partilere adım attırmıyor. Devletle olan bakış açımız bizim kendi bumerangımız olup bizi vuruyor. Sivil toplum örgütleri de böylece ikame edilerek toplumun depolitizasyonu tamamlanıyor. Örneğin tam da mülkiyet ilişkilerinin en sert şekilde tartışılmasını önereceğimiz bir anda, baş muhalif olması gereken DİSK taleplerini gerçekleştireceği politik alanı genişletebilmek uğruna "üretim araçlarının mülkiyetinin kime ait olduğu önemli değildir" gibi şaşırtıcı bir saptama yapabiliyor. Bunun bilinçli olmadığı, DİSK'in son yöneticilerinin kapasitesinin bu kadar olduğunu söyleyerek işi geçiştiremeyiz. Kaldı ki sorun sadece politik alanın içinde at oynatıyor olabilmek değildir. Zaten sosyalist hareketin bölünmüşlüğünün temelinde ekonomi politiğin temelden çıkarılıp yerine "politik" dogmaların kolaycılığına girebilmenin ucuzluğu yatmaktadır. Ama elbette artık bunun yetmediği ortadadır. Dünya işçi sınıfının (hiç değilse bu süreçte) sokaklarda çığlık çığlığa barikatlar kurmak niyetinin olmadığı açıkça ortadayken sormamız ve yanıtlayarak çözüm önerileri götürmemiz gereken konuların tümüyle elimizden alınmak istenen ekonomik örgütlenmelerle ilişkin olduğunu anlamamız gerek. Devletin "yönlendirici" etkisinin nasıl düzenleyeceğimizi kitlelere açıkça anlatmamız gerek. Devletin yalnız "bölünmez bütünlüğümüzü korumak ve Kıbrıs'ı iltihak" için değil ekonomik olarak da işlevinin nasıl olacağını, gelir artırımı ve paylaşımında etkinliğinin nasıl ve sağlıklı olarak sağlanacağını da irdeleyip anlatmamız gerekirliğini yakalamamız zorunludur.
Elbette sadece anlamamız yetmez, anlatabilmemiz de gerekli.
Ve bu seçimler yanlışı doğrusu ile böyle bir perspektif sunumu için iyi bir fırsat.
Özel bir merak notu :
Bu yazıyı yazarken, Tv 'da DİSK Genel Başkanı S.Çelebi'nin Derviş Beyin kontenjanından CHP'ye milletvekili olarak önerileceği haberi geçiyor. Doğru yanlış bilmem ama, sanırım S. Çelebi, Rıdvan Budak'tan dili yanan DİSK delegelerine, ellerini kürsüye vura vura "hiçbir şekilde istifa ederek milletvekili olmayacağı" sözünü vererek genel başkan seçilebilmişti. Bence Çelebi o parlamentoya elhak yakışır ve işçi sınıfını bihakkın temsil eder. O nedenle sözünü tutmazsa ben eski bir delege olarak hakkımı helal ettiğimi bilinsin isterim.
|
|
|