Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 
.
Türk dış politikası kimin? 

M. Alp DAĞİSTANLI

 
  İdam cezasının kaldırılması ve anadil eğitiminin serbest bırakılması da tamamlanınca, Kopenhag Kriterleri'nin yerine getirilmesi konusunda, tabii ki kâğıt üstünde, pek bir zorluk kalmadı diye düşünüyor Türkiye. Kendi açısından haklı belki, çünkü hem psikolojik, hem de ideolojik bir bariyeri aştığını düşünüyor. Avrupa Birliği ise Türkiye'nin yapması gereken daha çok iş olduğunu söylüyor. Biz anlamak istediğimiz şeyi anlamaya teşne olduğumuz için duymuyoruz bile onların sesini, şimdilik. Yine de herkes memnun. Ayrıca, Kopenhag Kriterleri kâğıt üstünde yerine getirilse bile, uygulama nasıl olacak, gündelik hayat pratiği nasıl uyum sağlayacak bu uyum yasalarına ve Avrupa'ya? AB'nin çesitli yetkili ağızları sık sık işaret ediyor bu noktaya. 

Bunlar yine de hem içeride, hem dışarıda tartışılan meseleler. Ben Türkiye-AB ilişkilerinin ve eğer olacaksa entegrasyon sürecinin önemli, ama dikkatlerden kaçan bir başka önemli ve sorunlu yönüne işaret etmek istiyorum: 

Dış politika. 
Genel hatlarıyla bakınca bile hemen görünüveren bir şey var; Türkiye'nin tüm dış politika tercihleri Amerika Birleşik Devletleri paralelinde. Bu durumdaki bir ülkeyi, diğer ikircikli konular bir yana bırakılsa bile, AB neden kabul etsin? 

Babasını arayan çocuk 
Zaman zaman ünlü adamların çocukları peydahlanır ya hani aniden. Çocuk belli bir yaşa gelmiştir; bazen küçük, bazan epey büyüktür. Bizde en son şarkıcı Emrah'ın başına gelmişti. Emrah uzun süre direnmiş, ama çocuğun Emrah'ın olduğu kanıtlanmıştı. Mitterrand'ın da başına gelmişti aynı şey; hayatının baharında bir kızı olduğu ortaya çıkmıştı. Artık DNA testiyle filan anlayıveriyorlar bu iddiaların doğruluğunu. 

Türkiye'nin durumunu bu zengin baba arama davalarına benzetiyorum ben. Özellikle dış politika tercihleri penceresinden bakınca bir tuhaflık olduğu ortada. Bizim politikacılar çıkıp "Bakın şu Türkiye'ye, hık deyip Avrupa'nın burnundan düşmüş" diyorlar, "bu çocuğun babası Avrupa Birliği." Eh, bir bakıyorsun, aslında ABD'nin burnundan düşmüş ve o hık dediği burun da pek matah bir burun sayılamaz aslında. Oraya buraya sokulan, girdiği yeri de karıştıran bir büyük burun. AB, "Hayır, sen benim çocuğum değilsin" deyip duruyor, itiyor Türkiye'yi, Türkiye de ısrar ediyor AB'nin kucağına oturmak, başını göğsüne yaslamak için. 
Bu uyumsuzluk bütün temel dış politika konularında açık seçik kendini gösteriyor. Avrupa Parlamentosu'nun 28 Subat 2002 tarihinde onayladığı Güney Kafkasya Raporu, örneğin, ABD'nin bölgeye müdahalesinden duyulan rahatsızlığı belirtiyor ve işbirliğine dönük, ekonomik fırsatları adilane paylaştıracak, güvensizlik ortamını giderecek yöntemler öneriyor. "Birlik, ayrıca, sıkı silah denetimlerinin uygulanması ve tedrici silahsızlanma için yardımcı olmalı" diyor. 

Türkiye AB'nin tersine 
Türkiye ise, ABD ile birlikte bölgeyi tedrici olarak silahlandırma yolunda ilerliyor. Bu ABD-Türkiye çizgisinin en belirgin olduğu ülke Gürcistan. Bu ülkeyle asıl olarak Rusya'ya karşı gelişen askeri isbirliği Türkiye'nin eğitmen, silah, teçhizat göndermesiyle, hatta hibe etmesiyle sürüyor... Azerbaycan da sırada. 
Filistin meselesinde de, AB'den ziyade ABD'nin paralelinde duruyor Türkiye. Üstelik, ABD, Ortadoğu'da izlediği neredeyse gözükapalı ve açıkgöz İsrail yanlısı politikadan dolayı yoğun eleştiri alıyor. Tabii, Ankara'nın çizgisinde Türkiye ile İsrail arasında kurulan stratejik işbirliğinin, Türkiye-İsrail ekseninin etkisi de var. Mart sonunda başlayan, nisan ayı boyunca yoğun şekilde süren ve sonra da aralıklarla devam eden İsrail'in Batı Şeria'yı işgali sırasında Türkiye, tank modernizasyonu ihalesini İsrail'e verdi. Bütün dünyanın, özellikle de içine girmeye çabaladığımız Avrupa Birliği'nin hem işgal hem de işgal sırasındaki saldırganlıkları dolayısıyla İsrail'i kınadığı bir ortamda. Hem de, usulsüzlük söylentilerinin söylenti olmaktan çıkıp, haber olarak gazetelere yansıdığı, ihaleyi yürüten kurumun başının protesto niteliğindeki istifasına rağmen. Hem de, 'Osmanlı bakiyesi' Türkiye'nin Osmanlı bakiyesi Filistin'le tarihi, manevi, dini, kültürel etkenden dolayı yakınlığı olmasına rağmen. 

Arafat ayıbı 
ABD kendi Ortadoğu planını açıklayıp Arafat'ı artık görmek istemediğini ilan ettiğinde de, yani aynı Arafat'ı '40 yıllık dostum' diye tanımlayıp gördüğünde sarılan İsmail Cem'in Dışişleri Bakanı olduğu sırada Dışişleri öyle bir açıklama yapmıştı ki, hiçbir şey demese iyiydi. Sadece AB değil, ABD'nin stratejik müttefiki İngiltere bile kabul edilemez bulmuştu Arafat'ın defedilmesini ve bunu da Kanada'daki G-8 toplantısında Başkan George Bush'a söylediler. 

AB, Ortadoğu'da İsrail'in hırçın, ortalığı kırıp döken, hiçbir uluslararası anlaşmaya, ilkeye ve karara uymayan eylemlerinden usanmış durumda. Burada en kısa zamanda Filistinlilere de nefes alma, devlet kurma hakkı tanınmasını ve İsrail'in evelemeden gevelemeden bu çizgiye gelmesini istiyor. Bunu da açıkça ilan ediyor. Türkiye, ne diyor? Genel laflarla eveliyor geveliyor ve sonra da Amerikan-İsrail çizgisinde hizaya giriyor. 

Başka konularda da örnekler verilebilir. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra ABD ile Türkiye arasındaki paralellik belirginleşti. Sovyetler Birliği çözülüp Soğuk Savaş bitince demokrasi havarisi olarak arzı endam eden ABD, 10 yıl parçalı bulutlu sürdürebildiği bu yaklaşımını 11 Eylül'den sonra terk etti bütün dünyanın gözlediği gibi. Hepsi birer diktatörlük olan Orta Asya'daki Türk cumhuriyetleri, Afganistan harekâtının ihtiyaçları da göz önünde bulundurularak ABD'nin müttefiki olma şerefine nail oldu ve askeri ve mali yardımlarla koltukları kabartıldı. Türkiye için de hiçbir zaman önemli olmamıştı bu ülkelerdeki özgürlük, demokrasi düzeyi.
 
11 Eylül farkı 
11 Eylül'de ABD'nin canı yandı ve "Başlarım sizin demokrasinize, insan haklarınıza" deyip silahı ve külahı eline aldı. Ben bu işi silahla çözerim, gerekirse bütün 'terörist'leri tek tek öldürerek bitireceğim, dedi. Bu tavrı en iyi anlayan ve canı gönülden destekleyen ülkelerin başında Türkiye geliyordu; "Nihayet bizim haklılığımız anlaşıldı" diyordu ve diyor. 

AB daha ince ayar yaklaşıma sahip bu konularda. ABD'nin başına bu felaket niye geldi sorusunu sordu Avrupa. Sonra da tek taraflı, başına buyruk icraatından ötürü sık sık sitem etti ABD'ye. 

Aynı çelişki Avrupa ordusu (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası) konusunda da yaşanıyor. Sorun sanki Yunanistan ile Türkiye arasındaymış gibi görünse de, bu sadece bir görüntü. Gerçek sorun AB'nin kendisiyledir ve işin içinde ABD de vardır. Nitekim, bu noktada Türkiye'nin kendini bağlı hissettiği Ankara mutabakatı ABD, Türkiye ve İngiltere arasında imzalanmıştır. AB içinden sadece bir ülke ve o da İngiltere, yani ABD'nin stratejik müttefiki. 

İngiltere, AB'de ABD'nin kankardeşi olarak batıda bir parantez açmış, ABD'nin bir başka stratejik ortağı Türkiye de AB'ye girerse bu parantez doğuda kapatılmış olacak. AB neden izin versin buna? 

Irak-Kıbrıs pazarlığı 

ABD'nin Irak'a düzenlemesi muhtemel askeri harekâtla ilgili olarak da aynı çelişkili durum geçerli. Eğer bir harekât düzenleyecekse ABD, Türkiye isteyerek ya da istemeyerek katılacak bu savaşa. (Pazarlıkta bir şeyler koparmak istiyor ve koparmak istediği şeylerden biri de Kıbrıs. ABD, bence şu anda bile Türk tezine yakın bir formülle Kıbrıs'ın AB'ye girmesini destekliyor el altından. İsrail de Türkiye ile AB arasında bir karakedi gibi Kıbrıs meselesinin var kalmasını en azından şimdilik, teşvik ediyor. İsmail Cem'in Dışişleri Bakanı'yken Kıbrıs konusunda bir ara herkesi şaşırtan heyheylenmesi bu dengelere oturuyor işte. Yoksa parti içi dengelerle, iç politika hesaplarıyla filan ilgili değildi o çıkış.) Neyse, Türkiye'nin Irak harekâtı konusunda takınacağı tavır da AB'nin yaklaşımına uygun değil. 
Burada şunu belirtmek gerekiyor tabii: AB'nin ortak bir dış politikası yok, onu oluşturmak için çabalıyorlar ve ilerleme kaydettiklerini söylemek zor. İtalya, mesela, Irak'a harekâta destek vereceğini açıkladı. Almanya karşı. İngiltere ise, kendi içindeki kuvvetli muhalefete rağmen zaten ABD ile beraber yürütmeyi planlıyor saldırıyı. Başka konularda da, aynı ortak politikasızlık geçerli. 
Yine de, tek tek ülkelerin üzerinde bir AB yöneliminden bahsedilebilir ve bu da ABD politikalarına paralel değil. Ve AB, yavaş yavaş anlayacak ki, Türkiye'nin itilmesi, ABD'nin kucağına itilmesi olacak. O ABD ki, hemen her alanda Avrupa ile ihtilaf noktaları artmaktadır. 

Bu bakımdan, Irak harekâtı dönüm noktası sayılabilecek bir olay. En azından, harekât olursa, Türkiye'nin bundan sonra yürüyeceği yol bakımından. Şimdi idam ve anadil meselesinde de beklenen adımın atılmasıyla yıl sonundaki Kopenhag zirvesinde Türkiye'ye bir katılım takvimi verilmesi ihtimali de arttı. İşin ilginç tarafı, Irak'a harekâtın da aşağı yukarı aynı zamana denk gelebilecek olması. 

AB düşenceli 
AB, bu çetrefil problemi düşünmekte. Independent gazetesinde (2.08.2002) Maureen Freely imzalı yazıdan alınan şu cümleler bu sorunun gündemde olmasa bile gündeme geleceğini gösteriyor. 

Uzun yıllar Türkiye'de yasamış Freely, şunları söylüyor: "Irak sorununun gündemde olması, IMF'nin en büyük borçlusu Türkiye'nin ekonomik krizi atlatamaması ve siyasi belirsizlik nedeniyle sorulmasi gereken soru, 'Türkiye bizimle mi, yoksa bize karşı mı' değil, verebileceklerini dikkate alarak 'Türkiye'yi yanımıza alabilmek için biz ne yapabiliriz?' olmalı. Bush'un terörle savaşının, Türkiye'nin reformlarının önünü kesmesine izin vermemeliyiz. Türkiye'nin Irak'la ilgili planlara dahil olması için ABD'nin Türkiye'ye haksız baskı uygulamasına izin vermek ikiyüzlülük ve siyasi aptallık olur." 

Avrupa-ABD çelişkisinden kurtulamayacak Türkiye. Bu çelişki Türkiye'yi hırpalar. İki taraf da büyük çelişkiler yaratmaya gayet uygun bir bünyede. En azından son yüzyılın tarihi bu çatlatıcı, felakete sürükleyici çelişkilerin ve onu besleyen, ona vücut olan siyasi ve toplumsal yapıların tarihi. Ama farklı bu bünyeler. 

ABD arkasına bakmaz 
ABD dönüp arkasına bakmaz, "Ben ne hatalar ettim" diye düşünmez. "Onlar geçti artık" diye düşünür. Kendisiyle yüzleşmez. Dünyanın dört bir yanında yüz binlerce kişinin canını alan faaliyetleri özgürlük adına sürdürüp sonra da birkaç Hollywood filmi çekince kendinle yüzleşmiş olamazsın. ABD kendiyle yüzleşmez. Türkiye de... 
Avrupa öyle değildir. Önüne bakmadan önce arkasına bakar. Çünkü dünyanın başına bin türlü musibet örmüştür, iki dünya savaşı çıkarmıştır. Korkuları vardır. En çok da kendinden korkar... Ve yine korkmaktadır ve yine korkmakta haklıdır. 
Peki, Türkiye, gittikçe daha fazla sayıda genetik özelliği ABD'ye benzerken AB'nin göğsüne başını yaslama ısrarını ne kadar sürdürebilir? Peki, Türkiye ne düşünmekte? Türkiye'nin dış politikası var mı? Türk dış politikası Türkiye'nin mi? 



Radikal'den Alınmıştır

 
sayfa başına dön