|
|
ULUSAL AKSU
MİLLİYETÇİ TOLON
VE BİR TUTAM DEVLET
Alev ATEŞ
Ulusal Sol kavramı 'keşfedildi' ve hikmeti kendinden menkul Dervişler üzerinden yapılan bir uçan yolla toplumun yüreğine sokuldu. Elbette bütün uçan yollar gibi, kaba, hödük,hizmete özel ve pahası ağır. Bu pahayı bu adamlar şimdi toplumun yoksul kesimlerine ödetmek için olağanüstü çaba sarf ederken, sosyalistliklerinden şüphe edilmeyecek bir kesim insan da buna çanak tutmakta.
l.
Ulusal kavramının tanımlanması zor bir iş olduğundan, isteyen istediği yere çekiyor. Doğrusu herkes gibi ben de zorlanınca, ulusal ve milli terimlerini, içeriğine anlam farklılıkları katarak kavramlaştırmayı yeğliyorum. Bakın fantastik bir örnek vereyim: 30 Ağustos gecesi Kürtçe, Ermenice, Türkçe şarkılarıyla bir organizasyonu katılan Sezen Aksu ulusal, bunu şiddetle kınayan Tolon Paşamız milliyetçidir. Bu ayrımı nereden yapıyorum ? Bir kere sanırım (hiç tanımıyorum çünkü) Aksu yasak olmasına karşın Tolstoy, İstrati, M.Soysal, Gorki, Gogol, A.Nesin, H.V.Velidedeoğlu, Hemingway, Fallacı ve benzeri yazarları okumuştur. Ama Tolon Paşa asker olduğu için bunları okuyamadığından ancak 'milliyetçi' olarak kalabilmiştir.Biliyorum, çünkü burada sadece üçünü beşini yazabildiğimiz daha yüzlerce yazarı okuması Tolon Paşa v e meslektaşlarına "resmen" yasaktır. ( Genelge sy ve
nosu'yla akt. B.Tanör. Türkiyenin İnsan Hakları Sorunu. BDS Yy) Kendisine komutanlarının yasak ettiği (ya kendisinin astlarına yasak ettiği) yazarları okumadan 'ulusal' ın ne olduğunu anlaması olanaksızdır. Çünkü ulusal olan aynı zamanda evrensel olabilendir. Ulusallık, evrenselliği kavramadan varılabilecek bir 'zihinsel oluşum' değildir. Eğer 30 Ağustos' ta Kürtçe, Ermenice türkü okunmasını kınarsan evrensel olanı da ulusal olanı da kavrayamamışın demektir ki bunun kompleksli, patalojik yansıması milliyetçiliğe denk düşer. Bu da elini masaya vurarak, "ne mozayığı ulan, granit bu ülke granit" hezeyanlarına denk düşmek demektir. Kısacası evrenselin bir parçası olamayan yerellik olsa olsa ırkçı bir milliyetçiliktir. Bu da insanlık suçudur. Söz kitaplardan örneklemeye gelmişken devam edelim. Eğer Dostoyevski okumamışsanız Orhan Pamuktan, Yasar Kemal okumamissaniz Canetti'den tat alamasiniz. Bu Italyan için de böyledir, Mogol için de. Iste ancak böyle bir vektörler bileskesi sizi ulusal düsünebilen 'insan' a götürür.
ll.
Öte yandan, Misakı Milli sınırlarını savunmak ulusaldır ama bu sınırların ötesinde toprakları ikiye bölerek, Türkleri koruyorum gerekçesiyle 'anavatan' iltihak ettirmek 'milliyet' çiliktir. Mustafa Kemal, Ermenistan sınırında kurulan küçük küçük cumhuriyetlerden söz ederken "...Sonra Ermenistan dahilinde kendiliğinden teşekkül etmiş islam şuraları var ve adeta Ermenistan'la bizim hududumuz arasında ufacık hükümetler var. Şimdi bu hükümetlerin en mühimi Aras Hükümetidir..." demekte ve fakat bunların staratejik önemini belirtirken bile buraları iltihaktan söz etmemektedir. Üstelik daha yıl 1920' lerdir . İttihat Terakki artıkları (Nuri Pş örneğin) buraları korumakla kendini görevli sanıp kahramanlığa yeltendiklerinde buna şiddetle karşı çıkmaktadır. Üstüne üstlük bu yemin dahilindeki bazı yerleri gözden çıkarmak basiretini göstermesi (Batum/Musul vbg) hala daha eleştirildiği halde. Örneğin Rus Bolşeviklerinin Batum, Musul, Trakya gibi yerlerde referandum yapılmasını önerisini de Lazistan ve Kürdistan zaten oyu belli yerlerdir oralarda olmaz ama Batum'da plebisit yapılabilir demek ırkçı-milliyetçiliğin karşıtı ama ulusalcı bir tavırdır.
Doğal olmayan süreçler yaratarak asimilasyona giden yolu açmak ırkçı-milliyetçiliğin en önemli göstergesidir. Irkçı olduğu için temelden anti-demokratiktir. Modern adı entegrasyon olan asimilasyon şiddete dayanmayan yöntemler içeriyor gözükse de, insan haklarına aykırı olduğundan anti-demokratiktir, dolayısıyla göreceli şiddet içerir. On sene önce Doğu Türkistan' daki Çin'li sayısını bu süre içinde Türkmen sayısının üstünde bir göçle demografik dengeyi bozarsanız ya da işgal ettiğiniz azınlık Türklere destek olsun diye Türkiye'den bir başka toprağa Türk transfer ederseniz bu şiddetin en kabasıdır en vahşisidir ve en ırkçı olanıdır. Demografi ile yaratılan asimilasyon ırkçı bir jenositten farksızdır. Bunu göçmen olarak gittiğiniz ülkelerdeki konumunuz için kullanılabilecek "entegrasyon" sözcüğü ile karşılayamazsınız. Ve insani hiçbir
jargon da buna sözcük bulamaz.
lll.
"İtalya'yı kurduk şimdi İtalyanları bulalım"
Çok ironik görünen bu yaklaşım benim kafamdaki ulusal ve milliyetçi kavramlarini gerçek yerlerine oturtan bir yaklaşim aslinda. Kafamda bu cümle hep "Türkiye'yi kurduk şimdi Türkleri yaratalim" cümlesiyle özdeşlik taşidi. 1920 'lerde M.Kemal'in sözünü ettigi Lazistan, Kürdistan, Ermenistan, Trakya vs... gibi tanimlar bir cografyayi çizerken bir irki çizmiyordu. Osmanli'dan tevarus eden bir "devlet" gene bir imparatorluktan arta kalan bir toprak. Böyle bir miras üzerine önce "devlet" kuruluyordu. Italya, Almanya hatta Fransa gibi. Devletle çelişkili bir duruma düşmesi kaçinilmaz olan "birey"
ler de bu çatı altında biraraya getiriliyordu. Işte ulusculuk ve milliyetçilik arasindaki ayrimi belirleyen bu oluşumdu. Bir
araya gelen insanlarin arasında başat olanin irki üstünlügü üzerine birliktelik yapilaniyordu. Gerçi başlangiçta devleti kurabilmek için gerekli cephanenin taşindigi bölgeler yukarida söyledigimiz gibi kendi irki agirliklarina göre isimlendirilebiliyordu ama bu geçici, özcesi devleti var etme sürecinin kisa bir dönemsel süreciydi. Ama en büyük özelligi gönüllü birliktelik taşimasi ve birlikte işgalci emperyalizme karşi mücadele etmekti. Bu özelligi ile de l8. yüzyil devlet kuruluşu sürecinden büyük farkliliklar taşiyordu. Feodalitenin ardili kapitalizmin mucidi oldugu devlet, kendini kuran siniflarin ittifakina dayali olarak insan haklarina saygili olmak esasina dayali idiyse, bu aşamalari yaşamak yerine bu haklari birer ataşla topluma ignelemek yeterli olabilirdi. Istendigi zaman araya sikiştirilan, istenildigi zaman yerinden çikarilan bir özgürlükler ancak böyle yapilabilirdi, bir devlet böyle yapilanabilirdi.
Türkiye Cumhuriyeti de böyle kuruldu.
IV.
Bu süreç, bence iki büyük devrimle parçalandı. Bunların ilki Amerikan devrimiydi. Amerikan devriminin, İngiliz sömürgeciliğine karşı çıkışı ile devletten önce bir
amerikalışma süreci yaşanıyordu. Bu ırki bir birleşim değildi. Kozmopolit, çok ırklılık üzerine kurulan ama öte yandan İngilizlere karşı bağımsızlık isteyen "insanlar" topluluğu oluşuyordu. Ve bu yönüyle tümüyle "ulusaldı" ama hiçbir şekilde "milliyetçi" değildi. Bu kozmopolit toplum birleşmelerinin ardından "devlet" i inşa ettiler. Ortak payda olarak Amerikanlık değil Amerikalı
(Amerika'ya ait) olmak temele konuluca, devlet için kendilerini oluşturmadan, devleti kendileri için oluşturduklarından ortaya çıkan modelde elbette bambaşka bir model oluyordu.
İkinci çarpıcı örnek ise 1917 devrimi ile kurulan SSCB 'dir. Bunun kuruluşu da aslında teorik olarak anakıtada kurulan "milli" devletlerin tümüyle dışında bir organizasyondu. Burada da temele konulan şey ulusların birlikteliğini sağlayacak ortak paydanın, çalışan insanların en büyük çoğunluğunu oluşturan proleteryanın kuracağı , başlangıçta demokratik olarak varlığını sürdürecek fakat giderek sönümlenerek yok olacak bir devlet yapılanmasıydı. Bura da tarihi akışı içinde ezilen en geniş sınıfın, tüm insanlığın ortak çıkarlarını temsilen bir devlet kurması idi. Amaç kesinlikle eski devleti alarak restore etmek değil yepyeni ve büyük çoğunluğun en geniş demokratik katılımı ile yepyeni bir devlet kurmaktı. En azından teori buydu.
Şimdi bütün dostlarımın kizacagi bir cümleyi kurabilirim. ABD 'nin kuruluşu marksist devlet teorisine SSCB 'nin kuruluşundan daha yakindir. Aslinda bu iki devletin kuruluşu ve aldigi biçimler bizim
kuramımızda önemli degişiklikler gerektigini göstermektedir. Birisinin evrilip emperyalist aşamaya varmasi ve bunun en zalim makinesi olmasi ötekinin ise, "sovyet çogulculugundan" koparilmasiyla başlayan ve bilinen akibeti...Aralarindaki karmaşik diyalektigi çözmek ve günümüz devlet anlayişini
yeniden ve ezilen büyük çoğunluk için açımlamak, hala sürdürülmek istenen milliyetçi yaklaşimlarin ceberrut yönetimlerini göstermek ulusal solun işidir.
Bu gözardı edildiğinde geriye sadece milliyetçi sol kalır ki
bunun da gerçek adı bellidir. Bu anlamiyla bile kendinin ulusal solu keşfettigini söyleyenlerin bir kiymeti harbiyesi
olamayacagı ortadadır. Ama kötü paranin iyi parayi piyasadan sürecegini de unutmamak gerek.
|
|
|