Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


Türkiye'ye BP dayatması 

George Monbiot 

Temizlik işçileri, Johannesburg'da bulunan Sandton Merkezi'ne geldiklerinde BM, Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi'nin yıkıntıları arasından bir şeylerin kurtarılmış olduğunu söyleyecekti: Hükümetler kayda değer bir karar alamadı, ama büyük şirketler aldı. En büyük tekeller, BM'nin de kutsamasıyla, kendilerini "çevreye saygı duymaya ve insan haklarını korumaya" zorlayan bir dizi gönüllü "ortaklık anlaşması" yaptılar. Şirketler, böylelikle, kendilerini insan hakları ve çevreye saygı duymaya zorlamak için uluslararası yasaların gereksiz olduğunu söyleyebilecekler. Hükümetler de aynı kanıda; herhalde bu nedenle gezegenin geleceği hakkında bu derece rahatlar. Eğer dünya vaatlerle kurtarılabilecekse, yasalara ne gerek var? 

Örnek şirket BP!

Oysa şirket patronları birbirilerini kutlarlarken, söz konusu ortaklık anlaşmalarının anlamsız olduğunu gösteren bir haber geldi. "Sosyal sorumluluk" denilince akla ilk gelen, zirvede ortaklık anlaşmalarına imza atan ve zirvenin en önemli etkinliklerinde sponsor olarak öne çıkan şirket, söylediklerinin tersini uygulamakta. 

Financial Times tarafından yapılan bir araştırmaya göre BP, çevre sicili ile "en çok saygı duyulan şirket" konumunda. Bu enerji şirketi, operasyonlarını bir dizi katı "ticaret politikalarına" göre yürüttüğünü iddia ediyor. Bu da onu, "dünyanın iyiliği için bir güç" haline getiriyor. Şirkete yön verdiği söylenen bu politikalara göre BP, "hukuk düzenine saygılı", "temel insan haklarını ve özgürlüklerini" savunuyor, "yaptıklarının sorumluluğunu üstleniyor" ve "bu politikalarla tezat içinde olan ortaklıklara girmiyor". Şirket, yaptığı iyi işlere örnek olarak, Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesinin hazırlanması sırasında gerçekleştirilen "büyük hissedar konsültasyon çalışmalarını" gösteriyor. 

Botaş'ın oyunu

Geçen hafta, uluslararası çevre ve insan hakları örgütlerinden oluşan bir koalisyon, bu boru hattının rotası boyunca yaptıkları araştırmanın sonuçlarını yayınladı. Rapor, bırakın iyi işler yapmayı, BP'nin bu vitrin projesinin; hem BP'nin yayınladığı taahhütlere, hem de Johannesburg'da patronların verdikleri sözlere ters düştüğünü göstermekte. Rapordaki bulgular, dünyayı korumak için bu şirketlere güvenebileceğimizi düşünenlerin ancak kendilerini kandırdığını ortaya koyuyor. 
Yapımına aralık ayında başlanması beklenen boru hattı; Hazar'dan çıkarak Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye üzerinden Akdeniz'e uzanıyor. Buradan günde bir milyon varil ham petrol nakledilecek. Dünyanın en önemli enerji projelerinden biri olan bu proje, Türkiye'nin, "Batı'nın kilit stratejik müttefiki" olarak pozisyonunu sağlamlaştıracak. Boru hattının Türkiye'den geçen 1000 km'lik bölümü, BP tarafından yönetilen petrol şirketleri konsorsiyumu adına, Türk petrol şirketi Botaş tarafından inşa edilecek. 

Hacıbayram köyü

BP'nin pek övündüğü "büyük hissedar konsültasyon çalışmaları"ndan sorumlu olan Botaş, projedeki tüm hissedarlara bilgi verdiklerini, boru hattının geçeceği güzergâhta bulunan köylerin çoğuna ve bu projeden etkilenecek hemen herkese danışıldığını iddia ediyor. Ancak çevre gruplarının Türkiye ile ilgili araştırma ekibine göre, bu iddiaların tamamı asılsız. 

Çevre-insan hakları ekibi; Botaş'ın "danıştığını" söylediği sekiz köyü ziyaret etti. Bunların dördüyle daha önce görüşme bile yapılmadığı ortaya çıktı. Ekibin hazırladığı raporda, Botaş'ın "telefonla danıştığı" Hacıbayram köyünün bir fotoğrafı var. Evler taş yığınlarından ibaret; köy aslında yıllar önce terk edilmiş. Telefon falan da yok.
 
Köylü kandırılıyor

Gerçekten danışılan köylerde ise, bu danışma "iş olsun" diye yapılmış görünüyor. Botaş, görüştüğü köylülere boru hattının ne gibi faydalar getireceğini düşündüklerini sormuş. Ama muhtemel zararlar hakkında ne düşündükleri sorulmamış. Botaş'ın köylere götürdüğü "üniversite profesörleri", projenin çevre ya da güvenlik riski içermeyeceğini anlatarak yalan söylemişler. Botaş'ın soru anketinde, projenin "Türkiye için yüksek ekonomik ve stratejik öneme sahip olduğu" belirtiliyor. Rota üzerinde yaşayanlar, bu vurguyu, projeye karşı çıkmamaları için bir uyarı olarak algılamış olabilirler. Ne de olsa, çevreci grubu dahi polis tarafından durdurularak sorgulanmış. 

Tazminat falan yok

Boru hattının yapımı evleri, tarlaları, yolları ve birçok insanın geçim kaynağını yok edecek. Ama olumsuz etkilenen bu insanlardan çok azına tazminat verilecek. Çünkü güzergâh üzerinde bulunan toprakların çoğu ya tapuya kayıtlı değil, ya da ölmüş insanlar adına kayıtlı. BP'nin ortağı Botaş, köylülere, yalnızca tapusu olanlara tazminat verileceğini belirtmiş. Hattın sonunda inşa edilecek tanker limanı nedeniyle olumsuz etkilenecek balıkçı topluluklarına da herhangi bir tazminat verilmeyecek. 

İktidar tekellere

Bu tür kanunsuzluklar petrol endüstrisinde yıllardır meydana geliyor. BP'nin projesi hakkında yeni ve şaşırtıcı olan, petrol şirketleri ile Türk hükümeti arasında yapılacak olan anlaşma. Araştırma ekibi, bu sözleşmenin bir kopyasını ele geçirmiş. Sözleşme gösteriyor ki, Bakü-Ceyhan projesi, bırakın "sorumlu" şirketler tarafından yönetilen bir örnek proje olmayı, şirketlerin sorumsuzluğu ve hakimiyeti açısından yeni standartlar getiriyor. Boru hattının "ev sahibi hükümet anlaşması", fiili olarak, şirketlere devletin üzerinde bir iktidar garanti ediyor. 
Sözleşme; anayasa hariç tüm Türk yasalarının üzerinde olacak. Petrol şirketleri, uluslararası hukukta veya Türk yasalarında yapılacak tüm değişikliklere karşı korunuyorlar. Örneğin, ülkede yeni sağlık, çevre, güvenlik yasaları ya da yeni vergiler söz konusu olduğunda, geçerli olan bunlar değil, anlaşma olacak. Yani bu sözleşmeyle Türkiye, petrol konsorsiyumunu korumak için uluslararası yasaları çiğnemeye zorlanacak.
 
MAI'nin küçüğü 

BP, petrol sızıntısı ya da boru hattının diğer etkilerinden zarar görecek kimselere tazminat ödemekten muaf tutulmuş görünüyor. Türk hükümeti, güvenlik kuvvetlerinin, konsorsiyumu "halkla ilgili karışıklıklardan", (halk hareketlerinden, isyanlardan, protesto eylemlerinden vs.) koruyacağına dair söz veriyor. Ayrıca; ne hükümet, ne de şirketler, insan haklarına saygı göstermeye zorlanmamış. BP, anlaşmayı her an feshedebilir, Türkiye ise bunu yapamıyor. 

Kısacası; BP ve ortakları, bundan beş yıl önce devletler ve şirketler tarafından gizlice hazırlanan MAI (Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) ile aynı etkiye sahip bir anlaşma hazırlamışlar. MAI, uluslararası alanda gördüğü tepkinin ardından geri çekilmişti. 
Onların önceliği kârdır
Johannesburg'da kendini "sorumluluk timsali" olarak gösteren, hukuk düzenine saygılı olacağına söz veren şirket, kendisini böylece demokratik denetimden muaf tutuyor. 

Eğer BP, yani büyük şirketler arasında insan hakları ve çevreye en çok saygı duyduğu söylenen şirket oyunu böyle oynuyorsa, Johannesburg'da büyük şirketlerin verdiği vaatlere neden güvenmemiz gerektiğini açıklamak iyice zorlaşıyor. Tekeller alabildikleri her şeyi alacaklar; kâr ile çevrenin korunması ya da insan hakları arasında kaldıklarında öncelik, kârın olacak. Bu da gösteriyor ki, "gönüllü" anlaşmalar işe yaramıyor... 

evrenselden alınmıştır

 
sayfa başına dön