Başsavcı ve DEHAP
Uğur
CANKOÇAK
Bir hukuk
devletinde yasama, yürütme ve yargı erkleri bağımsızdırlar.
Yasama yasaları ve ilgili yönetmelikleri çıkartır, yürütme bu
yasalar içinde devleti yönetir. Yargı ise yurttaşla yurttaş,
yurttaşla devlet arasında çıkan anlaşmazlıkları çözer. Türkiye
Cumhuriyeti de bir hukuk devletidir diye bilinir.
Türkiye
Cumhuriyeti'nde siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu diye iki
yasa siyasi faaliyetlerin çerçevesini çizer. Bir siyasi parti bu
yasaların çizdiği çerçeve içerisinde faaliyet gösterebilir. Dışına
çıkma halinde kapatılmaya kadar varan çeşitli yaptırımlara
uğrar.
Türkiye
Cumhuriyeti'nde seçimler yargının denetimindedir. Yürütme
sadece seçimin güvenlik içinde yapılmasını sağlamakla görevlidir.
Halen
yürürlükte olan seçim kanununa göre bir partinin seçime
girebilmesi için belli sayıda ilde örgütlenmesini seçimden
belli bir tarihten önce tamamlamış olması gerekir. Yüksek
Seçim Kurulu o belli tarihe kadar belli sayıda örgütünü
tamamlamış olan partilerin seçime girebileceğini ilan eder. Ve
seçimin yapılması işini organize eder.
Yüksek
seçim Kurulu 3 Kasım'da yapılacak olan seçime katılabilecek
partileri ilan etmiş ve oy pusulaları basılmış, il seçim
kurullarına yollanmaya başlanmışken, Başsavcı "aldığı
bir ihbar" nedeniyle DEHAP'ın seçime katılmak için
gerekli olan sayıda örgütünün bulunmadığını Yüksek Seçim
Kurulu'na "bilgi" ve "gereğinin yapılması" için
başvurmuştur.
Başsavcının
DEHAP hakkındaki başvurusu aslında kellemyekündür. Yani yapılmamış
sayılmalıdır. Yasa, hangi tarihe kadar kaç ilde örgütlenmiş
olmak gerektiğini açıkça belirtmiştir. O tarihte, o sayıda
örgütü olan parti seçime girme hakkını kazanmıştır. O
tarihten sonra "şu" veya "bu"
nedenle örgüt sayısında azalma olması ya da çoğalma olması o
partinin seçime girme hakkını hiç bir şekilde etkilemez.
Nitekim YSK Başkanı basına verdiği demeçte "bu konuyu
hukuk ve siyaset bakımından inceleyeceğiz" demiştir.
YSK yargıçtır. Bilindiği gibi yargıçlar hukukla karar
verirler, siyasetle değil.Her halde YSK Başkanı başında
ne biçim bir bela olduğunu belirtmek için böyle bir açıklamada
bulunmuştur.
Bu
konuda başımdan geçen bir olayı özetle anlatmak isterim:
1979
seçimlerinde seçime girebilmek için 14 ilde tam örgüt bulunması
koşulu vardı. Sosyalist Devrim Partisi olarak örgütlenmemizi
tamamlamak için çalışırken ilginç olaylarla karşılaşıyorduk.
Herhangi bir ilçede örgüt kuruluşumuzu yapıp, ilçenin emniyet
müdürlüğünden örgütün kurulduğuna dair belgeyi alıp
Ankara'ya döndükten bir kaç gün sonra o ilçenin emniyetinden ilçe
yönetim kurulunun hepsinin istifa ettiğine ve örgütümüzün
kalmadığına dair yazı alıyorduk. Tekrar o ilçeye gittiğimizde,
ilçe yönetim kurulunun polisin zoruyla istifa ettirildiğini öğreniyorduk.
Bir kaç yerde durumu tutanakla saptadık. Ve yeniden, yeniden,
yeniden örgütlerimizi kurduk. Hem idareden hem de ilçe seçim
kurullarından alındı belgeleri ile bir dosya düzenleyerek Yüksek
Seçim Kuruluna verdik. Ancak, İçişleri Bakanlığı Sosyalist
Devrim Partisinin 14 ilde örgütünün bulunmadığın Yüksek Seçim
Kurulu'na bildirmiş. Bize konu bildirilince zamanın İçişleri
Bakanı'ndan randevu aldık. Bakana durumu anlattık. Tutanakları gösterdik,
polislerin marifetlerini anlattık. Büyük bir şans eseri zamanın
İçişleri Bakanı yasaların nasıl uygulanacağını bilen,
demokrat bir kişiydi ve bizim önümüzde Emniyet Genel Müdürünü
çağırıp, getirdiğimiz dosyayı ona vererek, Sosyalist Devrim
Partisinin örgütlerinin bulunduğuna dair bir yazıyı Yüksek Seçim
Kuruluna hitaben yazmasını, kendisinin bu yazıyı imzalayacağını
söyledi. Sosyalist Devrim Partisi ancak bu şekilde seçime
girebildi.
DEHAP
konusunda Başsavcıya yapılan ihbarın kim tarafından yapıldığını
çok iyi biliyorum. Başsavcının bu ihbarı mal bulmuş mağribi
gibi Yüksek Seçim Kuruluna bildirme nedenini de biliyorum.
DEHAP'ı
3 Kasım seçimlerine sokmamak Türkiye Cumhuriyetine iyilik
yapmak değildir. kötülük yapmaktır. Başsavcının böyle bir
konuyla tarihe adının yazılmasını doğru bulmam.
|