ÇİMDİK
Racon
Bozuldu.
Aydın
Doğan'ın raconu bozuldu.
Kabadayı
yasasıdır.
En
güçlü ve büyük, ötekiler arasındaki sorunları çözer. Hükmü
çift oluklu Bursa bıçağıdır. Uymayan madara olur.
Yâni
o en büyük ve en güçlünün cezasına uğrar.
Kabadayılık
dönemlerinde buna racon denirdi.
Ama
günümüzde içimiz dışımız yabancılaştığından kabadayılık
da yabancılaştı. Artık bütün turfalar racon değil,
karizma kullanıyor.
Devran
sana uymazsa, sen devrana uyacaksın.
Biz
de uyalım.
Karizma
çelik zırhtır.
Kesin
ve keskin dokunulmazlık sağlamakla yetinmez. Dünyaya nizamat
verme hakkını da teslim eyler.
Çünkü
sahibinin büyüklüğüyle gücü genel kabûl görmüştür.
Örneğin
ister Sokrat'la Eflâtun'un tanımına uygun bir bilge... İster günümüzdeki
gibi bir kovboy olsun. ABD başkanının karizması vardır. Tartışmaya
kalkışan bizcileyin baldırı çıplaklar çarpılır !..
Değil
mi ?
Yabancı
sözcüğe verdiğimiz yabancı örnek yeter sanırız.
Gelelim
kendimize.
Aydın
Doğan Beyefendinin karizmasını tartışan var mı ?
En
bir büyük medyamızın, en bir büyük patronu diye bilinir !..
Fazlayı
övdüğü görülmez. Ama eksiğin tamamlayıcısı olmazsa, karabasanı olduğunu cümle âlem bilir. Yâni her ayıplı
istediğini âbâd, istemediğini berbâd ettiğine inanır.
Beyefendi,
Olimposun yüce tanrısıdır !..
Kafası
kızar, hükümeti devirir... Canı çeker yenisini kurar !..
Ama
her tanrı, her dem, herkeste geçerli olmaz.
Tam
hükmünü yürütürken biri güce olmazsa da, akla, mantığa ve
daha da önemlisi hakka dayanarak direniverir.
Karizma
çizilir... Racon bozulur.
Örneklerin
ikisi herkesin gözünün önünde.
İlki
57 Hükümet serencamı...
Ecevit'le
Bahçeli çok yaşasın.
Tam
devriliyorken sorunu en büyük kabadayı ya da karizmanın, Türkiye
halkının önüne sürüverdiler.
Anha
minha... Hile hurda... Tahmin tembih geçersiz.
Gerçek
racon Pazar günü kesilecek.
Ve
bütün zorbalar karşısında önünü ilikleyecek.
İkincisi
daha bir revnaklı.
Beyefendi
geçtiğimiz hafta tuttu, tek eksiği gazetesini yaşatma heves ve
çabası olan İlhan Selçuk'a bulaştı.
İyi
mi ?
İlhan
Selçuk 13 Ekim günü Pencere'sinde medyada tekelleşme tehlikesine
ilişkin bir yazı yazdı.
Konumuz
onun atışması değil.
Meraklısı
bulur o Cumhuriyet'leri güzel güzel okur.
Aydın
Doğan beyefendi, 24 Ekim'de aynı köşede bu yazıdan hem alındığını
hem gücendiğini açıklayan uzun bir mektup yayınladı.
Hitit
tabletlerinde, "tanrılar gücenince dehşetli kıyım... Kırım...
Ve felâketler başgösterir," yazılmakta... Beyefendi
Olimpos'un yüce tanrısı, basın emekçilerinin tamamı da çalışanları
gibi pâyen ya !..
Çokça
beğeni... Epeyce savunu... Azbiraz tehditle gücenikliğini ilân
etmekte sakınca görmedi.
Ah
şu İlhan Selçuk !..
Ayıbından
utanan... Eksiğinden ürken... Ya da itaati çıkar sayan biri
oluverse ne iyiydi.
Meğer
değilmiş.
Hemen
ertesi gün, ister yanıt deyin... İster öğüt. Hiç savunmaya
girmeden... Hiç alttan almadan ince ince alay da ederek, öyle bir
girişti... "Aydın Doğan'ın dostu olan, bu gerçekleri dile
getirmelidir; yoksa Aydın Doğan'a zarar verir." Diye öyle
bir bitirdi ki... O güne dek sapasağlam görünen çelik karizmayı
baştan ayağa çizdi. O ürkünç raconu bir daha onarılmaz biçimde
bozdu.
Buna
bir de 3 Kasım şamarı eklenirse, seyreyleyin gümbürtüyü.
Çünkü
karizma çizik... Racon bozuk kaldırmaz.
Şunun
şurasında beş gün kaldı.
Hele
halkın Osmanlı tokatı da bir patlasın.
Aydın
Doğan ve benzeri beyefendilerle, hanımefendilerin nasıl madara
olduklarını hep birlikte izleriz.
Anket
Partisine Kapatma
Bir
hukuk devletinde yasalar gereksinime göre değişir.
Ama
değişinceye kadar her yurttaş onlara uymak zorundadır.
Uydurmak
yükümünde olanlar ürker... Korkar... Çekinir... Ya da çıkar
sağlayarak uydurmaz, o başka.
Ama
uyduracak çıkarsa, yandı gülüm keten helva.
O
ana kadar yasaları hiçe saydığını sanan, anhayı minhayı
anlar.
Ya
içerde af beklemekten gözleri göverir... Ya dışarda vapur işportacısına
özenir.
İstanbullular
bilir.
Vapurda
işportacı istimini almış... Kolay sokuşturamayacağı bir malı
satmanın binbir dilini dökmektedir.
Birden
görevli girer. Vapurda satışın yasak olduğunu söyler.
Seninki
bir yandan işportasını toplar... Bir yandan keskin bir muhalefete
girişir.
İşsizlik,
yokluk ve yoksunluk kol gezerken, ekmek parası için canını dişine
takan yurttaşın yaşam hakkı elinden alınmakta... Alın teriyle
kazanması engellenmekte... Acımasızca mağdur edilmektedir.
Memur
bunca cinaslı lâftan ürkerse, çeker gider.
Yok
görevinin adamıysa kös dinler işportacıyı salondan atar.
Her
ikisi de, işportacının işine yarar.
Memur
gidince hemen... Atmışsa bırakır bırakmaz tezgâh açılır.
Salonda
az önce satılan mala dudak büken düzene öfkeli bir nice avanak
varsa, tufaya gelir. Az önce beğenmediğini bayıla bayıla alır.
İşportacı ummadığı bir satışla iskelede mal tazeler.
Eh
herşeye karşın Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.
Ne
iyi ki arada, yasaları uygulayan görevlilere de sahiptir.
Daha
önemlisi Anayasa Mahkemesiyle, Yargıtay Başsavcılığı, epeydir
iktidar partisini kapatacak ölçüde titiz davranıyor.
Ama
sözde mağduriyeti kazanç kapısı haline getiren tatmış bir
kere. Sürekli işportacılığa sıvanıyor.
Oysa
örnek önünde.
Milli
Nizam... Milli Selâmet mağduriyetlerinde büyüye büyüye
iktidara gelen Refah Partisi, hakettiğine inanılan sopayı
yiyince, hem başını yitirdi. Hem Fazilet tezgâhında satışı
azaldı.
Karşılaştıran
görür. Yüzde 6 oy yitirdi.
Üstelik
siyaset dışına atılan ustayla çırağın kavgası tezgâhı...
Pardon partiyi ikiye böldü.
İşte
tam bu sırada uygulama hoşnutsuzları... Güçlünün hükmü zayıfa
geçer fetvasınca mı ? Geçmiş deneyimlerden edindikleri güven
nedeniyle mi ? İmaj parlatma kuruluşu Verso'nun saman altından su
yürütme becerisi mi ? Her kezinde kandırılmışlık duygusu mu ?
Her
neyse, ustayı bırakıp çırağa yöneldiler.
Eh
bu kadar hoşnutsuz... Üstelik bir de varsıl... Ve muhalefete...
Hatta hükümet devirmeye sıvanıp yüzüne gözüne bulaştırmışsa...
Aklı nice kıt olsa adına sopaya yatacak birini arar.
Doğalı
odur ki, bu işi en iyi acemi yapar.
Hele
bir de kazanç gösterilirse, daha da iyi yapar.
Türkiye
hünerbazlar ülkesi.
Parayı
bastırdın mı, balonun daniskasıyla 80 günde devriâlem olmazsa,
180 günde arş-alâya çıkarsın.
Hele
bir de kaynağı belirsiz bir rivâyet veya anket, yemin billâh bu
hayâli doğrularsa ?!
Memur
da, mağdur da hazır demektir.
Herhangi
bir partiye üye bile olamayan gönüllü, tutar da o anket
partisine başkan olursa, sopayı kendi eliyle getiriyor
demektir.
Eh
Başsavcı Kanadoğlu, sopayı kapmakta mâhir.
Anayasa
Mahkemesi falakaya yatırmakta fütûrsuz.
Çırak,
ustasının hâli pürmelâlinden hiç ders almamış.
Düzen
hoşnutsuzları can derdiyle azmış mı azmış...
3
Kasımda sopayı halk vurmazsa, sonrasında vuracaklar da belli
Eee,
gerisi mi ?
Onu
da Demokrasiyi işporta tezgâhında mal sananlar... Ya da yasaları hiçe sayarak, yasa koyuculuğa kalkışanlar düşünsün.
Fukuyama'nın
Fujiyama'sı
İşadamlarımız
sağolsun !..
Japon
asıllı, Amerikan nesilli Fukuyama nam şeamet tellalını çağırdılar
da, bir güzel falımıza baktırdılar.
Bu
sayede tarihin sonunu getirenden, AB hevesinin de sonuna geldiğimizi
öğrenip bir güzel rahatladık.
Öyle
ya !..
İşadamlarımızın
allayıp pulladığı radikal İslâm Avrupa faşizmi gibiydi.
Kayserili eşeği bir nice boyasa, ondan çok daha kurnaz ve kıyım
deneyimlisi lâik, insan haklarına saygılı ve demokrat Avrupa'ya
yutturamazdı. Bu yüzden AB, AKP.nin temsil ettiği bir Türkiye'yi
kesinlikle içine almazdı. Ama Türkiye en azından Avusturya kadar
demokratsa.. Seçimi kazanıp iktidar olamayan Haider örneğine
benzer bir yol bulup AKP.ni sistem dışında bırakmamalıydı.
O
zaman AKP gibi güçlü markalarla güçlü ülke imajı çizerdi.
Siz
bu falın neresinden tutarsınız bilmeyiz.
Ama
Japon asıllı, Amerikan nesilli Fukuyama'nın, 1876'da son kez püskürdükten
sonra da Japonya'nın ünlü Fujiyama'sına özendiği kesin. O da
en son 1990'lı yıllarda püskürdü. Olaylar yalanladıkça kabuğuna
büzüldü. Ama bizim akıldanelere, AB hüsranını unutturacak
yeni kâbus senoryaları gerekince yeniden havaya girdi.
Eh,
getiren de, konuşturan da sağolsun.
Onun
akıllarına uyanların da varsın yolları açık olsun.
Kılavuzu
karga olanın, burnunu korunmak bize mi düştü ?
|