Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


ÇİMDİK

Racon Bozuldu.

 

Aydın Doğan'ın raconu bozuldu.

Kabadayı yasasıdır.

En güçlü ve büyük, ötekiler arasındaki sorunları çözer. Hükmü çift oluklu Bursa bıçağıdır. Uymayan madara olur.

Yâni o en büyük ve en güçlünün cezasına uğrar.

Kabadayılık dönemlerinde buna racon denirdi.

Ama günümüzde içimiz dışımız yabancılaştığından kabadayılık  da yabancılaştı. Artık bütün turfalar racon değil, karizma kullanıyor.

Devran sana uymazsa, sen devrana uyacaksın.

Biz de uyalım.

Karizma çelik zırhtır.

Kesin ve keskin dokunulmazlık sağlamakla yetinmez. Dünyaya nizamat verme hakkını da teslim eyler.

Çünkü sahibinin büyüklüğüyle gücü genel kabûl görmüştür.

Örneğin ister Sokrat'la Eflâtun'un tanımına uygun bir bilge... İster günümüzdeki gibi bir kovboy olsun. ABD başkanının karizması vardır. Tartışmaya kalkışan bizcileyin baldırı çıplaklar çarpılır !..

Değil mi ?

Yabancı sözcüğe verdiğimiz yabancı örnek yeter sanırız.

Gelelim kendimize.

Aydın Doğan Beyefendinin karizmasını tartışan var mı ?

En bir büyük medyamızın, en bir büyük patronu diye bilinir !..

Fazlayı övdüğü görülmez. Ama eksiğin tamamlayıcısı olmazsa,  karabasanı olduğunu cümle âlem bilir. Yâni her ayıplı istediğini âbâd, istemediğini berbâd ettiğine inanır.

Beyefendi, Olimposun yüce tanrısıdır !..

Kafası kızar, hükümeti devirir... Canı çeker yenisini kurar !..

Ama her tanrı, her dem, herkeste geçerli olmaz.

Tam hükmünü yürütürken biri güce olmazsa da, akla, mantığa ve daha da önemlisi hakka dayanarak direniverir.

Karizma çizilir... Racon bozulur.

Örneklerin ikisi herkesin gözünün önünde.

İlki 57 Hükümet serencamı...

Ecevit'le Bahçeli çok yaşasın.

Tam devriliyorken sorunu en büyük kabadayı ya da karizmanın, Türkiye halkının önüne sürüverdiler.

Anha minha... Hile hurda... Tahmin tembih geçersiz.

Gerçek racon Pazar günü kesilecek.

Ve bütün zorbalar karşısında önünü ilikleyecek.

İkincisi daha bir revnaklı.

Beyefendi geçtiğimiz hafta tuttu, tek eksiği gazetesini yaşatma heves ve çabası olan İlhan Selçuk'a bulaştı.

İyi mi ?

İlhan Selçuk 13 Ekim günü Pencere'sinde medyada tekelleşme tehlikesine ilişkin bir yazı yazdı.

Konumuz onun atışması değil.

Meraklısı bulur o Cumhuriyet'leri güzel güzel okur.

Aydın Doğan beyefendi, 24 Ekim'de aynı köşede bu yazıdan hem alındığını hem gücendiğini açıklayan uzun bir mektup yayınladı.

Hitit tabletlerinde, "tanrılar gücenince dehşetli kıyım... Kırım... Ve felâketler başgösterir," yazılmakta... Beyefendi Olimpos'un yüce tanrısı, basın emekçilerinin tamamı da çalışanları gibi pâyen ya !..

Çokça beğeni... Epeyce savunu... Azbiraz tehditle gücenikliğini ilân etmekte sakınca görmedi.

Ah şu İlhan Selçuk !..

Ayıbından utanan... Eksiğinden ürken... Ya da itaati çıkar sayan biri oluverse ne iyiydi.

Meğer değilmiş.

Hemen ertesi gün, ister yanıt deyin... İster öğüt. Hiç savunmaya girmeden... Hiç alttan almadan ince ince alay da ederek, öyle bir girişti... "Aydın Doğan'ın dostu olan, bu gerçekleri dile getirmelidir; yoksa Aydın Doğan'a zarar verir." Diye öyle bir bitirdi ki... O güne dek sapasağlam görünen çelik karizmayı baştan ayağa çizdi. O ürkünç raconu bir daha onarılmaz biçimde bozdu.

Buna bir de 3 Kasım şamarı eklenirse, seyreyleyin gümbürtüyü.

Çünkü karizma çizik... Racon bozuk kaldırmaz.

Şunun şurasında beş gün kaldı.

Hele halkın Osmanlı tokatı da bir patlasın.

Aydın Doğan ve benzeri beyefendilerle, hanımefendilerin nasıl madara olduklarını hep birlikte izleriz.

 

Anket Partisine Kapatma

 

Bir hukuk devletinde yasalar gereksinime göre değişir.

Ama değişinceye kadar her yurttaş onlara uymak zorundadır.

Uydurmak yükümünde olanlar ürker... Korkar... Çekinir... Ya da çıkar sağlayarak uydurmaz, o başka.

Ama uyduracak çıkarsa, yandı gülüm keten helva.

O ana kadar yasaları hiçe saydığını sanan, anhayı minhayı anlar.

Ya içerde af beklemekten gözleri göverir... Ya dışarda vapur işportacısına özenir.

İstanbullular bilir.

Vapurda işportacı istimini almış... Kolay sokuşturamayacağı bir malı satmanın binbir dilini dökmektedir. 

Birden görevli girer. Vapurda satışın yasak olduğunu söyler.

Seninki bir yandan işportasını toplar... Bir yandan keskin bir muhalefete girişir.

İşsizlik, yokluk ve yoksunluk kol gezerken, ekmek parası için canını dişine takan yurttaşın yaşam hakkı elinden alınmakta... Alın teriyle kazanması engellenmekte... Acımasızca mağdur edilmektedir.

Memur bunca cinaslı lâftan ürkerse, çeker gider.

Yok görevinin adamıysa kös dinler işportacıyı salondan atar.

Her ikisi de, işportacının işine yarar.

Memur gidince hemen... Atmışsa bırakır bırakmaz tezgâh açılır.

Salonda az önce satılan mala dudak büken düzene öfkeli bir nice avanak varsa, tufaya gelir. Az önce beğenmediğini bayıla bayıla alır. İşportacı ummadığı bir satışla iskelede mal tazeler.

Eh herşeye karşın Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir.

Ne iyi ki arada, yasaları uygulayan görevlilere de sahiptir.

Daha önemlisi Anayasa Mahkemesiyle, Yargıtay Başsavcılığı, epeydir iktidar partisini kapatacak ölçüde titiz davranıyor.

Ama sözde mağduriyeti kazanç kapısı haline getiren tatmış bir kere. Sürekli işportacılığa sıvanıyor.

Oysa örnek önünde.

Milli Nizam... Milli Selâmet mağduriyetlerinde büyüye büyüye iktidara gelen Refah Partisi, hakettiğine inanılan sopayı yiyince, hem başını yitirdi. Hem Fazilet tezgâhında satışı azaldı.

Karşılaştıran görür. Yüzde 6 oy yitirdi.

Üstelik siyaset dışına atılan ustayla çırağın kavgası tezgâhı... Pardon partiyi ikiye böldü.

İşte tam bu sırada uygulama hoşnutsuzları... Güçlünün hükmü zayıfa geçer fetvasınca mı ? Geçmiş deneyimlerden edindikleri güven nedeniyle mi ? İmaj parlatma kuruluşu Verso'nun saman altından su yürütme becerisi mi ? Her kezinde kandırılmışlık duygusu mu ?

Her neyse, ustayı bırakıp çırağa yöneldiler.

Eh bu kadar hoşnutsuz... Üstelik bir de varsıl... Ve muhalefete... Hatta hükümet devirmeye sıvanıp yüzüne gözüne bulaştırmışsa... Aklı nice kıt olsa adına sopaya yatacak birini arar.

Doğalı odur ki, bu işi en iyi acemi yapar.

Hele bir de kazanç gösterilirse, daha da iyi yapar.

Türkiye hünerbazlar ülkesi.

Parayı bastırdın mı, balonun daniskasıyla 80 günde devriâlem olmazsa, 180 günde arş-alâya çıkarsın.

Hele bir de kaynağı belirsiz bir rivâyet veya anket, yemin billâh bu hayâli doğrularsa ?!

Memur da, mağdur da hazır demektir.

Herhangi bir partiye üye bile olamayan gönüllü, tutar da o anket  partisine başkan olursa, sopayı kendi eliyle getiriyor demektir.

Eh Başsavcı Kanadoğlu, sopayı kapmakta mâhir.

Anayasa Mahkemesi falakaya yatırmakta fütûrsuz.

Çırak, ustasının hâli pürmelâlinden hiç ders almamış.

Düzen hoşnutsuzları can derdiyle azmış mı azmış...

3 Kasımda sopayı halk vurmazsa, sonrasında vuracaklar da belli

Eee, gerisi mi ?

Onu da Demokrasiyi işporta tezgâhında mal sananlar... Ya da  yasaları hiçe sayarak, yasa koyuculuğa kalkışanlar düşünsün.

 

 

Fukuyama'nın Fujiyama'sı

 

İşadamlarımız sağolsun !..

Japon asıllı, Amerikan nesilli Fukuyama nam şeamet tellalını çağırdılar da, bir güzel falımıza baktırdılar.

Bu sayede tarihin sonunu getirenden, AB hevesinin de sonuna geldiğimizi öğrenip bir güzel rahatladık.

Öyle ya !..

İşadamlarımızın allayıp pulladığı radikal İslâm Avrupa faşizmi gibiydi. Kayserili eşeği bir nice boyasa, ondan çok daha kurnaz ve kıyım deneyimlisi lâik, insan haklarına saygılı ve demokrat Avrupa'ya yutturamazdı. Bu yüzden AB, AKP.nin temsil ettiği bir Türkiye'yi kesinlikle içine almazdı. Ama Türkiye en azından Avusturya kadar demokratsa.. Seçimi kazanıp iktidar olamayan Haider örneğine benzer bir yol bulup AKP.ni sistem dışında bırakmamalıydı.

O zaman AKP gibi güçlü markalarla güçlü ülke imajı çizerdi.

Siz bu falın neresinden tutarsınız bilmeyiz.

Ama Japon asıllı, Amerikan nesilli Fukuyama'nın, 1876'da son kez püskürdükten sonra da Japonya'nın ünlü Fujiyama'sına özendiği kesin. O da en son 1990'lı yıllarda püskürdü. Olaylar yalanladıkça kabuğuna büzüldü. Ama bizim akıldanelere, AB hüsranını unutturacak yeni kâbus senoryaları gerekince yeniden havaya girdi.

Eh, getiren de, konuşturan da sağolsun.

Onun akıllarına uyanların da varsın yolları açık olsun.

Kılavuzu karga olanın, burnunu korunmak bize mi düştü ?

 

 
sayfa başına dön