Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


ÇİMDİK

Bir Seçimin Anatomisi

 

Sonuçlar daha çok taze.

AKP birinci... CHP ikinci... Ve istediğiniz kadar altalta, yanyana, üstüste koyun üçüncüsü yok !..

2 Kasım akşamına kadar en az 15 başbakan adayımız vardı.

3 Kasımda dananın kuyruğu koptu.

4 Kasım sabahı Başbakan belirsizdi... Belki siz bu satırları okurken de belirsiz.

Ne kadar ilginç !..

Ve bu ne büyük bir güç. Seçmenimiz, yasa açısından başkansız bir partiyi tek başına iktidar eyledi.

Şimdi sıra halkın istenciyle, Devletin kabûlüne geldi.

Artık Meclis'te başkanından yoksun AKP birini öne sürecek.

Cumhurbaşkanı atarsa, hükümet kurulacak. Sanmıyoruz ya, bir başkasını atarsa, gerginlik belki de ipi erkenden koparacak.

O gelecek günlerin işi.

Biz, görünen köye nasıl geldiğimizi şöyle bir kurcalayalım.

İlk çimdik çimdikçiye.

Dehşetli bir tasfiyeyi daha başında gördü.

Erol Toy'un Apaçık'taki tahlil çabalarına dayanarak bu seçimde sağ ve sol kanatların oluşacağını savladı.

Ama, 1999'da yüzde 56 oy almış iktidar partilerinin Seçim tarihimizin en büyük toprak kaymasıyla yüzde 40 oy yitirip yerle bir olacağını göremedi.

Ve koskoca bir çimdiği haketti.

Oysa halk, hem merkez sağ ve sol kanatlarını kurmakta... Hem kendi demokratik kalkınma ve gelişme istencini... IMF ya da AB'ne değil  kendi emek ve çabasına dayanarak yaşama geçirecek bir Meclis arayışında olduğunun işaretini 1999'da vermişti.

İktidar partilerinden o istence uygun davranış bekliyordu.

Yandaş ya da karşıt, kendine başka IMF... AB ve ABD.ne başka görünen kim olur olsun, oy vermeyeceğini daha seçimin lâfıyla ortaya koydu.

Ne var ki, IMF gırtlağına kadar borç içindeki hazinenin tüm varlıklarını rehnetmekle yetinmedi. Halkın midesindeki lokmayı da çekip alacak müshil hapını iktidara içirmeyi başardı.

Kemal Derviş'li CHP'nin düş kırıklığının kaynağı bu olmalı.

IMF reçetelerinin acı sonuçları görüldüğünden beri yaşananları şöyle bir sıralarsak, sonucun başından belli olduğunu görürüz.

Başta IMF... Türkiye'yi ona muhtaceden her güç odağı.. Geçmiş iktidarlar... Muhalefeti o gitsin ben geleyime indirgemiş partiler... İşini yapacağına vurgun ve soygun düzenleyen iş ve düşadamları... Bölük pürçük bir sol... En doğruyu kendinin bildiğinden emin bilgiçler bu toplu tasfiyeyi seziyor. Ama galiba konduramadıkları için, son anda halkın acıma duygusundan pay almayı umuyordu.

Oysa şamar göstere göstere geldi.

Hem de seçim sürecini başlatacak girişimlerle.

O girişimlerin sahiplerinin çoğuna da, göstere göstere.   

Geçtiğimiz 6 ayın bütün komplo ve kolpoları İnadına'nın elinden geldiği... ilginiz oranında sıcağı sıcağına bilginize ulaştı.

Her halde unutmamışsınızdır.

Mayıs 2002 başında AB kıbrıs... ABD Irak için baskılarını bunaltacak ölçüde yoğunlaştırır.

O sırada Başbakan hastalanır.

Ve araba yokuşaşağı yuvarlanmaya başlar.

TÜSİAD ve hempaları anında kolları sıvar.

"Veliaht" isteğiyle kazan kaldırırlar.

Liderliğin miras yoluyla geçmeyeceğini öğrenirler.

"Vekil" diye tuttururlar.

Anayasanın izin vermediğini görürler.

"SAM"a kamuoyu araştırması yaptırırlar.

Sonuçları Prof. Dr. Seyfettin Gürsel'e inceletirler.

Ortaya tam anlamıyla bir dehşet senaryosu çıkar.

AKP tek başına iktidara gelecek... Hatta Meclis'te mutlak çoğunluğu sağlayıp Anayasayı bile değiştirebilecektir.

Çalışmayı yüklenen kodamanlar heyecan ve telâşla başta Genelkurmay II. Başkanı Yaşar Büyükanıt olmak üzere... MGK genel sekreteri ve kendilerince ilgili "yerlerin" kapısına dayanırlar.

Aylardan Mayıstır.

Besbelli amaçları bir askeri darbe... Ve sonrasında, ABD ve AB.ne uyumlu bir hükümet oluşturmaktır.

Asker kös dinler.

Ama AB ve ABD.ne uyumlu yandaşları kararlıdır.

Başıbozuk darbesine soyunurlar.

Ve soyunur soyunmaz basın-yayın mutfakları... Entel kulisleri... İktidar hevesine kapılan yeteneksiz muhteris klüpleri... Bütün güç odaklarının bütün lobilerinde cadı kazanları kaynamaya başlar.

Hasta Başbakan, halkın kabaran öfkesini yatıştırmaktan âcizdir.

Bu oluşumun ilk zilini, 26 Mayısta Hürriyet'te Emin Çölaşan "Ecevit'e açık mektup"la çalar ;  

"Sayın Başbakanım," diye başlar.

"Siz Türkiye'ye insan ve devlet adamı olarak büyük hizmetler yapmış bir insansınız. Bugünkü koalisyon hükümeti sizin güçlü, dengeli ve sağduyulu kişiliğinizle ayakta duruyor. Bu işi 3 yıldan beri siz götürüyorsunuz. Türk siyasetindeki öneminizi herkes biliyor.

Ancak ne yazık ki, son zamanlarda sağlığınız bozuldu. İnsanız, bu bir gün hepimizin başına gelecek. Hastalık ve sağlık hepimiz için.

Bu mektubu yazarken inanın üzülüyorum."

Sözleriyle incitmek istemediğini belirttikten sonra, hastalığın engellediği bir takım görevleri sıralayarak ; "Bir vatandaş olarak sizden istirhamım şudur :" diye sürdürür.

"Kendinizi düşünmezseniz bile, hiç değilse ülkeyi düşünerek, bir süre için bu görevi vekâleten başkasına devretmeniz bence iyi olacaktır. En normali, doğal olarak Başbakan Yardımcısı ve partinizin mensubu Hüsamettin Özkan'dır. O takdirde hiç kimse bir şey diyemez. Takdir sizindir. Bir başkasını seçebilir, hatta belki başka bir çıkış yolu bulursunuz.

Bir süre daha tedavi görür, dinlenir ve iyileştiğiniz takdirde görevinizin başına yeniden dönersiniz. Olmazsa, başka çözümler daha sonra düşünülür. "

Ne var ki, 2 gün sonra Başbakan bir basın toplantısı düzenler.

Aynı Emin Çölaşan, 29 Mayıstaki yazısına ;

"Bir başka Ecevit!" Diye başlar.

Kendi durum ve düşünceleriyle toplantı yerinden söz ettikten sonra ;

"Ecevit zamanında geldi ve önündeki yazılı metni okumaya başladı."

Diye sadede gelir ;

" Muhteşem... Dört dörtlük.

Çok ufak şeyler dışında ne bir tekleme, ne dil sürçmesi, ne bir yanlış okuma. Bu fasıl yaklaşık yarım saat sürdü. Sıra, sorulara ve Ecevit'in vereceği yanıtlara geldi.

Yine muhteşem. Yine pırıl pırıl bir bellek, düzgün bir konuşma.

Gözlerimi kapıyorum, sanki 1970'li yılların Karaoğlan'ı Ecevit'i dinliyorum.

Sorulara düzgün yanıtlar veriyor."

Tanıklığının hemen ardından, yeniden suyu bulandırır.

"Sadece sağlığı konusunda fazla bir açıklama yapmıyor. Bundan özenle kaçınıyor.

Bir ara ağzından mı kaçırıyor bilemem, "nörolojik" yani beyinle ilgili rahatsızlığından söz ediyor ve " Allah kimseye vermesin" diyor."

Ve bombasını patlatıyor ;

"Basın toplantısı bitiyor. Çıkarken gazeteciler aramızda konuşuyoruz. Herkesin görüşü aynı noktada birleşiyor :

Belli ki bir saat önce hastaneye giden Ecevit'e doping yapılmış veya ilâç verilmiş. Bu bir ilâç mı, yoksa iğne mi ? Elbette bilemiyoruz... Çünkü dün çok önemliydi. Televizyonda milyonların önüne çıkacaktı ve burada yapacağı hataların sonucu ağır olurdu."

Yetinmiyor.

Kuşku tanıklığını çoğaltıyor ;

"Bütün gazeteciler aynı görüşteydik.

Bir insanın bir gün arayla böylesine 180 derece farklı olması ve iyi görünmesi, gerçek bir tıp mucizesiydi.

İnşallah yanılırız, mucize devam eder ve Ecevit bundan sonra hep böyle olur."

Olmuyor.

Ama, AB ve ABD lobisi kararlıdır.

Haziran yepyeni bir senaryoyla başlar.

Başbakan istirahatlidir.

Meclis tatile girer.

Ama DSP.nin devşirme gurubunun yarısı ya can kaygısına düşmüş... Ya ikbâl telâşına düşürülmüştür. Milletvekilleri üçer, beşer ama, toplu istifalarla yeni bir parti kurmaya yarışır.

Amaç bellidir.

Ecevit istifa edecek... Anayasa gereği Hükümet düşecek... Yeni oluşumun önderliğinde, yeni bir Hükümet kurulacaktır.

Ecevit resti görmüştür.

Misyonunu tamamlayacaksa, iç ve dış dayatmalarla değil, kayıtsız koşulsuz egemen halkın istenciyle olmasını yeğler.

Usullacık " seçimin ucu göründü," deyiverir.

Bahçeli, işareti kapar.

MHP gerçek bir ideolojik parti sınavı verir.

Hem istifayı önler. Hem sapasağlam durur.

Meclisi olağanüstü toplayarak, erken seçimi 3 Kasıma çekiverir.

Başıbozuğun darbesi, halkın şamarıyla burun buruna gelmiş... Üstyapıda yüze göze bulaşanı altyapıya temizletme uğraşı başlamıştır.

Ve o günden, 1 Ekim... Hatta Anayasa Mahkemesi de sayılırsa 21 Ekime kadar, üstyapıda tam anlamıyla belirsizlik egemen olur.

Ama dehşet senaryosunu hiçbir şey engelleyemez.

Bir yandan seçim takvimi işler.

Bir yandan erteleme çabası sürer.

İşte bütün kurtlar da o dumanlı havaya bürünür.

18 Temmuz'da Hürriyet güç odaklarını bir kez daha uyarmak için olsa gerek Erdal Sağlam'ın kaleminden, TÜSİAD'ın dehşet senaryosunu kamuoyuna açıklayıverir.

Ama ne umulan, ne istenen olur.

Üstyapıda işe yaramayan sopa, halkın eline geçmiştir.

Bir yandan seçenek aranır. Bir yandan öğütler sıralanır.

İlk maya 19 Temmuzda hamura katılır.

Hürriyet Ertuğrul Özkök'ün kaleminden ; "Yedinci Senaryoyu Okuması Gerekenler"de Recep Tayyip Erdoğan'a, "meşruiyet" talkını verir. Melih Aşık Milliyet penceresinde, "Seçim sonrası tablo"sunu çizerek... "ANAP ve MHP  baraj altında kaldığı takdirde, AKP yüzde 26 oyla 278 iskemle kazanarak tek başına iktidar şansı yakalayabilmektedir." Salkımını, anlayanlara sunar.

Pandora'nın kutusu açılmıştır.

Halkın gücünün bir pınar gibi fışkırması kaçınılmazdır.

Fatih Altaylı Uzan'larla uğraşırken gecikmiştir.

Ancak 23 Temmuz Hürriyet'inde "DSP'nin bitikleri Derviş'e sarıldılar" başlığıyla koroya katılır.

 " Herkesin kafasında sorular var," diye girişir.

" Ecevit aynı Ecevit, Rahşan aynı Rahşan, DSP aynı DSP. Bu kopuşlar neden şimdi ? diye soranlar haklı. Neden çok açık. DSP artık yok.

Yeni oluşumcular ayrılsa da yok, ayrılmasa da yoktu.

Oy oranı yüzde 4'lere inmiş, her geçen gün daha da inen bir parti.

Batan bir gemi." Derken Ertuğrul Özkök ; "Bazıları Buna Koltuk Sevdası Diyor,"da, tatlı anılarla sürdürdüğü yazısını ; "Sonuçta er veya geç Ecevitler, ülkeye pahalıya mal olan bu ihtiraslarının bedelini ödeyecekler." Diye bitirir.

Ama başka kimlerin ödemek zorunda kalacağını açıklamaz.

Milliyet baldır-bacak gecikmesini tez kapatır.

Anadolu'ya çıkardığı tırlarla TÜSİAD senaryosunu doğrular.

5 Ağustos'un üç sayfası tır notlarıdır.

Samsun tanığı Sami Kohen... "Çaresiz vatandaşın umudu AB olmuş." Ercan Güven : "Herkesin gözü yenide..." Abbas Güçlü "Kararsız, tepkisiz insanlar diyarı..." Diye kestirip atmaktadır.

Hasan Cemal'se ;

"Tırlamaya geçen Perşembe günü başladık." Diye girişir.

"İzmit,Bolu, Karabük,Kastamonu ve Sinop'tan sonra dün Samsun'daydık. Yani dört günde altı kent. Siyasetin nabız atışları neydi ? İlk izlenimler :

1) Tayyip'in AKP'si genellikle bir.

2) CHP yükselişte.

3) Doğru Yol var.

4) Daha çok Yeni Oluşum diye çağrılan Yeni Türkiye'ye ilgi görülüyor. Bu arada Kemal Derviş'in ne yapacağı, İsmail Cem'in yanına gelip gelmeyeceği izleniyor.

5) Derviş'in birleştirici çabaları destek görürken, solda birlik çağrıları çok sık duyuluyor.

6) Avrupa Birliği'ne uyum yasaları çıktıktan sonra geldiğimiz Sinop ve Samsun'da Türkiye'yi AB içinde görmek isteyenler büyük çoğunluktu. ANAP lideri Yılmaz'ın çabaları genel takdir görüyordu. Ama bunun ANAP'a ne ölçüde oy getireceği konusunda farklı görüşler vardı.

7) Koalisyon ortağı partiler içinde en büyük darbeyi Ecevit ve DSP'nin yediği hemen anlaşılıyordu. DSP'yi ANAP izlerken, MHP'den özellikle Tayyip'in AKP'sine oy kanaması olduğu anlaşılıyordu."

Aynı gün aynı sayfada Serpil Yılmaz'sa Samsun'u ; "Burada adeta herkes 'Derviş' " Diye tanımlıyor... Hürriyet, 12. Sayfasına Niğde'den "Elveda Devlet." Iğdır'dan "Sevilen valiyle savaş MHP'ye kaybettirmiş." Bayburt'tan " Hoca sığınırsa Bayburtlu seçer," başlıklarını atıyordu.

Ve aynı gün Cumhuriyet'ten Yalçın Doğan ;

"Krize Ek: Demokrasi mi, Yoksa Macera mı ?.."

Başlığıyla giriyor ; "Üç hükümet partisi DSP, MHP ve ANAP bitik !.. Onları bitiren de seçimin bir yıldır odaklandığı tartışma, yani ekonomik kriz.

AB yolunda attıkları tarihsel adım, DSP ve ANAP'taki tükenişi önlemeye yetmiyor.Çünkü, halkın ezici çoğunluğunun temel ve vazgeçilmez sorunu,  

Ekonomik krizde düğümleniyor. AB yasaları dahil, hiçbir adım, hiçbir karar ekonomik krizin önüne geçemiyor. Dolayısıyla halkın ilk tercihi şimdiden belli : DSP, MHP ve ANAP dışında !.."

12 Ağustosta Cüneyt Ülsever Hürriyet'te; "Rakamlar siyasetteki telaşı açıklıyor," başlığıyla ; "SONAR'ın son seçim anketindeki neticelere bir göz atarsanız, bu apansız telaşın nedenini daha açık anlarsınız.

Geçen hafta yapılmış ankete göre ; AKP: % 23, YT: % 10.5, CHP: % 8.5, MHP: % 7.3, DYP: % 6.1, ANAP: % 5.9, DSP: % 4.9, SP: % 3, diğer: % 7.8, cevap vermeyen % 17 !" tablosunu çizer.

20 Ağustos Cumhuriyet'inde Ali Sirmen ; "AKP İktidarını Yaşamak" başlıklı yazısına ; "3 Kasım seçimleriyle ilgili çeşitli kamuoyu yoklamalarının ortak yönü, hepsinde AKP'nin birinci parti olarak görülmesidir.

Anketler, Tayyip Erdoğan'ın partisinin taban oyunun yüzde 20 veya biraz üstünde olacağını öngörüyor.

"Hemen belirtmek gerekir ki, seçime daha 2.5 ay var ve geçen süre içinde sonuçları etkileyecek gelişmeler olabilir.

Ancak bu gelişmeleri fazla abartarak bugünden yarına bir mucize olacağını sanmak da yanlıştır." Diye sürdürüyordu.

Taha Akyol'sa 23 Ağustos Milliyet'inde ; "Merkez sağ, AKP ve CHP" başlıklı yazısına ; "AKP'nin bütün anketlerde açık farkla birinci parti çıkması, seçmen kitlesindeki büyük kaymanın göstergesidir.

AKP büyüdükçe öteki sağ partiler daralıyor. TÜSES'in geçen nisan ayında yaptığı araştırmaya göre, 1999 seçimlerinde MHP'ye oy vermiş seçmenlerin yüzde 32'si bu seçimde AKP'ye oy vermeyi düşünüyor.

ANAP ve DYP'ye oy vermiş olanların ise ayrı ayrı yüzde 17'si bu seçimlerde AKP'ye yönelmiş bulunuyor." Yorumunu getiriyordu.

1 Eylülde Deniz Kavukçuoğlu'nun Cumhuriyet'teki Pano'su ;

"Kamuoyu araştırmaları Demokratik Sol Parti'nin 3 Kasım seçimlerinde yüzde 10'luk barajı aşamayacağını gösteriyor." Dedikten sonra 1 Ekim'de tam tersi gerçekleşen gizi açıklıyordu ; "Bu nedenle başta sayın Ecevit olmak üzere partinin yöneticileri ve milletvekilleri seçimleri erteletmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Başaramıyacaklarını görünce "ittifak" yollarını, "güç birliği" yollarını deniyorlar. Ne var ki Siyasi Partiler Yasası seçim ittifaklarına izin vermiyor. Bu nedenle "ittifak", "güç birliği" derken "iltihak" demek istiyorlar. Yani katılımlarla kalabalıklaşıp güçleneceklerini, barajı aşabileceklerini umuyorlar. Yanılıyorlar," diyordu. 

     Bundan 9 gün sonra 9 Eylül'de Emre Kongar, aynı Cumhuriyet'te "DSP Sürpriz Yapabilir" başlığıyla katıldığı bir işçi toplantısının genel havasını aktardıktan sonra ; " Sevgili okurlarım, benim bu toplantıdan aldığım izlenim, şu anda ortada dolaşan araştırmalara göre barajın çok altında görülen Ecevit'in, barajı aşma şansının hiç de öyle gösterildiği kadar düşük olmadığı." Görüşünü Rahmi Koç'un ; "Kamuoyu araştırması büyük teknik ister. Seçimden sürpriz çıkabilir," varsayımı izliyordu.

30 Eylül Milliyet'inde, Tarhan Erdem ;

"CHP farkı kapatabilir," açıklamasını !..

"3 Kasımda sandıktan AKP, CHP ve GP çıkacak" diye tamamlıyordu !..

1 Ekim 2002 Meclisi aç-kapa yaparak tatile girer.

Dayatma fanatikleri hız kesmemekte kararlıdır.

3 Ekim'de Yalçın Doğan Cumhuriyet'te ;

"Tarihin En Büyük Yaprak Dökümü..."nden söz eder.

"Eğer mucizeler gerçekleşmez ise 3 Kasımda DSP, ANAP, YTP, SP mutlaka barajın altında. MHP ile DYP ise hayli zorlanıyor. Bunun kişiye dönük tercümesi, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, İsmail Cem ve Recai Kutan Meclis dışında kalıyor," diyordu.

Ertesi gün 4 Kasımda yâni aynı Cumhuriyet'te Aydın Engin, Yalçın Doğan'ın yukardaki hükmünü biraz daha geliştirerek MHP ve DYP'nin de baraj altında kalacağını öngörüyordu.

Ertesi günün Yalçın Doğan'ı kaygıyla.

"Tepki Oyları AKP ve GP'ye...Ya CHP'ye?.." Sorusunu soruyor... Aynı gün saat 23.oo'te CNN Türk'ün Yavuz Baydar'la düzenlediği programda içini rahatlatacak yanıtı alıyordu.

SAM yöneticileri, Hasan Cemal ve Ali Bayramoğlu ile bir araya gelerek ;

Sade AKP, CHP ve Genç Parti'nin Meclise gireceği... Ötekilerin tamamının baraj altında kalacağının altını çiziyorlardı.

6 Ekim Hürriyet'inde Sedat Ergin ;

"Anketlere yansıyan seçmen eğilimleri"ni değerlendiriyor... "AKP'yi açık farkla birinci ve belli bir farkla CHP'yi ikinci" ilân ediyordu.

Bunun üreteceği boşluk 11 Ekim Cumhuriyet'inde Yalçın Doğan'ı "20 Milyon Oy Temsil Dışı" kaygılarına salmıştı.

Ama Hürriyet'te eski Büyükelçi... Eski Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, o tür kaygılara hiç prim vermiyor. 12 Ekim'in "Bu garip ortamı," üstâda; "AKP ile CHP arasında bir koalisyonu en cazip formül olarak gösteriyor"du.

Formül tutmuştu.

Cüneyt Ülsever'in Hürriyet'te 16 Ekimde başladığı "Bir 3 Kasım analizi" 2 gün boyunca iki partinin birbirlerine yakın ve uzak noktalarını inceliyor... Ekselânsın formülünün tutarlılık ve geçerlilik kanıtlarını sıralıyordu.

Aynı gün Hürriyet'in "Gündem"inde 900 bin tarikat oyunun hangi sağ partiler arasında bölündüğü vardı.

Milliyet'e ise Hasan Cemal;"Damardan popülizm ya da GP'nin yükselişi" ni anlatıyor. Taha Akyol 17 Ekim Milliyet'inde "AKP'nin arkasında ne var ?" dizisine (Bir feryat)la başlıyor. "Eziliyorum !" diyenlerin AKP'de toplanmasının gerekçelerini 5 gün boyunca uzun uzun sıralıyordu.    

18 Ekim Hürriyet'inde Sedat Ergin miting alanlarından etkileniyor ve yazısını ; "DYP Lideri son tahlilde, seçime ilişkin belirleyici eğilimlerin 3 Kasım'dan önceki son bir hafta içinde şekilleneceğini ve çekişmenin DYP ile AKP arasında geçeceğini söylüyor." Diye tamamlıyordu.

Aynı gün Milliyet'te Güneri Civaoğlu ; "Hayırlara vesile mi ?" diye başlıyor ; "Kamuoyu araştırmalarına göre AKP yüzde 30'larda... CHP ise yüzde 20'lerde. Diğer partiler barajı aşamazlarsa 3 kasım seçimleri AKP'ye tek başına Anayasa değişikliği yapabilecek sayıda milletvekili kazandırabilir; AKP 400, CHP 150..." Kâbus senaryosunu yineleyerek ; "Türkiye'nin 1923'ten bu yana, 80 yıllık çizgisinde fay kırılması mı ?

Hiper deprem mi ?" Diye soruyor... Ve 19 Ekimde "Ruh Çağırmak !"la AKP.ne öğüt veriyor... Anlaşma zemini arıyor... Hasan Cemal'se "Siyaset neden enkaz yığını ?"

Hürriyet'te Emin Çölaşan ; "Kurt kocayınca" köpeğin maskarası olacağını Ecevit'e anlatmaya uğraşıyor... Cumhuriyet'te Yalçın Doğan kaygıyla ; "Sürpriz: Genç Parti CHP'yi Yakalıyor mu?" Kaygısıyla; "Son araştırmaların ortaya çıkardığı olasılıklar iç karartıcı.

Eğer, MHP ve DYP barajı aşamazsa, AKP tek başına iktidar !.. Altını çizmekte yarar var, bugün için, MHP ve DYP hâlâ baraj sınırında debeleniyor. Bu sonuç AKP'ye yarıyor.

Buna karşılık eğer, MHP ve DYP barajı aşarsa, o zaman Meclis'e AKP, GP, CHP, DYP, MHP giriyor ki, bu durumda AKP-GP koalisyonu gündeme gelebilir !..

Bunlar birer varsayım. Ama, son araştırmalara dayanan varsayımlar. Yani dayanağı olan olasılıklar.

AKP-GP koalisyonu?..Yandı gülüm keten helva!..Ne Türkiye olur ama!.." Demekten kendini alamıyordu.

Ama ertesi gün Milliyet, birinci sayfasındaki renkli fotoğrafla ; "CHP tarihi rekor kırdı" müjdesini haberleştiriyor... İzmir mitinginde toplanan seçmen sayısının bütün partilerin iki katı olduğunu kanıtlamak için... Tayyip Erdoğan'ın Şanlıurfa'da 5, Diyarbakır'da 10 bin... Muhsin Yazıcıoğlu'nun Aydın'da 700... Tansu Çiller'in Adapazarı'ında 4 bin... Erbakan-Kutan'ın Bursa'da 4, Ankara'da 2 bin... Devlet Bahçeli'nin Kırklareli'de 4, Tekirdağ'da 3 bin... Mesut Yılmaz'ın Samsun'da 10 bin... Murat Bozlak-Akın Birdal'ın İzmir'de 10 bin... Haydar Baş'ın Erzurum'da bin kişi toplayabildiğini belirtirken, Deniz Baykal'ın Eskişehir'de 5, İzmir'de 80 bin kişi topladığı karşılaştırmasını yapıyordu.

24 Ekim Hürriyet'inde Bekir Coşkun alıyor ; "Hayalet Seçmek" başlığıyla seçimi kazanacak AKP'nin Başbakan adayı bulunmamasının enfes bir ironisini yapıyor... Milliyet'te Hasan Cemal, "Sekiz anket, sekiz sonuç!"taki bileşenleri toplayarak ; "AKP inip CHP çıkabilir," dedikten sonra yazısını ; " Bir ve iki numara belli:

AKP ile CHP.

Ötekiler baraj savaşında...

Ne düşünüyorsunuz ?" Diye bitiriyordu.

26 Ekim'de yine Milliyet'te Güneri Civaoğlu ; "3 Kasım ve son" başlıklı yazısında ; "AKP kendi artıları nedeniyle değil diğer partilerin eksileri nedeniyle ipi göğüslemek üzere koşuyor. Şu satırlar yazılırken Kamuoyu araştırmalarına göre birinci parti görünen AKP, ikinci parti CHP'nin neredeyse iki katına yaklaşan oyu alacak gibi görünüyordu.

AKP tek başına iktidar olabilir." Bankosunu ; "Yeter ki... Son bir haftada yüzde 6 oy yitiren ve barajın kıl payı üstündeki GP daha da aşağılara düşmesin... Baraj altında kalmasın." Dileğiyle bitiriyor.. Taha Akyol;"Din, siyaset, hukuk"ta AKP ile SP'ni karşılaştırıyor... Hurşit Güneş ; "AKP sağanağına karşı CHP sığınağı"na yığılmanın erdemini anlatıyordu.

Ama 27 Ekim Hürriyet'inse Muharrem Sarıkaya, "Anketçilerin Anketi"ni yaparak, yüzde 8'e varan farklardan söz ediyor... Erhan Karaesmen 26 Ekim'de Cumhuriyet'te anketlerin doğruluğunu belirttiği dizisini 28 Ekimde bitirirken ;

"Bu satırların yazarınınki dahil, çeşitli kesimlerden yurtsever, dürüstlük ve ulusallık yanlısı epeyce bir yurttaşın, CHP'ye, bazı kızgınlıkları da olsa, bu seçimle ilgili temennileri CHP'nin birinci parti olmasıdır. Hatta tek başına iktidar olabilmesidir." Dedikten epeyce sonra ;

"Bu yazı dizisi boyunca iki kez değinilmiş olan yurttaş sessizliği ve suskunluğunun tahmin edilenden daha büyük bir kararlılık psikolojisine işaret ediyor olması durumunda ve ilk kez oy kullanacak 3.5 milyon genç seçmenin siyasal davranışlarındaki belirsizlik dolayısıyla, yukarıda yürütülen ve kendine göre belli bir rasyonelliğe sahip açıklamaların dışında seçim sonuçlarına yol açılması durumuna da varılabilir.

Her durumda Türk yurttaşının ülkesine bağlılığı ve ilk bakışta kendini çok fazla belli etmeyen o derin sağduyusunun günün koşullarına uygun bir seçim sonucuna götüreceğine inanılmalıdır. "

Diyordu.

Seçimin sonuçları ortada.

Şamarı patlatan kayıtsız koşulsuz egemen.

Onu da çimdikleyecek halimiz yok ya !..

 

 
sayfa başına dön