|
|
Görevimiz
Tehlike!
ERGİN
YILDIZOĞLU
Bugün, ABD'nin ''terorizme karşı
savaşta'' kullanmaya hazırlandığı yeni örgütlerden ve
tekniklerinden söz açmayı düşünüyordum. Ama seçimlerin sonuçları
o kadar anlam yüklü ki, onlar üzerine de bir şeyler yazmadan
edemeyeceğim.
P2OG
Geçen hafta Los Angeles Times 'da,
William M. Arkin imzalı, ''Gizli Savaş'' başlıklı bir
araştırma yayımlandı. Savunma analisti, Arkin, Savunma Bakanlığı'nın
yeni bir gizli ve elit ordu kurmakta olduğunu yazıyor. Rakipsiz
teknolojilerle donatılan bu yeni örgüt ''engelleyici vuruş''
politikası kapsamında hareket edecek ve Rumsfeld 'in de vurguladığı
gibi, görevi ''düşmanı herhangi bir eylem yapmadan önce
bulmak ve imha (yargısız infaz-E.Y.) etmek olacak.''
Bu noktada, karşımıza 1981'de
Ortadoğu'dan Güney Amerika'ya kadar uzanan uyuşturucu savaşlarında,
terorizme karşı operasyonlarda kullanılmak üzere kurulan ISA (Intelligence
Support Activity-İran Kontra skandalını hatırlıyor musunuz?)
adlı örgüt çıkıyor. Bu örgüt bugün Grey Fox adı altında
faaliyet gösteriyor, Afganistan'dan Kolombiya'ya kadar CIA ve özel
güçlere teknolojik destek veriyor. Ancak tüm yeni teknolojiye ve
entelijans yapılanmalarına rağmen ABD teröristleri bir türlü
yakalayamıyor. Bu yüzden Rumsfeld'e bağlı Savunma Bilim Masası
(Defence Science Board), 2002 yazından Pentagon'la çalışan örgütlere
yön vermek amacıyla ürettiği bir bilgi notunda ''terorizme karşı
küresel savaşta, yeni stratejiler, konuşlanmalar ve örgütler
gerektiğini'' saptıyor. İşte, Proactive, Preemptive Operation
Group (P2OG) (Etkin, önleyici harekât grubu) da bu bağlamda yaratılıyor.
Arkin'in aktardığına göre P2OG 'nin
bir işi de ''teröristleri ve kitle imha silahlarına sahip
devletlerin 'tepkisini uyarmak', böylece terörist hücreleri eylem
yapmaya teşvik ederek ABD güçlerinin hızlı müdahalesine açık
hale getirmek'' . Bu taktikler devletleri ve devletsiz aktörleri
sorumlu tutacak ve eyleminin kapsamı içine alacak. Diğer bir deyişle
provokasyonlar yoluyla önce terörist eylemler (bu arada masum
insanların ölmesine aldırmadan) kışkırtılacak. Sonra da ''İşte
bu yaptı diyerek!'' kim hedef seçildiyse ona saldırılacak.
Bu provokasyon taktiği yeni değil. Geçen yıl 1 Mayıs'ta ABCNEWS.Com
'da David Ruppe imzasıyla yayımlanan bir araştırma Pentagon'un
1960'ların başında, ABD halkı gözünde Küba'ya yönelik bir
eylemi haklı çıkartmak için benzer bir stratejiyi gündeme
getirdiğini ama Kennedy' nin bu stratejiyi reddettiğini yazıyordu.
Kısa bir süre sonra da Kennedy öldürülmüş. Geçen hafta The
Guardian da, saygın ABD'li romancı Gore Vidal 'in ''Bush cuntasının
11 Eylül'ün olmasını bilerek engellemediğini'' ileri sürerek
soruşturma açılması için çağrı yaptığını yazıyordu...
'Sert yerle kaya arasında'
Bu konuları şimdilik kısa kesip, dönmek
üzere 3 Kasım seçimlerinin yarattığı ilginç bir manzaraya
gelmek istiyorum. Seçimler, Batılı gazetelerin ifadeleriyle ''Ilımlı
Müslüman'' bir partiyi tek başına iktidar yaptı. Bu yayınlar
esas olarak, ''IMF programı devam edecek mi?'' gibi
sorularla, ''AKP lideri, BM kararı olmadan Irak savaşı
istemiyormuş'', ''Ama ABD'ye de yakınmış'' gibi saptamalarla
ilgilenirken, bir gerçeği gözden kaçırdılar: Seçim sonucunda
Meclis'e giren iki partinin programlarıyla, onlara oy veren (ve
vermeyen) seçmenin beklentileri arasında derin bir uçurum var: Bu
açıdan bakınca, kurulacak AKP hükümetinin bir İngiliz
deyimiyle ''sert yerle kaya arasına'' sıkışacağı, bu kadar büyük
bir çoğunlukla Meclis'e girmenin fiyatının çok yüksek olacağı
söylenebilir.
Uluslararası medya eski partilerin ''silinmesini'',
''halkın krize tepkisiyle'' açıkladı. Bu doğru! Gerçekten
de AKP'nin sosyal tabanı içinde bu krizden şiddetle ekilenmiş
kesimlerin oranı yüksek. Ama tepki derken, 11 Eylül sonrasında
şekillenen ve Müslüman çevrelerde ''bir uygarlıklar savaşı''
olarak algılanan sürecin AKP'nin tabanının en azından önemli
bir kesiminin üzerindeki etkilerini göz önüne almak, bu
etkilerin, Saddam'a kimyasal silahlara sahip olduğu gerekçesiyle
imha etmeye hazırlanan bir ''Hıristiyan-Siyonist''
koalisyonun, Rusya'nın 50'si Müslüman eylemci, 160 kişiyi
kimyasal silahlar kullanarak öldürmesine sessiz kalmasının Batı
ve ABD karşıtlığını güçlendirmiş olabileceğini de düşünmek
gerekir. İşte halkın tepkisi bu iki kanaldan akarak birikirken,
AKP tabanının ''türban'' simgesinde kristalize olan
siyasallaştırılmış beklentileri de var.
Şimdi, seçmenin büyük bir
kesiminin iradesinin Meclis dışında kalmış olmasından
hareketle basının üzerinde daha kurulmadan, ''meşruiyetine''
ilişkin bir soru işareti asılmış bir AKP hükümeti, IMF
politikalarını uygulamaya devam ederse işsizlik, yoksulluk
iflaslar devam edecek, tepki güçlenecek; uygulamakta tereddüt
ederse bu kez dış finansman tehlikeye girecek. Eğer Irak savaşına
karşı çıkarsa, yine dış finansman kuruyacak, her türlü
provokasyona (bakınız birinci bölüm) açık hale gelecek. Yok,
destek verecek ve ülkeyi savaşa sokacak olsa, bu kez tabanına
derdini anlatmakta zorlanacak. Bu arada türban ve benzeri ufak ama
kışkırtıcı konularla tabanını hoşnut etmeye kalkarsa, bu
kez, ''başka güçlerle'' karşı karşıya gelebilecek. Yok
bu ''ufak işlerle'' uğraşmazsa, bu kez bu konuda bile bir
şey yapamamış olacak. Bu yüzden, birkaç ay sonra geriye bakıp
da bu seçimlerin, AKP için sonun başlangıcı olduğunu düşünecek
olursak hiç şaşırmayacağım.
|
|
|