|
|
'Yeni Küresel Ekonomi'
Ergin
YILDIZOĞLU
16 Kasım tarihli Financial Times 'in başyazısının başlığı ''Küresel ekonominin marşı basmıyor'' diye çevrilebilir. Yazısında, Financial Times, bizim bir süredir anlatmaya çalıştığımız bir gelişmeyi vurgulayarak ''Yeni küresel ekonomiye hoş geldiniz diyor'' : Artık, temel özellikleri, yavaş ekonomik büyüme, her an bir resesyona düşme ya da uzun süreli bir deflasyonist sarmala kapılma tehlikesi ve kronik siyasal istikrarsızlık olan bir dönemde yaşıyoruz. Diğer bir deyişle 1990'lardaki hızlı büyüme, mali piyasalardaki canlılık ve genişleme dönemi geride kaldı. Şimdi dünya ekonomisindeki olası ekonomik ve siyasi gelişmeleri çözümlemeye çalışırken bunları akılda tutmak gerekir.
Marş niye basmıyor?
Bu sorunun en kestirme, basite indirgenmiş cevabı şöyle: Dünya ekonomisindeki ''kapasite fazlası'' sorunu, şirketleri yeni yatırım, üretim yapmaktan, işçi kiralamaktan caydırıyor. Bu kapasite fazlasının basıncını emen borsa köpüğü de delindi. Bu fazlalık alınmadan dünya ekonomisine bir canlılık gelmeyecek. Biraz daha gelişmiş bir açıklama Morgan Stanley Dean Witter 'in baş ekonomisti Stephen Roach 'ın 15 Kasım tarihli bilgi notunda vardı. Roach'a göre 1990'larda köpükler şişerken oluşan varlıklarla (assets), o zamanki varlıkların getirilerinin kalıcı olduğu varsayımıyla yaratılan yükümlülükler (liabilities) arasında, varlıkların getirileri düşmeye başlayınca, büyük bir uyumsuzluk oluştu. Küresel çapta yaşanan bu uyumsuzluk, öncelikle kendini emeklilik fonlarındaki açıklar, giderek finanse edilmesi zorlaşan cari açıklar, banka sistemlerindeki karşılıksız alacaklar, şirketlerin, altından kalkılamaz noktaya ulaşan borç yükü olarak açığa vuruyor.
Somut olarak ABD 'de tüketici talebi, sanayi üretimi geriliyor (WSJ, 15/11), yabancı sermaye girişiyle finanse edilen cari açık sürdürülemez bir noktaya yaklaşıyor, dolar zayıflıyor. Bu ortamda, önceki hafta Federal Reserve , faizleri 50 puan birden indirdi. Ama borsa buna cevap vermedi hatta düşmeye devam etti. Ancak çok ilginçtir, Saddam , BM denetçilerini kabul edeceğini açıklayınca borsalar canlandı (buradaki hikâyeye aşağıda değineceğim). Japonya 'da banka sistemi 47 trilyon Yen'lik bir karşılıksız alacaklar sorununun altında eziliyor. Almanya 'da ve İngiltere 'de hayat sigortası ve emeklilik fonları sektöründe yükümlülüklerini şu veya bu oranda karşılayamayan şirketlerin sayısı artıyor, hem de nüfusun ortalama yaşının yükselmekte olduğu bir dönemde. ABD 'de de, tüketim ve üretim kapasitesi, dolayısıyla beklentileri çok yüksek bir kuşak emekli olmaya başladığı için, benzer bir senaryo hızla gelişiyor.
Bu koşullarda dünya ekonomisinin makinesini çalıştıracak enerji (talep) nereden gelecek belli değil. Merkez ülkelerde, şimdilik neo-liberalizmi terk edip talep arttırıcı, kâr amacı gütmeden yatırımları teşvik edici ve düzenleyici Keynesgil politikalara, sosyal piyasa politikalarına dönüş olasılığı yok denecek kadar zayıf. Çevre ülkelerde yoksullaşma ve IMF politikaları altında çürüme devam ediyor. Gelişmiş ülkeler, mali yardımlara, piyasalarını açmaya ilişkin Doha toplantısında verdikleri sözlerin hiç birini tutmadılar. Hatta The Guardian 'ın ekonomik editörü Larry Eliot 'un vurguladığı gibi, ABD ve Avrupa'da korumacılık, tarımı destekleyici eğilimler arttı (16/11). Üstelik bir de gündemde en az üç mali kriz olasılığı var . Arjantin geçen hafta Dünya Bankası'na olan borçlarını ödeyemedi, bir kez daha iflas etti, hem de açıkça IMF'yi suçlayarak ( The Economist , 14/11). IMF Uruguay 'ın da yakında iflas bayrağı çekeceğini düşünüyormuş, ama esas kaygı yaratan ülkeler Türkiye ve Brezilya. Her ikisinin de borç servisini sürdürebilmeleri için büyük çaplı mali yardıma, hatta borç ertelemesine gereksinimleri var. IMF-Dünya Bankası'nın sağlayacağı fonlar da bir borç krizini engelleyemezse bu kez, The Economist 'e göre salt bu ülkeler değil, bu iki kurum kendilerini büyük bir mali sorunla karşı karşıya bulabilirler.
Dünya ekonomisinde tek bir parlak nokta var. Ama bu da jeopolitik dengeler açısından iyi haber değil. Bloomberg , önceki hafta toplanan ASEAN ülkeleri toplantısında, liderlerin ülkelerini boğan talep yetersizliği baskısını hafifletmek için umutlarını, hızla büyümeye devam eden Çin ekonomisinin ve 1.3 milyarlık nüfusunun tüketim gücüne bağladığını aktarıyordu (13/11). Bu, bölge ülkelerinin Çin'e bağımlılığının giderek artmakta olduğunun, Çin'in bölgesel bir büyüme motoru, bir ekonomik süper güç olarak yükseldiğinin bir göstergesi. Üstelik Bloomberg 'e göre dolar zayıfladıkça, ABD cari açığının finansmanı zorlaşırken, parası doları izleyen Çin'in rekabet gücünün ve dış ticaret fazlasının arttığına, Çin'in bu yıl ABD'den daha çok yabancı sermaye çektiğine işaret ediyor.
Askeri sınai kompleks ve mali sermaye
''Yeni Küresel Ekonomi'' bağlamında söz jeopolitiğe gelmişken, ABD'de geçen hafta su yüzüne çıkan ilginç bir gelişmeye değinelim yazıyı bitirmeden. Önce bir hatırlatma: Bush yönetiminin iktidara gelişini, 11 Eylül sonrası gelişmeleri çözümlerken, ABD devlet makinesinin dümeninin, uluslararası mali sermayeye yakın kesimlerden sanayi tekellerine özellikle, petrol, kimya, metalürji ve silah sanayii şirketlerine yakın ''askeri sınai kompleks'' olarak da bilinen bir fraksiyonun eline geçtiğine, bunun da dünya yüzeyinde ''kaynak savaşlarını'' hızlandıracağına işaret etmiştik. Geçen hafta mali sermaye ve ''askeri sınai kompleks'' arasındaki uyumsuzluğun derinleşmekte olduğuna gösteren bir gelişmeyi izleme şansımız oldu. FED ekonomiyi desteklemek için faizleri indirdiğinde düşmeye devam eden borsa, Saddam'dan olumlu bir cevap gelmesiyle yeniden yükseldi.
Mali sermayenin, bu ilginç tepkisinin arkasında iki neden var sanırım. Birincisi, askeri sınai kompleksin, doğal kaynak ve toprak ele geçirme, diğer bir deyişle imparatorluk projesinin dünya ekonomisinde yaratmakta olduğu siyasi istikrarsızlık, ekonomik belirsizlik (doların değeri ve petrol fiyatları) mali sermayenin değerlenme süreçlerini olumsuz etkiliyor. İkincisi; savaşın, ABD ekonomisinin çok hassas dengeler üzerinde durmaya çalıştığı bir dönemde gündeme gelmesi doların değeri üzerinde olumsuz etki yapıyor, borsanın toparlanması için elzem olan yabancı sermayeyi caydırıyor (Örneğin: Joe Quinlan/ Rebecca McCugrin, ''Savaş ve ABD'ye yönelik yabancı sermaye uyuşmuyor'' , Global Economic Forum 15/11). Üstelik, doların düşmeye devam etmesi halinde, yabancı yatırımcıların ABD kâğıtlarını boşaltmaya başlaması gibi büyük bir tehlike de var. Japon bankaları, karşılıksız alacaklar krizini ellerindeki dolar kâğıtlarını satarak aşabilirler, ama bunun yaratacağı (ekonomik ve siyasi) etkiden korkuyorlar. Ancak, doların gerilemesine bağlı olarak ABD kâğıtlarından kaçış genelleşmeye başlarsa, Japon bankaları da, bir siyasi yük almadan, bu trene kolaylıkla atlayabilirler. Böyle bir dinamik, ABD borsalarında şiddetli bir çöküşe neden olarak ABD mali sermayesinin küresel egemenliğini sarsar! ''Yeni Küresel Ekonomi'', eskisinden farklı olacak gibi duruyor. Ne dersiniz?
|
|
|