Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


  
Apaçık

Görünen Köy

 Öz mü biçimi, biçim mi özü belirler ?

Materyalizm, idealizmin bu tarihsel gevezeliğini öz diye kestirir

Ama henüz sınıfların kesin hatlarla ayrışmadığı Türkiye üzerine düşünen, içiçe geçmiş kuram ve kavramlarla boğuşmak... Karmaşayı ayıklayıp özle biçimi ayırmak zorundadır.

Anadolu dilediğinde geçit, istediğinde kilit olduğu uygarlıkların filidir. Kör tuttuğunu benzetir. Açıkgöz tutamadığını.

 Bu yüzden, biçimin özü belirlediğine inanan da, özün biçimi belirlediğine güvenen de kanıt ve tanık bulmakta zorlanmaz.

Çok taze ve çarpıcı bir örnekten yola çıkalım mı ?

Son seçimin sonuçlarını gösteren renkli haritayı bir anımsayın.

Belleğinizde canlanan ne ?

Kıyılar CHP... Taşra AKP.

Elbet o kıyıların henüz sımsıkı taşraya bağlı varoşları da.

Ve 3 Kasıma kadarki ekonomi-politik kadroların tasfiyesi.

Bu sonucu şöyle değerlendirebilir miyiz ?    

Altyapı 3 Kasımda işini bitirdi.

Ve işbirlikçi ceylânları Anadolu Kaplanlarına yedirdi.

Artık moda tanımıyla TÜSİAD out... MÜSİAD in.

Göstergesi de her gün gözlerimizin önünde.

Dolçe vitanın tele-volesi yerine, tesettürün toplu namazı.

Bilmem, o gösterge ya da gösterileri yabancılaşma-geleneksel bağlamında incelemek içimize siner mi ?

Sinsin sinmesin, biçimi biçimcilere bırakıp öze gelelim.

İster komprador kapitalizmi... İster dışalıma dayalı işbirlikçi sermaye... İster metropol... Kıyı ya da tüketim baronları deyin, büyük patronlarımız bunalımdan çöküşe yalpalarken, Apaçık'la Çimdik inat ve ısrarla her ay, dışsatım (yine) arttı tefini niye çalıyordu.

Kısaca gözatalım.

Anadolu ve Rumeli, Osmanlı saltanatı için tehlike arzeden Ahi örgütünün dağıtılmasından bu yana... (1933-38 Sanayi planıyla ürünü KİT'ler sayılmazsa,) Dört yüzyıldır uzak kaldığı endüstri ilişkileriyle yeniden tanışıyordu. Bilimcilerimizin çoğu atölye merkantilizmi... KOBİ entegrasyonu...Ahi ya da Bektaşi geleneğinin dirilmesi saysa da son yirmi yılda büyük ivme kazandı.

İstatistikler ortada.

Ama rakamlarla uğraşmak bilimin işi diyorsanız. Metropollerin vitrinlerine bir göz atma zahmetine katlanın.

Ya yabancı... Ya özenseler bile buram buram Anadolu taşrası kokan tüketim mallarıyla burun buruna gelir... Dış ülke görmüşlerin, Avrupa ve Amerika vitrinlerinde de aynı görünümle karşılaştığının tanıklığını işitmez misiniz ?

Eğer burdan bakarsanız bunun anlamı açık.

Anadolu ve Rumeli hanidir... Özellikle de son 5 yıldır... Kendini yeniden üretmekle yetinmemiş... Ürünlerini hem kendi, hem işbirlikci kapitalin kaynaklarında dolaştırma... Yâni pazarlama ve satış yollarını keşfedip derinleştirmeyi becermiştir.

Yine akıl mı karıştırdım ?   

Oysa biçimciliğe sığınıp aç, çıplak, cahil kıronun... Kurak... Çorak ve köhne kırından, kıyının lumpen varoşlarına; "Son çıkan elektriği söndürsün," özdeyişiyle yığılması... Viskiyle lâhmacun yiyip güzelim kentleri kuşatması. Şalvarla AB kulvarında koşarken Arabesk dinlemesini yorumlamak...  Magandalığın kaba gücüyle, kara paranın yoz sefahatini eleştirmek ne kadar kolaydı değil mi ?

İş ekonomi-politiğe gelince, birden herşey değişiyor.

Çünkü 3 Kasım hem biçimde, hem özde milât.

Tele-vole yerine tesettür. Dolçe Vita yerine toplu namaz biçim. İşbirlikçi sermaye yerine lök gibi iktidara oturan ulusalı öz.

Bu gerçek ilk kez 3 Kasımda tümüyle ayrışıp apaçık görünüyor.

Seçimin sonucu da, Meclis'in yapısı da kesin.

Kırsalla gelenekçi varoş tek başına iktidar.

İşbirlikçi sermayeyle lâik metropol tek başına, muhalefet.

Tıpkı son beş yılın ekonomi-politiğinde değişen yapı gibi. 

Özetleyelim mi ?

İşbirlikçi sermayenin rekabetten ödü kopar. Tekelcidir. Ama dış kaynakla lüks tüketim heveslerine bağımlılığından dayanıksızdır. En küçük dalgalanmayla bunalıma girer.

Ulusalsa yerli kaynakla, temel gereksinime dayandığından rekabetçidir. Çünkü hem iç paylaşımda hem dış rekabette pişmiştir. Biçimsel görünümü ne kadar ilkel ya da gelenekçi olursa olsun özü demokrasiye koşuludur.

Mayıs-Kasım arasını bir anımsayın.

İşbirlikçi sermayenin demokrasi ve ahlâka aykırı girişimlerinin tamamı seçimi engellemeye dönüktü. Yüzüne gözüne bulaştı.

Ulusalın bütün ağızları seçim diye tutturmuştu. Kazandı. 

Galiba DSP ile MHP'nin anlamadığı... Beni de yanıltan bu oldu.

Tek başına iktidar ve muhalefetle güçlendirir umduk.

Çünkü onların ilk uygulaması... Benim son tahlilim doğruydu.

1999 seçiminde, CHP böldüğünden DSP... DYP böldüğünden MHP'nin tek tek azını... Ama toplamda fazlasını aldığı oy coğrafyası Kasım 2002 seçimindeki AKP'nin aynıydı.

İlginçtir kimse bölemediği için CHP'nin fazlasını aldığı oy coğrafyası da ANAP'ın aynısı.

Ve yine anımsayın.

Ortaklığın ilk evresi ANAP'ın coğrafyasına karşın pek parlaktı. Ekonomi-politiğin soygundan üretime dönüşeceğine ilişkin girişim ve umutlar birbirini izliyor. Ulusal sermayenin ivmesi keskinleşiyordu.

İlkin deprem vurdu.

Ardından işbirlikçi sermayenin paniği.

ANAP'ın mızıkçılığı...

Sonrasında Şubat krizi...

Ve IMF teslimiyeti.

Değişimin doğası acımasız.

Seçmen elinin ayarı yok.

Bezirgân turları... Toplu namazlar... Tesettür gösterileri iyi !..

Şimdi AKP tek başına iktidar. Ve biçim öze uygun.

Ama AB için Kıbrıs ve AGSP... ABD için Irak ve petrol... IMF içinse küresel rekabetin ulusal kaynaklarını kısıtlamak önemli.

Teslimiyetin kokusu çıktığı an, onun da işi biter.

Ve o durumun üç yıl sonraki adayı gerçek soldur. 

Anadolu Kaplanlarının çaresi yok.

Ekonomi-politik ivmenin kaçınılmazı kentleşmedir...

Gerçekleşti sayılır. Sınıflaşmadır... Başladı. Eğitimdir. Her ilde bir üniversite yoksa, mutlaka bir yüksek okul var artık.

 Yâni fabrikaları, sendikaları, üniversite gençliği... Ve elbette varoşları yoğunlaşan Anadolu ve Rumeli kentleri 68'ler İstanbul'uyla benzeş... Üstelik yaklaşık 4 yılda bir seçmesini... Hem de acımasız ve bağışsız seçmesini iyi bilen bu yeni kitle ve sınıfları, artık hangi biçim teslimiyete zorlayabilir ?

Ne dersiniz ulusal solcular ?

Tahminde yanılabilirim.

Ama tahlil doğru mu ?

 

 

 

 

 
sayfa başına dön