ÇİMDİK
Lira
İşe Yarıyor
İngilizler
pek yaman.
İmparatorluğu
yitirdiler.
Ama
dünya ekonomi-politiği yine de avuçlarının içinde.
Anglo-Amerikan
emperyalizminden söz etmiyoruz.
Konumuz
doğrudan kişi düzeyinde ilgi ve bilgi üzerine.
Küresellik
denince, herkes dünyanın yeni efendisi anlıyor.
Oysa
eski efendi sûtre gerisinden oyun oynamanın üstâdı.
Bilmeyiz
siz de duydunuz mu ?
Gerekçesi
doğru olabilir.
Etini,
yağında kavurarak kalkınmak zorunda toplumun çaresiz. Hergün
Tekâlif-i Milliye koyamıyacağına göre, enflasyon yapacak.
Küresel
İngiliz cini bunu görmesin mümkün mü ?
Bakmış,
1946'dan 2000'lere Türkiye enflasyon sarmalında.
Vergi
kaçırmanın yolunu bulmuş.
Şirketler
başarılı elemanlarına prim yerine borç veriyormuş.
Ödülü
alan doğru İngiliz Merkez bankasına... Sterlinleri Türk Lirasına
çeviriyor. Bir yıl sonra da elindeki Tl.nı yeniden Sterline çevirip
borcunu ödüyor. Yarısını da algısız vergisiz afiyetle yiyormuş.
Gördünüz
mü başımıza geleni.
Türkiye
insanı, birikim ve ücretini yabancı paralara bağlama
derdindeyken, İngiliz neler icadetmiş ?
Lira
işe yaramaz diyen mi utansın ?
Düzenin
oturduğu yerde vergi kaçakçılığı olmaz sanan mı ?
Artık
ona da, meleklerin cinsiyetini tartışmakta pek bir mahir bizim
ekonomi bilgeleri karar versin.
Dışsatım
Yine Arttı
Endüstri
tarıma benzemez.
Pazarını
bulduğunda, gelişmesini geometrik düzeye sıçratıverir.
Tarımın
toprağı sınırlıdır. Üretim artışı aritmetik.
Sanayi
öyle değil.
Makinanızın
yanına bir yenisini koyduğunuzda üretim katlanır.
Hele
bir de iç pazarın yanına dışpazarı keşfettiniz... Metanız
daha kaliteli olmasa bile daha ucuzsa... Hem o pazarlarda derinleşir...
Hem yeni pazarlar eklersiniz. Elbette yeni yeni makinalar da...
Bunun
sonucu bellidir.
Her
hesaplamada üretiminiz... Satışınız... Ve kârınız artar.
Bilmeyiz
her ay,öncekine göre artan dışsatım sizi şaşırtıyor mu?
Şaşırtmasın.
Çünkü
Kasımda da dışsatım arttı.
Ekim...
Eylül... Ağustos ve önceki aylarda da...
Arada
bir düşüşler de doğal.
Ama,
kehanet mehanet değil.
Döviz
kurlarının düşmesine karşın, Aralıkta da artacak.
Çünkü
dışsatım dövizle yapılıyor. Ve pazarlar genişledikçe hem üretim
hem de gelir artıyor.
Israrla
çaldığımız tefin şıngırtısını duydunuz mu ?
Duymadınızsa
duyun... Anlamayan anlasın.
Emperyalizm,
hammadde kaynaklarına zorla el koymak değil.
O
sömürgecilik.
Sözde
geçen yüzyılın ortasında kâğıt üzerinde sona erdi.
Şimdi
moda mal, hizmet değişimiyle, finans kapital sömürüsü.
Eh
Türkiye de onun cennetlerinden biri.
Yadsımak
olanaksız.
Borç,faiz,
enflasyon,döviz ve teknoloji sarmalında sömürülüyor.
Elhak
doğru !..
Ama
bir başka doğru da şu ;
Kaynaklarına
dayalı üretim, dışsatım mancınığında sömürüyor.
Son
beş yılın gerçeği bu.
Meta
dışsatımı, çoktan geleneksel ürünlerin on katını buldu.
Nasıl
sömürüldüğümüz üzerine İspanya'nın bütün şatolarını
kurmakta eşsiz ustalarımızın hüsrânı derin.
Mevlâna
yetiş !..
Galiba
"dün dünle gitti... Yeni şeyler söylemek lâzım."
Memur
İşini Bilir
"Benim
memurum işini bilir," dedi diye Özal'ın çok günahını aldık.
Ogün bugündür her yolsuzluk, haksızlık, rüşvet, irtikâp ve kötülüğün
altından onu çıkardık.
Meğer
haklıymış !..
Örnek
mi ?
Kararları
kesin Yüksek Seçim Kurulu'nun ürettiği çözümler.
Seçim
öncesi, Necmettin Erbakan, Murat Bozlak, Akın Birdal ve daha pek
çoğu gibi Recep Tayyip Erdoğan'ın adaylığını reddetti.
Haklıydı.
Anayasa
ve Seçim Yasasına göre aday olamazlardı.
Seçim
geçti.
Recep
Tayyip Erdoğan'ın başkanı olduğu AKP geçerli oyların yüzde
35'iyle, nerdeyse Anayasa değiştirebilecek çoğunluğu kazandı.
AKP'den
Meclis'in öteki üyesi CHP.ne. Medyadan meyhaneye. Kışladan
camiye... Entelinden danteline her kurum, kuruluş ve kişi bu
sorunun çözümü için çarşafa dolanmıştı.
YSK,
Siirt seçimlerini iptal etti.
Makûlün
normalde bulunmasının yolu açılıverdi.
Ve
çarşafa dolananların hepsi derin bir nefes aldı.
Nasıl
?
Memur,
işini bilmiyor muymuş ?
Aklı
hep eziyete çalışacak değil a !..
Bazen
de işte böyle hizmete çalışır.
Taşlarla
İtler
Duymuşsunuzdur.
Vatan
şairimiz Namık Kemal, Abdülhamid'in öğretmenidir.
Derin
bilgisi, yüksek birikimi ve geniş kapsam gücüyle, şehzadeye
devlet yönetmenin yöntem ve kurallarını ilk öğretendir.
Osmanlı,
öncüllerinden farklı değildir.
Bakmayın
İngiliz sarayının fiyaskosuna... Soylular, kazı yâni halkını,
bağırtmadan yolması için çocuklarını iyi yetiştirirler.
İskender'in
öğretmeni Aristo'dur.
Melikşah'ınki
Nizamülmülk.
Ve
Abdülhamid'inki Namık Kemal.
Konfiçyus'tan
Sokrat'a. Eflâtun'dan Yusuf Has Hacib'e. İbn-i Sina'dan
Descartes'e. Suhraverdi'den Makyavel'e. İbn-i Rüşt'ten Roger
Bacon'a devlet üzerine düşünmüş tüm bilgeleri böyle
tanırlar.
Osmanlı
da saltanatla birlikte geleneğe uyar.
Medreselerde
her tür düşünce ve fikrin açıklanmasını yasaklar... Salt
ezbere dayalı dinsel bilgilerle eğitimi koşullarken... Şehzade
ve sultanlar (kız çocuklar da...) konuşmaya başlar başlamaz ülkenin
bilgeleri başlarına dikilir.
Kendi
bebelerini bilginin her türüyle eğitirler.
Namık
Kemal'in kısmetine Abdülhamid düşer.
Ve
ergenlik çağında öğretmenlik dostluğa dönüşür.
Olasıdır
ki, karşı çıkanların çoğunu zulümle yoketmenin büyük ustası
Abdülhamid'in Namık Kemal'i salt sürgünle cezalandırmasının
gizi budur. Belki sonradan açıklanan jurnallerin de...
Neyse,
biz şu başlıktaki konuya gelelim.
Şehzade
Çırağan hareminden Çağlayan sarayına çıkarılmıştır.
Eski
öğretmeni yeni dostuna ziyarete gider.
Bir
şehzadeyle, bir bilgenin söyleşisi av hayvanlarının cinsiyeti
üstüne olacak değil. Yönetim yönteminde derinleşir.
Abdülhamid
çipil gözlerini kırpıştıra kırpıştıra ;
"Artık
öğrendim," der.
Ve
Namık Kemal'in faltaşı gibi açılan gözleri önünde,
"Yönetim
itleri salıp taşları... Taşları söküp itleri bağlama sanatıdır.
Ustalığı da, hangisini ne zaman yapacağını bilmek..."
Diye
tamamlar.
Tarih
tanık. O göremese de tamı tamına 33 yıl saltanat sürmenin gizi
bu olsa gerek.
Eee
bunun çimdiği nerde ?
Canım
siz de o kadar müşkülpesent olmayın.
Şöyle
bir olanlara bakın.
Hiçbir
yere bağlıyamıyorsanız, yukarıya bağlayın, olsun bitsin.
Siyaset
ve Ticaret
Recep
Tayyip Erdoğan ;
"Ben
ticaretten geliyorum.
Siyaseti
de ticaret gibi yapmak gerekir," dedi ya...
Vay
efendim vay !..
Ceberrut
devlet adamlarıyla, abus medya bülbülleri hop oturup hop kalkarak
kıyameti koparıyorlar.
Neymiş
efendim, siyaset bir yüce dağmış.
Ticaret
ise her halde bir karınca...
Hiç
o yüce dağla, karınca birbiriyle bağdaşır mıymış ?
Neden
bağdaşmasın ?
Ekonomiyi
bilim yapan dehaların tamamı ağız ne buyuruyor ?
Ağız
birliğiyle ; Ekonomi-politik.
Dağ
ve karınca ise, Danimarkalı ozanın dilinde pek bir hoş.
"Sen
çok yüce bir dağsın,
Ben
pek cüce bir karınca,
Ama
sabır ve gayretle,
Tırmanırsam
tepene,
Bir
karınca boyu olsa da,
Yükselirim
senden ya !.."
Ne
haber ?
Kapitalizmin
ustaları böyle buyurdu.
Yaşam
böyle gerektiriyor.
Ama
sömürüyü gizleme meraklısı kapitalist akıldane, bıkmadı.
Yaklaşık
yüz yıldır ekonomiyi politikadan ayırmaya çabasında.
Bu
doğayı doğasından ayırmak gibi bir şey.
Ne
gam !..
Nasılsa
ekonomi-politik bektaşi namazıdır.
Biz
kılarız, olur !..
Bunun
bizdeki son örneği Kemal Derviş.
Aklı
sıra ekonomiyi siyasetten ayıracaktı.
DSP.ni
ikiye ayırdı.
YTP.ni
DSP.den ayırdı.
Sonra
onları kendisinden ayırdı.
En
sonra da CHP.ni iktidardan ayırdı.
Ve
galiba sonunda ekonomi-politiğin bütün olduğunu anladı.
Şimdilerde,
AB ekonomi-politiğine takılıyor.
Eh,
Recep Tayyip Erdoğan bunu baştan biliyorsa kötü mü ?
Sonradan
öğrenenler canımıza okudu.
Bir
kez de baştan bilenler okusun.
Ola
ki öyle öyle, bizim sosyalistler de öğrenir.
Fena
mı olur ?
Bakarsınız
biz de seçim kazanırız.
|