Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


KOPENHAG YA SONRASI?


Yiğit BULUT

11.12. 2002  tarihinde yazılmıştır.

Uzun zamandır beklediğimiz ve beklentilerimizi şekillendirmekte kullandığımız tarihi gün bugün. AB hayaliyle yaşayan Türkiye acaba bugün hayallarine kavuşacak mı? İlk olarak bir gerçeğin altını çizmekte yarar var; bu hayal sadece ve sadece 'yaratılmış aşırı bir beklentinin' yansıması. Bu bağlamda ülkemiz için en hayırlı sonuç yıllardır AB kamuoyu oluşturucuları tarafından pazarlanan bu yansımanın bugün kırılması ve uyuşturulmuş Türkiye'nin uykudan uyanarak silkelenmesi olacak... Sevgili dostlar, 'Hangi tarih verilirse piyasalar nasıl tepkiler verecek' gibi soruları tartışmak ve bir sürü senaryo üretmek bugünden itibaren anlamsız. Anlamı olan tek çıkış; 'Türkiye'nin AB morfininden kurtularak, gerçekçi yeni bir açılım ile dış politikasına, ekonomik geleceğine şekil vermesi'. Kamuoyunda şöyle görüşler var: '2005'te tarih verilmesi çok iyi olur, yönümüz belirlenir, 2013'te kesin üye oluruz...' Peki sevgili AB distribütörü arkadaşlar, 2013 yılında AB'nin var olan haliyle var olacağının garantisi ne? Garantisi yok. Olmadığı gibi gelişen tablo, ABD'nin AB'yi 'İngiltere'nin çekilmesi', 'milliyetçiliğin hortlaması' gibi yeni senaryolar geliştirerek, parçalamaya çalışacağının sinyallerini veriyor. Uzun lafın kısası, AB ile yaşadığımız ve bize getirisi olmayan suni özdeşleşme bozulursa en hayırlı sonuç olacak. Biz böyle düşünürken AB tarafı gerçekte ne düşünüyor? Gelin bugüne kadar sözde Türkiye'yi entegre etmeye çalışan AB ülkelerinin siyasi kadroları Türkiye ile ilgili neler demişler bir göz atalım:
Helmut Schmidt: "Türkiye'ye adaylık statüsü verilmesi hatadır. Hatta Sevr Anlaşması'na rağmen Türkiye'nin bölünmemiş olması da bir hatadır..."
Dietrich Genscher: "Türkiye için Yugoslavya modeli uygun olacaktır..."
Otto Schily: "Almanya'da yaşayan Türkler için en iyi entegrasyon, asimilasyondur..."
Giscard d'Estaing: "Bugün Avrupa'da hiçbir lider Türkiye'yi AB'nin içinde görmek istemiyor.. Yunanistan aday üyelik sayesinde Türkiye'den elde edeceklerinin hesabını yapıyor. Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyenler AB düşmanıdırlar..."
Klaus Kinkel: "Türkiye bizim Cezayir'imizdir..."
Michael Spindelegger: "AB içinde köktendinciliğe ihtiyacımız yok..."
Karl Schweitzer: "Türkiye'ye adaylık statüsü tanınarak büyük hata yapılmıştı. Aynı hata genişleme sürecine dahil edilerek tekrarlanmamalı..."
Sevgili dostlar, bu cümleler uzayıp gidiyor. ATO'nun hazırladığı AB kitapçığından aldığım bu cümleleri sizlerle paylaşmak istedim. Bu yazıyı okuyunca AB karşıtı olduğumu sanmayın. Ben ne AB karşıtı ne de ABD taraftarıyım. Taraf olduğum tek bir gerçek var ve bu gerçeğin duyulması için çaba harcamaya devam edeceğim. 'Türk kamuoyu bugüne kadar AB ve ABD distribütörleri veya başka bir güç odağının etki alanını Türkiye'de pazarlayıp bundan çıkar sağlayanlar tarafından uyuşturuldu. Halkın kavramları sorgulamasına izin verilmeden, kavramlar kulaktan dolma bir şekilde algılatıldı. Siyasi parti, basın, özel sektör ve algılamalara ulaşmada öne çıkabilecek her yere sızmış algılama pazarlamacıları, Türkiye'nin rotasını bulmasına izin vermediler...'
Sonuç: Önümüzde, 'AB özdeşleşmemiz' kırıldıktan sonra, piyasaları etkileyebilecek iki soru kalacak. Irak savaşı nasıl gelişecek? Hükümet gerilim yaratmadan icraat yapabilecek mi? Bu sorular olumsuz bir cevap bulmaz ve Türkiye AB hayalini bir kenara bırakıp, kavramların içini doldurabilirse, piyasalar için endişelenmek yerine, olumlu beklentilere sahip olabiliriz. Sonuç ne olursa olsun bu ülkenin bir değeri var ve bu değer bugün işlem gördüğü fiyattan çok yüksek...

Kopenhag'dan ne aldık?

YİĞİT BULUT

17.12.2002 tarihinde yazılmıştır

Bu soruya, yapılan propagandanın aksine, verilecek en net ve bana göre doğru cevap; 'Hava aldık.' Kimse kusura bakmasın en kestirme ve özet cevap bu. Peki bizi bu sonuca götüren nedenler neler? Bu sonucun piyasalar açısından bugünden sonra yaratacağı beklentiler nasıl şekillenecek?
Sevgili dostlar, AB her şeyden önce ağırlık merkezi Fransa-Almanya arasında oluşan ve ağırlığın bu hat üzerinden çıkmasına izin verilmeyecek bir oluşum. Olayı bu gerçek ışığında analiz edersek, aldığımız sonucun gayet doğal olduğunu daha kolay kabulleniriz. Almanya ve Fransa ekonomik, kültürel ve stratejik konum açısından kendileri kadar büyük etkili olabilecek bir potansiyeli dışarıda bıraktılar. Yalnız bu hamleyi yaparken yeni bir açılım yapmaması için Türk kamuoyunun da desteğiyle bizi kapıya bağlayıp, sağa sola gitmemizi de engellemeyi ihmal etmediler. Uzun lafın kısası, ne '2004 ne 2024... AB ile Türkiye arasında herhangi bir gelişme olmayacak...'
Kıbrıs meselesine gelince. Kamuoyunda iddia edilenin aksine, Türkiye'nin haklarından dolayı, onayı olmadan ne aşağısı ne yukarısı AB üyesi olamaz. Bu gerçeği çarpıtıp, Türkiye'yi bekleme pozisyonuna sokmak isteyenlere lütfen fırsat vermeyelim. Peki piyasalar bu gerçeklerden nasıl etkilenecek? Dikkat ederseniz, AB ile herhangi bir ilerleme olmamasına rağmen piyasaların havası bozulmadı. Şimdi kalkıp, 'Bozulmadı, sebebi 2004 beklentisi' demesinler. Sebep gayet açık. Piyasa oluşabilecek olumlu gelişmeleri satın almaya hazırdı, fakat temel dinamikleri AB ile ilgili beklentiler üzerine kurmamıştı. Daha doğrsu olursa olur ama olduktan sonra görelim havası hâkimdi. Bu gerçek ortaya çıktıktan ve kamuoyunda oluşan sanal propaganda dağıldıktan sonra iki gerçek ile baş başa kaldık.
Irak savaşı nasıl gelişecek? Hükümetin icraatları ekonomik gerçekleri nasıl değiştirecek? Bu seçenek birkaç alt seçeneğe daha sahip. Bunlar, hükümet ile devlet gelenekleri arasında sorun çıkacak mı? Ve Mehmet Ağar'ın DYP Genel Başkanı olması orta ve uzun vadede içinde ANAP, MHP, DYP tabanından birçok ismi barındıran AKP grubunu nasıl etkileyecek?
Irak savaşının nasıl gelişeceği hemem hemen belli oldu. Dünya üzerinde
'güce dayalı egemenlik' kavramını açıkça ortaya koyan ABD, önümüzdeki birkaç yıl içinde Irak, İran gibi bahanelerle bölgemizde yer alacak ve devam eden gerginlik kavramını bütün ülkelere kabul ettirecek. Gerginlik stratejisi kısa vadede piyasaları tedirgin etse bile duruma alışan piyasalar bir süre sonra bu durumu aşırı algılamamayı öğrenecek. Bu gerçeğin en kırılgan noktası, 'Kuzey Irak'ta oluşabilecek Kürt devleti...' Bu ihtimal güçlenirse, piyasalar açısından ciddi risk doğabilir. Hükümetin icraatlarına gelince. Hükümetin, piyasaların sağlığı açısından yapmaması gereken tek bir hareket var. 'AB için yapıyoruz' diyerek, devletin yerleşik geleneklerini değiştirmeye çalışmak. Bu ihtimal icraatlar maddesinin en kırılgan noktası. Bu senaryo hayata geçerse, gelebilecek karşı hamle sonucu, orta vadede yukarıda bahsettiğim, Meclis'te DYP'nin grup kurması ile sonuçlanacak yeni bir süreç başlayabilir.
Sonuç: Kazanılacak ekonomik başarılar, önümüzdeki dönemin en etkili sebep-sonuç ilişkilerini oluşturacak. AB'siz kaldık diyerek umutsuz olmaya veya bekleme havasına geçmeye gerek yok. Amerika'nın dünyaya kabul ettirmeye çalıştığı yeni kavramın bölgemizde şekillenmesi şanssızlık olabilir fakat her şanssızlık yeni bir fırsata dönüştürülebilir. Tez ve antitezlerden yeni bir sentez çıkarabilirsek önümüz açık. Çıkaramaz ve tuzaklara düşersek, kendimizi 'piyasaların yeni bir kurtarıcı beklediği' ortamda Kuzey Irak'ta bulabiliriz...

Radikal ’den alınmıştır

 
sayfa başına dön