Apaçık
Hüsran
mı ?
12-13
Aralık geride kaldı.
Artık
eğri otursak bile doğru konuşabiliriz.
Çünkü
anhası minhası apaçık ortada.
Vaşington
dağı da, Kopenhag doruğu da fare doğurdu.
Ne
gam !..
Türkiye’nin
emekçi halkı, dağ aşmaya... Dorukta düşmeye... Farelerle uğraşmaya
alışıktır.
Zaten
amacım ne döğünmek, ne öğünmek.
Sadece
uluslararası ilişkilerin iki yüzünü irdelemekten ibaret.
Bunun
yazısı, bir toplumun istencini ötekine en yalın ve sıcak bir biçimde
dayatmasıdır. Uzmanları savaş, diye tanımlıyor.
Yenersiniz
!..
Yenilenin
malını istiyorsanız malı... Canını istiyorsanız canı kılıç
hakkınızdır. Alırsınız.
Turası
uzlaşı, dostluk, ortaklık ya da birliktir.
Çıkar
uyumu bazen satu-bazardır... Çabuk biter. Bazen cân-u hezardır...
Aylar, yıllar, yüzyıllar sürebilir. Hüner diplomasinindir.
Ama
süreç ne kadar uzun... Pazarlık ne denli kızışmış... Çelişki
nice büyük ya da küçük olursa olsun...Çıkar birliği, pay eşitliği
olmasa da taraf eşitliğine dayanır. Bu hem takasla başlayan dünya
ticareti... Hem sitelerle başlayan diplomasi tarihinin başından
beri böyledir.
Zaten
sıcak yüz, bu soğuk yüzün tıkandığı yerde belirir.
O
yüzden savaşsa yenmek... Uzlaşıysa pazarlığı sürdürmek için
hem akıl, hem güç gerekir. Biri eksikse, savaşta yenilmek...
Pazarlıkta kazıklanmak kaçınılmaz.
Bilgeler...
Bilgiçler ve uzmanlar bağışlasın !..
Sanırım
her tür ilişkinin püf noktasını özetleyebildim.
Şimdi
dilerseniz belleğimizi şöyle bir çırpalım.
Ve
muhtac-ı himmet göründüğümüz 12-13 Aralık öncesine bir
cevelân eyleyelim.
Medyatik
öneri, istek ve dedi-koduların yalancısıyım.
Bölgesel
efendimiz AB, Mondros’un... Küresel tanrımız ABD,
Sevr’in hayata geçiremediği düşü yeniden görmedi... Türkiye,
AB.nin Kıbrıs, demokrasi, AGSP pâyenliği... ABD.nin liman,
havaalanları ve Irak lejyonerliğiyle burun buruna gelmedi mi ?
Sağolsunlar
!..
Sanırım
sayelerinde bütün alâmetler apaçık belirdi.
Ve
kafa karışıklığı sona erdi. Çünkü seçenek azaldı.
Ey
Türkiye’nin emekçi, üretken ve egemen halkı !..
Köle
ruhunun efendi, kul ruhunun tanrı arayışı bitmez.
Biri,
efendisinin ezâsında keramet...Diğeri, Tanrısının cezasında
selâmet görmeye... Suç ve günahı kendinde aramaya koşuludur.
Sen
tutsaklığından hoşnudun aczini de, özrünü de bırak.
Egemenlik
kayıtsız koşulsuz senin.
Sen
ne diyorsun ?
AB
trenine binersen, egemenliğin gidecek...
Ama,
cukka gelecek... Ücretin... Hakkın... Kârın artacak.
ABD
uçağına binersen, az mülkün azalacak. Çok canın yanacak
Ama,
yeşil dolarlar yağacak... İşin... Gücün... Payın artacak.
Yoksa
ey kayıtsız koşulsuz egemen !..
Çağdaş
uygarlığın uzağında... Sefahattan yoksun... Teknoloji...
Refah.. Mutluluk... Yâni kendini yeniden üretmenin bütün yol, yöntem
ve tekniklerini üretmeye koşulu bir toplum olursun.
Bunları
üretmek, çağdaş uygarlığı aşmaktır, diyorsan.
Elhak
doğru söylüyorsun.
De
hele bakalım.
Var
mısın ?
Varsan
seçeneğin belli.
Yoksan
da !..
Ama
çok iyi düşün.
Sen,
bu seçeneklerle daha önce de karşılaştın.
Kişi
ya da moda deyimiyle birey olarak değil !..
O
bellekte belki, dede mezar taşına yazılmayacak kadar uzaktır.
Toplum
olarak.
Onunkinde,
kimbilir kaç kuşağın ömrü dünden daha yakın.
Var,
1918 Ekiminden, 1923 Temmuzuna bir cevalan eyle.
Ne
gördün ?
Yenilgi
teslimiyetiyle, yengi onuru mu ?
Yaklaş
öyleyse...
Yaklaş
ve iyi bak !..
Oradan
bugüne gelişinde, kimin emeği, alın teri, bilgisi, uğraşı, çabası,
yatırımı... Kimin vurgunu, soygunu, hortumu, kârı, faizi, alım-satımı
var. Ve kim neyi savunuyor ?
Gördün...
Emek ve onuru... Teslimiyetle cukkaya yeğledin mi ?
Seçimin
doğru... Gücün dağ gibi... Aklın dorukta, demektir.
Kim
seni aldatabilir ?
Ve
hangi şaşkın neyi dayatmaya kalkar ?
Elini
vicdanına koy. Doğru yanıtı o verir
|