......

.........

Ana Sayfa

Arşiv Katkıda Bulunanlar Yararlı Linkler E-Mail

 HANGİ BARIŞ ?

Gaye YILMAZ

Kutlamamıza yalnızca bir kaç gün kaldı. Bir kez daha kutlayacağız, ama neyi? George W. Bush'un dünya ekolojik sistemini -hiç değilse bu haliyle- koruyabilmek amacıyla imzalanmış olan Kyoto Protokolünü inkar edişinin yıldönümünü mü? Yok canım, bunu kutlamamıza daha çok var, 2002 yılı 5 Haziran'ında, Dünya Çevre gününde yapacaktık bu kutlamayı. 

Tamam hatırladım , Bill Clinton'un 2000 yılı ILO Konferansı dönüşünde, bundan böyle Amerika Birleşik Devletlerinin çocuk emeği ile üretilmiş ürünleri ithal etmeyeceğini karara bağlayan yasanın yıl dönümüydü kutlamamız gereken. Hani şu, en sonunda "Bu yasa, Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olan devletler için geçerli olmayacaktır" ibaresi bulunan. Yok, gene yanıldım, bunu da 23 Nisan 2002'de kutlamamız gerekecek sanırım.

Hah, şimdi hatırladım; Türkiye'li , Arjantin'li, Bolivya'lı, Şili'li kayıp anneleriyle, genç Carlo'nun sevgili annesini anma günüydü galiba - ama bu anma günü, Anneler gününe daha çok yakışmaz mı?- 

Tabii ki ciddi değilim. Ağustos ayının son günlerini yaşadığımıza göre hepinizin tahmin edebileceği gibi aslında "1-Eylül, Dünya Barış Günü" nü düşünüp; bu aldatmaca "gün"lerle daha ne kadar kendimizi avutacağız diye merak ediyorum. Öyle bir sistem içinde yaşıyoruz ki adına kutlama düzenlenen bütün "gün"lerde, söz konusu kavramların aslında hiç olmadığını yeniden yeniden hatırlıyor ve "bizimle alay ediyorlar, var olmayan kavramlar için kutlama gün'leri düzenleyip, ağzımıza bir parmak bal çalıyorlar" diyorum. 

Barış... Sürekli, tüm dünyada Barış. Kardeşlik, Barış'ın yanıbaşında , sımcıcak, çıkarlardan, çatışmalardan uzak, tıpkı o çok bilinen deyişteki gibi "Bütün halklar kardeştir". Evet öyle ama, zengin ülkelerin halkları biraz daha AZ kardeştir, öyle olması gerekir. Aslında, gelişmekte olan ülkelerin halkları da zengin ülke halklarından biraz daha ÇOK, ama yoksul ülke halklarından biraz daha AZ kardeştir. Buna göre, en kardeş olanlar en yoksul ülkelerin halklarıdır. Peki kime göre ? Elbette en alttakine, yani en yoksul ülke halklarına göre. 

Zıttı, yani savaş ve çatışmalar yaşanıyor olmasaydı "dünya barış günü" diye bir günümüz olamayacaktı. O zaman, belki de her türlü savaş ve çatışmanın gerisindeki nedenleri tartışmak gerekiyor. En büyük savaş yüzyıllardan beri hep aynı alanda yaşanıyor, üretim ilişkileri temelinde. Mevcut sistemin üretim, mülkiyet ve bölüşüm ilişkileri bütününde çatışmasız, değil dönemler, "an"lardan bile bahsetmek mümkün değil. Çünkü kapitalist sistemin toplamı = (0)sıfır. Yani birileri kazanırken, mutlaka birileri kaybetmek zorunda. Bir tarafın kazancı, diğer tarafın zarar hanesine yazılıyor. Kapitalistlerin kendi aralarındaki ilişkilerde de geçerli bu denklem. Ama kapitalist bugün kaybetse bile, yarın o da bir başkasının kaybını kar olarak kaydedebiliyor. Ancak birileri var ki bu sistem var olalıberi her zaman kaybediyor : İşçi Sınıfı. Ve dünya çapında barış'tan söz edilememesinin en temel gerekçesi de işçi sınıfı ile sermaye arasında yüz yılı aşkındır devam eden çatışmanın kendisidir. 

Hangi barış ? Eğer, Barış derken, Cenova'da 23 yaşındaki Carlo'yu acımasızca katleden , veya Zimbabwe'de grevci işçileri kurşunlayarak öldüren anlayışın argümanlarını pekiştirmesine yardım ediyorsak ! Ya da, yapay ekonomik krizler yaratarak binlerce işçinin işten çıkarılması veya ücretsiz izne gönderilmesini normal ve gerekli sayan anlayışla hala sosyal diyalog tesis edeceğiz diye direniyor ve buna da "barışçı bir dünyada yaşamak" adını veriyorsak! Emekçi halkların gözünden temel çelişkiyi ve yaşanan sömürüyü gizleyebilmek için işçi sınıfını kendi içinde kamplara bölen ve yapay Kuzey-Güney çatışması üzerinden sömürü alanını genişleten sermayenin her yeni talebini "koşullar öyle gerektiriyor, reddetmek doğru olmaz, içinde yer alıp, dönüştürmeliyiz" masalını yineleyip, sineye çekme eğilimi gösteriyorsak bir şeylerde yanlışlık var demektir ve bize daha çoook barış gün'leri kutlatır bu sistem. 
Barış ve kardeşlik, ancak tüm dünya halkları özgürleştiğinde ulaşılabilecek hedeflerdir. Aslında, bu özgürleşme yaşandığında , zıtları da ortadan kalkmış olacağından eşitlik, barış, kardeşlik kavramları anlamlarını yitirirler. 

Bu kavramları gerçek anlamlarıyla kullandığımızda, başlarına anlamlarını güçlendirici veya zayıflatıcı sıfatların da konamayacağını fark ediyoruz. Biraz özgür, daha eşit, en veya çok kardeş denemeyeceği gibi; dünyada barış azaldı veya çoğaldı gibi tespitlerde bulunmak da mümkün görünse bile inandırıcı olamıyor. Ama içinde yaşadığımız kapitalist sistem, geçici ve mevzii glasnostlarla kitlelerde umudu taze tutmaya çabalıyor. 

Duyguların yapaylaştığı, ilişkilerin ticarileşip, metalaştığı, yükselen değerlerin bile parayla ifade edildiği kapitalist- küreselleşme aşamasında "sözde barış" bile pazarlığa tabii tutuluyor . Bu tip barış pazarlıkları ve alış-verişlerin kansız, çatışmasız yaşandığı bölgeler sermayenin gurur kaynaklarını teşkil ediyor. Onlarca yıllık hapis cezası ardından seçimle başa gelen Nelson Mandela tüm Afrika kıtasına demokrasi ve barışın timsali gibi lanse ediliyor fakat Mandela'nın pazarlık masasında verdiği sosyo-ekonomik tavizler hiç konuşulmuyor. Mozambik ve Nijerya da barış kontratının kansız ve uzlaşma sonucu imzalandığı sistemin gözbebeğini oluşturan Afrika ülkeleri, aynı zamanda açlığın kol gezdiği yoksul bölgenin ülkeleri. Öyle barış anlaşmaları düşünün ki, sonucunda ülke toplumu açlıktan kırılsın. 

Bu anlaşmaların taraflarından biri barışa susamış ülkelerin halkları, karşı tarafta ise bölgedeki çatışmaları kışkırtarak kimi zaman silah stoklarını eriten kimi zamansa koşullu barış pazarlıklarında ülkeyi kıskacına alarak ekonomik ve ticari tavizler koparan kapital var. Barış, ekonomik bağımlılık koşuluyla gelince; gidişi de çok hızlı oluyor kuşkusuz. 

Bu anlamda Küreselleşmeyi, kapitalizmin günümüzde toplumlar tarafından benimsenmesi ve içselleştirilmesi için şirinleştirilerek enjekte edilen adıdır diye tanımlamak, Barışı; iki karşıt güç arasında geçici süreler için kısa, orta ve uzun vadedeki çıkarların korunması amacıyla varılan bir uzlaşma ortamı, çoğunlukla eşitsizler arasında ve güçlünün belirlediği ya da güçsüze dikte ettirdiği koşullarda oluşturulan geçici bir uzlaşma zemini, sınıflı toplumlarda bu sürecin tek belirleyicisinin egemen sınıflar olduğu ve onların icazet verdiği ölçüler içerisinde yaşandığı varsayılan çatışmasız bir ortam olarak tanımlamak ve bugünün egemenlerinin oluşturduğu demokrasi, insan hakları,barış, emek, çevre standartları gibi kavramların hemen hepsinin sistemin sürdürülebilir kılınması ve sınıflar arası çatışmanın geciktirilerek uzun süreye yayılmasına hizmet ettiği tanımlamasını yapmak yanlış olmayacaktır.


ANDON
*Pera Bar         
*Şarapevi        
*Müdavim Bar         
*Meyhane   
*Teras
  katlarıyla     Beyoğlu’nda   özel  bir buluşma yeri...   
Sıcak bir ortamda ve tanıdık 
simalarla yemeğinizi yiyebilir 
ve içkilerinizi yudumlayabilirsiniz.  
Hem de doyumsuz  Boğaz manzarasına  karşı.
Sıraselviler Cad. No: 89 Beyoğlu Tel: 251 02 22 - 249 08 79
Web: www.andon.com.tr