|
|
BARIŞIN GETİRDİĞİ SORUMLULUK
Dr.Ergun GÖKNE
Türkiye Cumhuriyeti'nin ABD yandaşı olarak Irak'ta savaşa girmesi uzun süredir tartışılıyor. Gerek uluslararası ortamda gerekse yurtiçinde bu kadar tartışılan "Barış" kavramı göz ardı edilemez. Ne olursa olsun, hangi uluslararası meşruiyet kisvesine bürünürse bürünsün, savaş haklı görülemez.
Dünya ne 1910'ların ne de 1930'ların dünyası. Hele ondan öncesi hiç söz konusu değil. İnsanlar daha iyi, daha kaliteli ve daha barış dolu bir dünyada yaşamak istiyorlar. Ufak bir kitlenin, bir milletin çıkarları için herhangi bir savaşa girmek istemiyorlar. Adlandırmak gerekirse bir "Pax Americana" için insanlar savaşın tüm ağırlığını taşımak istemiyorlar.
Ülkemizde yüzde doksan dört diye ifade edilen bir çoğunluğun savaş karşıtı olmasının, bir yabancı devletin askerlerinin Türkiye'de konuşlandırılması veya Türkiye'den transit geçmesi için Bakanlar kurulu'nun imzaya açacağı tezkerenin altı buçuk saat tartışılmasının bir anlamı olmalıdır. Bu olay Başbakan'ın açıkladığı gibi "duygusal" değildir. Son derece somut savaş karşıtı bir harekettir.
Ülkemizin korunması için atılacak adımlarla, yabancı bir devlet tarafından ülke topraklarının ve diğer olanaklarının, diğer bir ülkeyi işgal amacıyla kullanılması için atılacak adımları çok hassas olarak ayırmak gerekir. "Barış" duygusal bir olgu değildir. Barışın karşıtı savaş olursa, ne olacağı hiç düşünüldü mü?
Yöneticilerimizin ve bu günkü politikacıların kaç tanesi İkinci Dünya Savaşını hatırlamaktadır. Kaç tanesinin nüfus kağıtlarında "ekmek karnesi verildi", "basma karnesi verildi" veya "şeker karnesi verildi" damgaları vardır? Benim bir anı olarak sakladığım eski nüfus kağıdımda bu damgaların hepsi var. Girmediğimiz, barış içinde yaşadığımız, bir savaşın insanlara getirdiği sıkıntıyı az da olsa yaşadım. ABD ile ittifak yaptığımız için sıkıntıdan uzak kalacağımızı düşünenler çok büyük bir yanılgı içindedirler. Zaman geçtikçe barışın getirebileceği sıkıntıların savaştakilerle karşılaştırılamayacak kadar az olduğu görülecektir. Fakat o zaman çok geç olacaktır.
24 Şubat 2003 tarihli Hürriyet Gazetesi'nde Şükrü Küçükşahin köşe yazısında şunları yazıyor:
"Körfez krizinin en hareketli günlerinde, 1991'in yazında Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Bursa'da Fomara Meydanı'nda savaşla ilgili görüşlerini en ateşli sözlerle anlatıyor. Meydan da alkışlarla karşılık veriyor.
Özal'ın tam karşısına gelen binanın ikinci katında ise bir avukat elindeki "Savaşa hayır" yazılı pankartı cama dayamış, ayakta duruyor.
Avukatın büro ortakları DSP eski Milletvekili Ali Arabacı ile CHP eski Milletvekili Yahya Şimşek. Her ikisi de "Ne yapıyorsun?" diye soruyor.
Yanıt, asıl siz ne yapıyorsunuz, der gibi.
"Savaşa karşı çıkıyorum."
Bu eylemci avukat şimdiki Başbakan Yardımcısı Ertuğrul Yalçınbayır'dı.
Sayın Yalçınbayır çok tartışılan tezkereyi dün imzaladı. İnanıyorum ki, pek çok Bakan da bu tezkereyi kerhen imzaladı. İmzalamasalardı ne olurdu? İnanın, olacaklardan daha kötüsü olmazdı. Fakat Türkiye Cumhuriyeti barışçı tutumu ile tüm dünyanın gözbebeği haline gelirdi. Tabii ABD yönetimi hariç.
Şimdi sayın Yalçınbayır diyor ki: "Ben Milletvekili özgürlüğünü Meclis'te kullanacağım." Kısaca tezkere Meclis'e geldiğinde ret oyu vereceğim demek istiyor. Belki pek çok bakan da aynı şeyi yapacak.
Geçtiğimiz Cumartesi günü Başbakanlık tezkeresi Meclis'te oylandı ve kabul edilmedi, daha doğrusu gereken anayasal çoğunluğa erişilemedi. Oylamadan sonra yapılan yorumlardan pek çoğu bu sonucu AKP yönetiminin beceriksizliğine ve milletvekillerini ikna edememesi olgusuna bağladı.
Bir ülke halkı ile, milletvekilleri ile ve hükümeti ile bir bütündür. Halkınızın büyük çoğunluğu barış istiyorsa, bu gerçeğe karşın hükümet savaş için gerekli hazırlıkları gözünü kırpmadan tamamlıyorsa, milletvekilleri de bu hazırlıkların temelini oluşturan kararları reddediyorsa artık sizi kimse ciddiye almaz. Uluslararası siyaset Kasımpaşa çarşısında domates pazarlığına benzemez.
Bu tezkereyi Bakanlar Kurulu'nda imzalayan Bakanlardan, Meclis'te ret oyu verenlerin tutumu gayrı ciddidir. Yapılacak tek hareket Bakanlar Kurulu'nda imza atmayıp görevden ayrılmak ve düşüncelerinin, vicdanlarının arkasında durmaktır veya daha doğrusu durmaktı.
Barışı elde etmek, devam ettirmek için en ağır sorumlulukları yüklenmek gerekir. Bu ağır yükü yüklenemeyenler ne kadar barıştan yana olduklarını söyleseler de kimseyi kandıramazlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi gerçekten barış yanlısı ise, bu gerçeği atacağı diğer adımlarla göstermeklidir.
"Barış yanlısıyım, barışı istiyorum" diyen tüm insanlar da aynı sorumluluk içerisinde barışın gerektirdiği sıkıntıları karşılamağa hazır olmalıdırlar. Sokaklarda "Barış istiyorum" diye yürümek, "No War" afişleri taşımak barışı getirmek için yeterli değildir.
Bilinmelidir ki, Barış her çağda ve her koşulda savaştan daha zahmetli ve sorumluluk isteyen bir olgudur.
|
|
|