|
|
ÇİMDİK
Nostalji
Hey gidi günler !..
Fukara Erol Toy, "Aydınımız, İnsanımız, Devletimiz"i bundan tam 21 yıl önce... 1982 Şubatında yayınlamıştı.
O günleri bilenler, bilmeyenlere anlatsın.
Erol Toy ; "Anayasa yapılıyordu.
Düzen erdem üstüne kurulursa, daha erdemlisi... Sahtecilik üstüne kurulursa daha sahtekârı sahipleneceğinden, uyarmak yurttaşlık görevi, diye düşündüm, diyor."
Askeri yönetim hiç öyle algılamadı.
Yayından 2 saat sonra yasakladı.
3.800 kitaba mücellitte el kondu.
Erol Toy'a Nazım Hikmet'ten sonra "Askeri İsyana Teşvikten" kovuşturmaya uğrayan ikinci yazıcı onuru bağışlandı.
Olan oldu, geçen geçti.
1992'de tıpkı basım... 2000'de Yaz Yayınları'nca belge, bilgi ve tutanaklarla yeniden basıldı.
Okuyanlar sağolsun.
Bu güne değin her birini sade satın alan okuduysa en az 12 bin kişiyle tartışma fırsatı buldu. Ama besbelli Türkiye'yi yönetenlerle yönlendirme savındakilerden kimse okumamış.
Okusalardı, kitabın, "Giriş Yerine ;
1-Türkiye ekonomisi emperyalist aşamaya gelmiştir.
2-ABD ve SSCB imparatorlukları çöküş sürecini yaşamaktadır.
3-Türkiye'nin, bu süpergüçlerle hesaplaşması kaçınılmazdır.
4-Bundan ötürü ekonomi-politik yapısını buna uygun düzenle-meye koşuludur."
Varsayımlarıyla başladığını göreceklerdi.
Böyle başlayan bir kitabın, 20 yıl sonra yine okunduğuna göre eksiği gediğiyle bugün içinde debelendikleri karabasanın nedenlerini... Biraz zihinleri çalışıyorsa, ilâçlarını tartışma uğraşını bilecekler... En azından sürpriz şoklarla sarsılmayacaklardı.
Yazık !..
Görmemiş, bilememiş, düşünmemiş, tartışmamış.
Şimdi söyleyecek söz bulamayan eğri otursun doğru konuşsun.
Kaybeden kim ?
Kitap mı ?
Arayanı az olduğundan kitapçıda değil, yayıncıda bekliyor.
Yazar mı ?
O ödevini yapmış. Vicdanı rahat.
Okumayan mı ?
O da kendini çimdiklesin !..
Dehşet Yolcuları
Eksik olmasınlar...
Savaş yanlılarımız pek yaman !..
Tayyip'i Abdullah'ı... Vecdi'si Yaşar'ı... Zapsu'su Fırat'ı... Kapılısı
Kapusuz'u... Ertuğrul'u Fatih'i... Nazlı'sı, sazlısı... Koç'u Sabancısı... Yaşar'ı Eczacıbaşıs'sı... Özilhan'ı Hisarcıklısı söz Irak'tan... Kürtlerden... Türkmenler'den açıldı mı, her biri kılıcından kan damlayan bir Battal Gazi.
Ama kötüsü geldi mi ?
Tutmayın muhteremi. İncili Çavuş.
Battal Gazi'yi bilirsiniz.
Tek başına yurtlar açan... Kaleler düşüren bir yiğittir.
İncili Çavuş'u tanımayan var mı ?
Zarif bir nedîm... Osmanlı mizahının devlerinden biridir.
Eh güncel aklımız mizah... Fikrimiz baldır bacak olduğuna göre de, yakışığımız elbette İncili Çavuş olacaktır.
Öyküsü pek ünlüdür.
Hazret İran'a elçi gider.
Söz padişahını sevmekten açılır.
Çavuşumuz hükümdarını çok sevmektedir, çok.
Şah en az onun kadar nüktedandır.
Öyleyse göster, der.
İncili Battal Gazi ya !..
Söyleştikleri yer de, uçurum kıyısında bir sarayın bahçesi...
Seninki yerinden fırlar... Gerilir, gerilir, gerilir...
Kaftanının eteğini toplar, bir hamle eyler ki, görülmeye sazâdır.
Uçurumun kıyısına kadar şahlanmış arapatı gibi koşar.
Ve orada zınk diye yere oturur.
"İşte bu kadar !.."
Bizimkiler de o hesap.
Koca bir ordu Kuzey Irak'a girip nerdeyse 36. Paralelde nöbet tutunca Babil'in asma bahçelerinde gül budamak kolay.
Battal Gazi'sin ya !..
Pusatı kuşanır... Avradı bırakır.. Atına biner, yurt sevgisi üstüne bülbüllük eylemene bir mâni mi var ?
Ulusal güvenlik, dersin. Çıkarları sayar döker... Saddam'a atar tutar... Kürtlere cart-curt edersin.
Sen bunlarla meşgulken sis dağılır, gün açar.
Anglo-Amerikan uçurumu tüm dehşetiyle önlerinde beliriverir.
İncili Çavuş'turlar.
Kıyısına oturur ;
- Amerika ile savaşılır mı ?
Der çıkarlar.
Al Sana 10 Mart
28 Şubat da geçti.
Şimdi sırada 10 Mart var.
Anladınız değil mi ?
Kıbrıs sorunundan söz ettiğimizi.
10 Marta kaç gün kaldı ?
Salıdan Pazartesiye 5 gün mü ?
Eh !..
Onu da görürüz.
Önce 30 Mart derler. Sonra 16 Nisan... O da olmazsa, Haziranın bilmem kaçı...
Verheugen cenapları(!) 2004 Mayıs'ı, buyurdu.
Ekselâns Annan'ın o güne kadar vakti var.
Yeni lider Papadopulos sütten çıkmış bir kaşık. Rauf Denktaş uzlaşmaz. Dizgini salınırsa, alır başını gider.
Zaten Kıbrıs arabası da, devrildi devrilecek.
Denktaş'ın taşı denk gelirse, vaktinden önce yuvarlanır.
Bağnaz, âciz ve yoksul... Mini mini Türkiye Irak bataklığında
Anglo-Amerikan... Kıbrıs cangılında Franko-Alman süperleriyle nasıl çartışabilecek ki ?
Ne silâhı, ne parası var.
Ne gençleri işsiz güçsüz... Ne oralarda bir çıkarı.
Anglo-Amerikan cephesine katılırsa yeşil yeşil dolarlar gelecek.
Franko-Alman isteğine uyarsa, mor mavi Eurolar.
N'olur Sevr'i uygularlarsa ?
Paralar gelecek... Karnımız doyacak... Cebimiz dolacak ya !..
Bakın Filipinlere !..
Ya da Kıbrıs Rum kesimine.
Başları göğe ermemekte mi ?
Ama topuk direr de, çatışmaya girersek...
Alimallah !..
Kurtuluş Savaşı'ndan beter olur... Lozan'ı imzalamak zorunda kalırız. Memleketimiz harap. İnsanlarımız yoksul. Gereksinimiz çok.
Orada ceplerine attıkları istekleri yeniden boğazımıza dayar... Hepsini bir bir burnumuzdan gırtlağımıza tıkarlar.
He mi ?
Yahu yıl 2003.
O günün Türkiyesi de borçlu. Üstelik işgal atında. Silâhları alınmış... Tersanelerine girilmiş... Bugünkü sınırlarının üçte ikisinde düşmanının borusu ötüyor. Dahası da var. Hepi topu 13.5 milyon insan. 9 milyonu kadın. 2 milyonu çocuk... Kalan 2.5 milyonun bir milyondan fazlası yaşlı... Ona yakını gazi ya da özürlü.
Süngü tutabilecek 1 milyon eri ya var ya yok.
Anadolu topraklarında nöbet tutan, İngiliz, Fransız, Amerikalı, İtalyan ve Yunan askerlerinin toplamı da 1 milyon.
Üstelik o günün süper teknolojisi de onlarda.
Şimdi koşullar değişik mi ?
Evet !..
Yarın davulu vursan, süngü tutacak erin 30 milyondan fazla.
O zamana göre iyi kötü teknolojin de üretimin de var.
Sıkıştığın zaman neler yapabileceğini kendin bile bilmiyorsun.
Üstelik yurdunun işgalini bırak... Yabancı askerin, senin iznine bağlı köprü isteği bile kıyameti koparmana yetiyor.
Ama çaban mâsûmane.
Kötüyü önlemeye uğraşıyorsun.
Kötü elinde mi ki ?
Saldırgan kapına dayanmış, aç kapıyı... Toprağından geçecek, komşunu döveceğim, diyor.
Mâsûmane önleyeceksen, geçirme.
Geçirdinse ses etme...
Ya dayak yiyorsun... Ya birlikte dövüyorsun, sanırlar.
Değil mi ?
Asıl Savaş
Aman eksik olmasınlar !..
Doğan... Bilgin... Çukurova gruplarımız olmasa, çimdikleyecek adam bulamayacağız.
Türkiye kaç haftadır, gün, saat, hatta dakika hesabına yatmış kıdemli erata döndü.
Teskere sayıklıyor.
Haksız da değil.
Anadolu Akdeniz'le, Asya arasında Deli Dumrul köprüsü.
Gerçi kolejli gençlerimizle özentileri, Deli Dumrul'unkini değil, Waterlo ya da Manhattan köprülerini bilirler ya !..
Her toplum kötüsüyle burun buruna geldiğinde, kendi kalıtını bilmese bile, onun doğrultusunda davranır.
Anadolu, Deli Dumrul'un köprüsüyse... Türkiye insanı da da Deli Dumrul olmaya koşulu.
İşte günümüzün "to be or nat to be"si...
Son bir aydır kopan gürültüye bir bakın.
Anadolu'nun Deli Dumrul'u Anglo-Amerikan emperyalizmine geç, derse. Amik ovasından Mezopotamya'nın tepesine pislemek de... Zap vadisinden Asya'nın ortasına tünemek de pek bir kolay.
Geçme derse, sopayı hazır edecek ki, döve döve hem geçişi önlesin... Hem geçenden bir alırken, geçmeyenden iki alabilsin.
Amerikasından TÜSİAD'ına... Avrupa'sından MÜSİAD'ına hatta haftalardır bıkıp usanmadan "Savaşa Hayır" pankartı asan bizim yayın yönetmenine herkesin gözü kulağı bu geçişin sefilliğiyle, sonrasının zalimliğine çevrilmiş, değil mi ?
Ustalarımız toplumsal ilişkilere materyalist gözlükle bakarken boşuna mı, iç çelişkiyi dış çelişkinin önüne almışlar ?
İlâmaşaallah bizim medyatik mi dersiniz, medyakronik mi holdinglerimizin gözü, ne köprüyü... Ne Dumrul'u görmekte.
Bütün dikkatleri birbirine yönelmiş.
Doğan Grubu, Bilgin'le Karamehmet'in açığını gözlüyor. Hani onların açığı da karınca bacağı değil ama, öyle bile olsa fil gibi şişiriyor... Karamehmet yâni Çukurovayla Bilgin Grupları ise Doğan Grubunu gözlemekte.
Bilgin'le Çukurova'nın yayın organları için Doğan Grubunun Petrol Ofisi açığı... Doğan Grubununkiler için, Dinç Bilgin'le Turgay Ciner'in mal kaçırma karmanyolası... Mehmet Emin Karamehmet'in zenginler listesinden atılması Irak Savaşından da, Kıbrıs çözümünden de önemli sayılıyor.
O yüzden Deli Dumrul'un işi zor.
Köprü kurayım derken, köprü kuranların tufasına gelebilir.
Çünkü bilinen gerçektir.
Devlet sıkışırsa dış çelişkiyi abartır... Savaş açar.
Halk sıkışırsa, iç çelişkiyi büyütür... Devrim yapar.
İşbirlikçi sıkışırsa, ne o, ne bu... Birbirinin gözünü oyar...
Öyle olunca da, atların tepişmesinden kaçışan keneler, Deli Dumrul'un tenine üşüşür.
Yalandan Kim Ölmüş ?
Savsözlerimiz ne güzeldir.
Borçlunun boynu eğri olur, onlardan biri.
Türkiye yaklaşık 130 milyar dolar dışa... Bir o kadar da içe borçlu ya !
Boynu eğri olmasa bile, eğriltecek adamı çok !..
Hem de, başa geçmek için köşe bucak koşturan büyük simyacı Recep Tayyip Erdoğan öylelerinin de başı.
Meydanlara çıktı mı ? Her sorunun çözümü büyülü sopasında.
Sorunla burun buruna geldi mi, yalanın bini bir para.
Türkiye yarısı kendi halkına yaklaşık 260 milyar dolar borçlu... Borçlunun da boynu eğri ya !..
Anglo-Amerikan askerlerine geçiş izni verecek teskere de Meclis'te.
AKP'nin cin mollaları, imanıyla kirmanı arasına sıkışmış.
Başkanları Recep Tayyip Erdoğan, "Savaş karşıtı" nutuklar atıyor.
Başbakan Abdullah Gül'ün, "uykularının nasıl kaçtığını" anlatmakta en büyük destekçisi asıl tanık Hayrunnisa hanım.
İmanla kirman arasında sıkışanlardan biri celâlleniyor ?
"İslâm mülkü dârül cihad olur mu ?
İzin vermeyelim !.."
Büyük simyager Recep Tayyip Erdoğan feryadı basıyor.
"Bu yıl 70 milyar dolar borç ödenecek. Parayı bul da verme..."
Öf, öf, öf, öööf !..
Cin mollası anında yerle bir.
Fukaranın aklı Mirâc'a erse, Burak'a binmeye kalkmazdı.
İyi de !..
Adamın aklına, bu 260 milyar dolar borcun bir bölümü birkaç yıl ödemesiz beş ya da 10... Bir bölümü 20 yıl vadeli, değil miydi ?
İç borcun vadesi geleni faiz dışı fazlayla karşılanıp... Daha düşük faiz, daha uzun vadeyle döndürülmüyor muydu ?
O zaman bu 70 milyar dolar nerden çıktı ?
Bütün borcu üç taksitte mi ödeyeceğiz ?
Diye soruvermek gelseydi, alacağı yanıt her halde ;
"At martini bre Kasımpaşalı Recep..." olurdu.
An o an kurtuldu ya !..
Gerisini boşver.
Şimdiye kadar yalandan ölen var mı ?
|
|
|