Askerleştirilmiş bir toplum
Amerika küremizin en ağır askerleştirilmiş toplumudur. Eski ABD başkanlarından D.D. Eisenhower, görevi bırakırken yaptığı veda konuşmasında, ''endüstri-asker kompleksi''nin devlet içinde devlet durumuna geldiğinden açıkça şikâyet etmişti.
ABD'de görünürde iki partili bir siyasi yapı vardır, fakat ikisi de aynı para sisteminin yaratığıdır. Çoğu kez, aynı kişiler iki ayrı partiye de para verirler. Gerçek bir ''ikinci seçenek'' olacak üçüncü bir partiye yaşam hakkı yoktur. Yeni seçenekte ısrar edenler siyasal yaşamın dışına sürülürler.
Webster tanımında ''militarizm'' de var. Bundan kasıt her ülkenin doğal hakkı olan silahlı kuvvetler bulundurmak değildir. Amerika küremizin en ağır askerleştirilmiş toplumudur. Eski ABD başkanlarından D.D. Eisenhower , görevi bırakırken yaptığı veda konuşmasında, ''endüstri-asker kompleksi'' nin devlet içinde devlet durumuna geldiğinden açıkça şikâyet etmişti. Eski rakip Sovyet blokunun da tümden ortadan kalktığı bugünkü koşullarda, Amerika'nın ''savunma harcaması'' dediği toplam tutar dünyanın geri kalanının silahlı kuvvetleri için ayırdığı parayı da aşıyor. Üstelik, bu meblağ bütçede açıkça görülen bölümdür. Buna bir de CIA gibi örgütlerinin aynı amaçla her yıl birtakım gizli işlere ayırdığı büyük paraları da eklemek gerekir. Bunların büyük dilimi de askeri harekât için kullanılıyor. Ayrıca NASA gibi bazı ''sivil'' görünümlü ve yüksek bütçeli kuruluşlar da askerlik ve haber alma bağlantısı içindedir. Gene Amerika bazı yabancı orduları ya da grupları temelde kendi amaçları için donatmakta ve eğitmektedir
. Yeryüzünü askeri üsleriyle sarmıştır ve daha yenilerini edinme girişimlerine hız vermiştir. Tüm okyanuslar ve denizler güçlü filolarıyla denetimi altındadır. Havada da üstündür ve başkalarına ait hava sahalarına da sıkça müdahaleden çekinmemektedir. Tartışılmaz bir nükleer üstünlüğü vardır. Üstelik, uzayı da askeri amaçla kullanmaktadır. Birbiriyle bağlantılı uydularla sanki uzayda da bir haberalma ve jandarma sistemi kurmuştur.
Dış politikası da bu oranda askerileşmiştir. Sovyetler Birliği, uzun savaş yılları boyunca Polonya, Demokratik Alman Cumhuriyeti, Macaristan, Çekoslovakya ve Afganistan'da silaha başvurmuştu. Amerikan Kongresi'nin resmi yayınına göre ABD'nin aynı süre içinde silaha sarılması bunun yaklaşık on katıdır. Üstelik, Birleşmiş Milletler Antlaşması sorunların barışçı yönden çözülmesini öngörür ve madde 33'te bunların yollarını gösterirken, Amerika, tek başına bile kalsa, açıkça zor kullanma seçeneğine itibar ediyor.
Ordu gibi polis
Aynı derecede ciddi bir gelişme de askeri kuvvetleriyle sivil güvenlik kuruluşları arasındaki sınırın yok olmaya yüz tutmasıdır. İç düzenin de askerileşmesi, en az dış politikanın askerileşmesi kadar sakıncalıdır. Polisin eline ordunun kullandığı ordu tipi helikopterler, zırhlı araçlar, el bombası fırlatıcıları ve otomatik silahlar artan ölçülerde geçmektedir. Dahası, federal, federe devlet ve yerel güvenlik kuruluşları arasında, önceki yıllara kıyasla çok yoğun bir işbirliği söz konusudur. Bu durumda, ulusal güvenlik sistemi çok daha bütüncül ama askerleşmiş olmaktadır.
Bu sistemin uygulanışının içinde de hukuk-dışı aramalar, yığınsal gözaltı, gözaltında ölüm, özgürlükleri kısıtlama, özel yaşama müdahale, sanık-avukat mahremiyetini ihlâl, kötü muamele, aşağılama, işkence, zincire vurma ve bunların daha çok Müslüman, Arap, Ortadoğulu ve Asyalı gibi belirli gruplara uygulanması vardır. Bu durumda, Amerikan yönetiminin birkaç yönden militarist olduğu da kuşku götürmez.
Webster tanımından geriye Amerika'da nasıl bir parti sisteminin olduğu ve muhalefetin baskı altında tutulup tutulmadığı noktaları kalmaktadır.
Amerika tek partili bir toplum değildir. Bu ülkede iki siyasi parti vardır: Cumhuriyetçiler ve Demokratlar. Ancak federal düzeydeki bu iki partinin arasında önemli farklar yoktur. Birinin tutucu, ötekinin de liberal olduğu, daha açıkçası, birinin programının ötekinden farklı olduğu doğru değildir. İkisinin de gündemi temelde aynıdır. İki parti görünümüyle demokrasi imajı yaratarak aynı amaca nöbetleşerek hizmet ederler. İkisi de aynı para sisteminin yaratığıdır. Çoğu kez, aynı kişiler iki ayrı partiye de para verirler. Gerçek bir ''ikinci seçenek'' olacak üçüncü bir partiye yaşam hakkı yoktur. Bazı bunalımlı dönemlerde ikinci bir seçenek ortaya atılabilir de. Ama bunu partilerden biri, daha çok Demokrat Parti kendi içine çekip ortadan kaldırır.
Düzen sorgulanamaz
Bunalım atlatılınca, gene iki parti arasındaki anlaşma ortamına dönülür. Yeni seçenekte ısrar edenler siyasal yaşamın dışına sürülürler. Her iki parti de kendilerinin birlikte temsil ettikleri tek seçenek dışında başka bir yola şans tanımama ilkesinde anlaşmışlardır. Konu hangisinin sistemi daha iyi güçlendireceğidir. İkisi de düzenin temelini sorgulamaz. Endüstriyel askeri kompleksi ülkeyi yönetecektir. Demokratların çoğu hükümetin daha fazla kullanılmasından yana olabilir. Cumhuriyetçilerin çoğu da hükümeti daha fazla kısmak isteyebilir. Aralarında dişe dokunur fark yoktur. İki başlı da olsa, tek sistem söz konusudur. Bu iki baş da büyük ölçüde endüstri üretimi, tekelci sermayedarlık ve devlet-tekelci sermayedarlığı aşamalarıyla uyum sağlayarak gelişmiştir. Geçmişte milyarderler içinde Rockefeller, Getty ya da Giannini Cumhuriyetçileri, Du Pont ve Morgan da Demokratları desteklemiştir. Amerikan halkı aynı gövdenin iki başından birini seçecektir. Seçimlerin her türlüsü o denli para isteyen bir uğraştır ki tüm siyasetçiler çok varlıklı çevrelerin elindedir, onların sözcüleridir.
Yalnız Bush değil, Clinton da Amerikan sağının adamıydı. Cumhuriyetçiler Clinton'a saldırdıysa, nedeni aynı sağ gündemi başarıyla uygulamış olmasındandır. Bugünkü Başkan Bush'un babası Cumhuriyetçi George Bush Beyaz Saray'dayken, Demokrat Bill Clinton da Arkansas Federe Devleti valisiydi. Rekabet değil, işbirliği yapıyorlardı. Örneğin, Nikaragua'ya karşı ''kontra harekâtı'' nda, silah ve uyuşturucu, ikisinin de bilgisi ve onayıyla Mena Havaalanı'ndan girip çıkmıştı. Kontraların askeri eğitimi için kurulan gizli eğitim kampı da Arkansas'taydı. Anlaşılan, bu türlü işbirliği kazançlı da. O zamanki valinin eline geçenler eşinin çalıştığı Rose Hukuk Şirketi'nde aklandı. Clinton'un başkanı bu yoldan tanıması 1992 seçimlerinde Demokrat adayı olmasını da kolaylaştırdı. Bu seçimlerde Amerika'da iki aday vardı: George Bush ve Bill Clinton adında bir Bush benzeri. Hangisi seçilirse seçilsin, asıl kazanan gene aynı çevre olacaktı. Program ve uygulama değil, siyaset satanların yüzleri değişik; o kadar! George Bush'un sûlbünden olma George W. Bush değil de Clinton'un yetiştirmesi Al Gore başkan olsaydı, değişen bir şey olmayacaktı.
Demokrasi oyunu
Bu ''demokrasi oyunu'' nu Amerikan basını da bilir. O da oyunun parçasıdır. Adayları sanki arada farklar varmış ve derinmiş gibi sunmak da onların payına düşer. Bu sahnede ikinci bir seçenek direnmeye kalksa, onu geniş okuyucu ya da seyirci kitlesine ulaşan medya araçlarının hiçbiri tutmaz. Medyanın görevi tek seçeneğin hizmetinde olmaktır.
Bu nokta gene Webster tanımında yer alan ''muhalefete baskı'' ile bağlantılı. Clinton'un başkanlık görevi sırasında, Beyaz Saray'a herhalde rakiplerince sokulan Monica adlı bir kızla bir ölçüde yakınlık kurmasının ortaya dökülüşü, o toplumda basın özgürlüğü, demokrasi ve muhalefetin olduğunu kanıtlamaz. Bu konuda önemli olan şudur: Amerika'da muhalefet asıl ''yapısal'' bir baskı altındadır. Sistem yukarıda sözünü ettiğim iki başlı düzen dışına taşan muhalefete bir olanak sağlayacak biçimde yapılanmamıştır. Beyaz Saray'da da Kongre'de de ya Cumhuriyetçiler olur ya da Demokratlar. İki partinin birinin içinde ara sıra bir ''bağımsız'' çıkarsa da, bu bir üçüncü parti ya da gerçek bir muhalefet işareti değildir. Bir ara bağımsız başkan adayı olmuş olan milyarder H. Ross Perot yıllardır CIA'ya hizmet etmiş biri olup Yarbay Oliver North 'un karanlık işlerine de, gene düzenle anlaşmalı olarak, para akıtmış kişidir. Çok küçük üçüncü kuruluşların da güçlenme olanakları yoktur. Nispi temsil sistemi olsaydı, belki uzun vadede bir üçüncü güçten söz etmek akla gelirdi.
Sansürlü medya
Kaldı ki 11 Eylül saldırısına bir tepkiymiş gibi gösterilen bazı adımlar her türlü muhalefeti, üniversitelerde bile, dizginleyecek boyutlara erişmiştir. Çok okunan gazeteler birkaç yüz bin kişilik yürüyüşü bir avuç insanmış gibi gösteren fotoğraflar yayımlamakta, eskilerin itibarlı eğitim kurumları aykırı düşünenleri, kontratlarını yenilememekle tehdit etmektedirler. Bu sistemle yurttaşın doğru bilgi alma yolları çok kapalı olduktan başka, bazı arşivlerin yeni emirlerle gizli tutulması, askeri mahkemelere yeni yetkiler verilmesi ve yüksek bilgisayar teknolojisinden yararlanarak yurttaşın fişlenmesi ve egemen düzenden ayrılanlara ''gereğinin yapılması'' gibi demokrasi karşıtı adımlar muhalefeti daha da sindirmeye yarıyor. Bu kısa inceleme, Amerika'da demokrasi yerine faşizmin saltanat sürdüğü görüşünün, hiç değilse oradaki uygulamaların saygın bir Amerikan kaynağı olan Webster Büyük Sözlüğü'ndeki faşizm tanımına uyduğunu gösteriyor olmalı.