Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 K.MARKS

 


İPEK YOLU SAVAŞ KONVOYLARINA SERBEST
AMA BARIŞ KONVOYLARINA YASAK

  Kaya GÜVENÇ

Sevgili arkadaşlarım; Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğin gündemi yine yoğun. Duyarlı bir meslek grubu olunca, duyarlı bir örgüt olunca, tabii ki Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin gündemi yoğun olacak. Çünkü Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin gündemi, bildiğiniz gibi bu ülkede yaşanan her konuyla doğrudan ve yakından ilgili. Her alınan kararın, her verilen kararın, çıkan yasanın, yönetmeliğin, uygulanan genel ekonomik politikaların ya da siyasi politikaların bu ülkede mühendis ve mimarların kendi meslek alanlarıyla ilgili, meslek uygulama alanlarıyla ilgili, mesleğini halkın hizmetine sunma arzusuyla ilgili olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.

Gündemde İş Yasası var. Biliyorsunuz 57. Hükümet tarafından tasarı olarak getirilen ve tasarının ortaya çıkmasından hemen sonra bizlerin yaygın bir şekilde tartışmaya başladığı bir İş Yasası. “Bu yasa, kölelik yasasıdır.” Bu yasanın çalışanlara vereceği hiçbir şey yoktur. Belki daha da önemlisi; insanlık tarihinin, emekçilerin tarihinin 150 yıllık bir geçmişi ve kazanılmış hakları olduğunu düşünürseniz, temel, en azından 8 saatlik işgünü ve hafta sonu tatili gibi, bu haklar dahi geri alınmaya çalışılmaktadır.

Meclisin çoğunluğunun Türkiye’de emekçileri daha zor koşullara atarak bu ülkeyi bir yere götürmenin mümkün olmadığı konusunda ikna olmaları gerekiyor. Biliyorsunuz, ülkemiz yıllardan beri teknolojik yönden geliştirmelere kapalı, üretimden kopuk, sanayileşmeden kopuk bir politika sürdürdü ve bu politikanın sonucu olarak da Türkiye sanayinin rekabet gücü şimdiye kadar hep ucuz işgücü oldu. Ucuz işgücüyle ancak ve ancak gelişmiş ülkelere taşeron olabilirsiniz, ucuz işgücüyle hiçbir yere varamazsınız. Küresel dünyada şayet bu dünya nimetlerinden pay almak istiyorsanız, şayet bu ülkenin halkının geleceğini aydınlık günlere doğru götürmek istiyorsanız, ucuz işgücü saplantısından vazgeçmeniz ve TMMOB’nin yıllarca tekrarladığı olayı; yani bilime, teknolojiye, üretime, inovasyon politikalarına dönmeniz gerekiyor. O nedenle umuyoruz ki bu İş Yasası, tasarıda olduğu gibi Meclisten çıkmayacaktır. Aksi takdirde gerçek anlamıyla bir kölelik yasası olacaktır.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin üyesi olan ya da olmayan mühendis ve mimarlarımız ki 430 bin civarında olduğunu hepiniz biliyorsunuz, bunun yüzde 50 kadarı özel sektörde ücretli olarak çalışmaktadır. Dolayısıyla çıkacak olan yasa, sadece ve sadece işçi sendikalarına üye olan arkadaşlarımızı değil, aynı zamanda mühendis ve mimar kitlesini de yakından ilgilendirmektedir.

Gündemde bütçe var, şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülüyor. Bütçeyle ilgili söylenecek çok fazla bir şey yok; bu konuda birkaç açıklamamız oldu, sizler de yakından izliyorsunuz. Bütçe, yine IMF endeksli, IMF politikalarının gereğini yerine getiren bir bütçedir. Bütçe yine basit bir plandır; bir faiz ödeme, borç ödeme planıdır. Bu bütçede ne yatırım vardır, ne sosyal devlet vardır. Hele de bütçe tasarısıyla birlikte açıklanan önlemleri göz önüne aldığınız zaman, yine krizlerin faturası emekçilerin ve çalışanların, genel olarak yoksul halk kitlelerinin üzerine yıkılmaya çalışılmaktadır.

57. Hükümetin Meclise sunmuş olduğu bütçe tasarısıyla 58. Hükümet tarafından Meclise sunulan bütçe tasarısını karşılaştırdığınız zaman, arasındaki fark hem giderler kaleminde, hem gelirler kaleminde yüzde 1’ler mertebesindedir. Sonuç itibariyle yıllardan beri IMF’ye teslim olmuş, IMF politikalarına teslim olmuş bir anlayışın devamını görüyoruz. Bundan dolayı rahatsızlığımızı bir kez daha ifade ediyoruz. Bu ülkenin geleceğini, bu ülkenin ekonomisini, kalkınmasını IMF politikalarına terk etmek demek, bu ülkeyi gelişmiş ülkelerin taşeronu durumuna sormak demektir, bu ülkeyi uluslararası sermayenin sömürüsüne daha çok açmak demektir.

Gündemde GATS (Hizmetlerin Serbest Dolaşımı Genel Anlaşması) var, 31 Marta kadar Hükümet, bu konuda taahhütlerini kesinleştirmiş olacak ve o noktadan itibaren de geriyi dönüşü bir hayli zor bir durumla karşı karşıya kalacağız, bunu daha önce ifade ettik. Mühendislik ve mimarlık alanlarında bütün Avrupa ülkelerinin, bütün gelişmiş ülkelerin ve çok sayıda gelişmekte olan ülkenin reddettiği önlemler ve taahhütler, ne yazık ki artık neredeyse IMF’nin bir bürosu gibi çalışan Hazine Müsteşarlığı tarafından akıl almaz bir noktaya getirilmiştir.

Dünyanın hiçbir ülkesi, mühendislik ve mimarlık hizmetlerinde sınır ötesi ticareti kabul etmezken, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bunu kabul etmekte bir sakınca görmemiştir. Sadece ülkemizdeki mühendis ve mimarların işsizlik ve ücret sorunlarıyla doğrudan ilintili bir olaydan bahsetmiyorum. Bu ülkeyi bir gün kalkındırmak istiyorsanız, bu ülkenin mühendislerine, mimarlarına ihtiyacınız vardır. Bu ihtiyacın karşılığı da bu mühendis ve mimar kitlesini kendi mesleki alanlarındaki etkinliklerini arttıracak önlemleri almakla yükümlüsünüz.

Hemen hemen bütün ülkeler, mühendislik-mimarlık hizmetlerinde kişilerin serbest dolaşımını bir hayli sınırlandırırken, Türkiye bunu da açık bir taahhüt olarak kabul etmekte hiçbir sakınca görmemiştir. Bununla paralel olarak geçen dönem Parlamentoya sunulan ve yabancıların çalışma izinlerini düzenleyen yasa tasarısı, gayretlerimizle ve IMF’nin buyruğu doğrultusunda Hazinenin TMMOB’nin bu alandaki yetkilerini sıfırlama girişimlerine karşın, çalışmalar sonunda bir noktaya gelinmiştir ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliğinin yabancı mühendis ve mimarlarla ilgili iki maddesindeki değişiklikler bir hayli sınırlı kalmıştır. Bundan dolayı memnunuz, onu ifade edelim.

Avrupa Birliği Genel Sekreterliği diye Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir Genel Sekreterliğidir. Komisyonda Avrupa Birliği Genel Sekreterliğinden katılan uzmanlar, “yabancıların Türkiye’de çalışma izinlerini düzenleyen yasa tasarısıyla ilgili getirdiğimiz mevzuat Avrupa Birliği mevzuatına aykırıdır” demek zorunda kalmıştır. Oysa getirilen yasa, Avrupa Birliğine uyum için getirilmektedir. TMMOB bu anlamda rahatlamıştır. Ancak şunu biliniz ki, bir yasanın şu veya bu şekilde çıkmasının hiçbir anlamı yok. Türkiye’nin hukuk devleti olduğu yolundaki iddiaların veya söylemlerin ne kadar geçerli olduğunu daha sonraki aşamalarda da göreceğiz, ama bu konuda çok dikkatli olmak zorundayız ve örgütümüz bu konuya gereken özeni göstermek zorundadır.

Gündemde Vizyon 2023 var. Vizyon 2023 biliyorsunuz Türkiye’de ilk kez denenen teknoloji öngörü çalışmalarıdır, TÜBİTAK tarafından başlatılmıştır ve ilk bölümleri sonuçlanmıştır, ara raporlar sonuçlanmıştır. Şimdi bir yaygınlaştırma dönemi, bu raporlar tartışılıyor; bundan sonra da Türkiye’nin 2023 çerçevesinde neler yapacağı, hangi teknolojilere öncelik vereceği bir şekilde ortaya konulmuş olacaktır.

Çalışmanın eksikleri vardır; onu çok iyi biliyoruz. İlk kez yapıldığı için bundan kaynaklanan bazı aksamalar olmuştur; ama çalışma önemli bir çalışmadır ve Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği bu çalışmayı mutlaka ve mutlaka içselleştirmek durumundadır. Bu nedenle bütün örgütümüzün özellikle bölgelerde ve hem de Odalarda bu çalışmaları bir şekilde kendi gündemlerine almasını beklememiz gerekiyor.

Bu Hükümet kendisini, kurulan 59. Hükümet de muhtemelen kendisini bundan önceki 57. Hükümet ve daha önceki hükümetlerden ayırmaktadır, açık açık bu politikaların yanlış olduğunu söylemektedir. Zaten seçim alanlarında da, beyannamelerinde de bunları söylediler. Ama gelin görün ki, bu Hükümet bundan önceki Hükümetin Parlamentoya sevk ettiği kanun tasarılarını ve geçmeyen, geçen dönemde yasalaşmayan kanun tasarılarının hepsini harfine değinmeden, değiştirmeden, virgülünü değiştirmeden Parlamentoya yeniden göndermiştir. Böyle bir şey olur mu, mümkün mü? Hem politika olarak eleştireceksiniz, hem de o politikaları belirleyen, düzenleyen belgeleri benimseyerek Parlamentoya yeniden sevk edeceksiniz.

Aslında değişen hiçbir şey yoktur. Aslında değişen hiçbir şey yoktur. Çünkü gelen Hükümet de, 58. Hükümet de sadece ve sadece uluslararası sermayenin ve gelişmiş ülkelerin, hele de son zamanlarda bu saldırı olayı nedeniyle ABD’nin teslimiyetini belgeleyen belgelerle hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.

Dilerseniz tekrar ifade edelim. Geçen dönem çok sık kullandığımız; ama halen geçerliliğini sürdüren bir olay vardır. Emekten yana bir siyasi iradeyi oluşturmadan ve bu siyasi iradeyi iktidara taşımadan mühendislerin ve mimarların sorunları da, halkımızın sorunları da çözülmeyecektir.

Gündemin en can alıcı ve önündeki olay savaştır. Amerika Birleşik Devletleri’nin Irak’a saldırısı konusu örgütümüzün yakından ilgilendiği bir konu, 11 Eylülden hemen sonra bu çalışmalarını, görüşlerini sizlerle, kamuoyuyla paylaştı. 21 Ekimdeki Mitingimiz yaklaşan bu saldırı karşısında Türkiye’de ilk kez savaş ağırlıklı bir miting oldu; bundan dolayı hepinizi tekrar kutlamak istiyorum. Daha sonra çeşitli savaş karşıtı platformlarda yer aldık, çalışmalarda yer aldık. Kamuoyuna yaptığımız açıklamalarla görüşlerimizi hem sizlerle, hem kamuoyuyla paylaşmak imkânımız oldu. Özetle, bizi 1 Aralık, 15 Şubat ve 1 Marta götüren olayları ve etkinlikleri başlatmış olduk.

Bu savaş Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya egemenliği için başlattığı bir saldırıdır. Bu saldırı ve bu işgal girişimi arkasından çıkacak olan savaş ne ülkemizin ve halkımızın, ne bölge ülkelerinin ve bölge halklarının lehine değildir. Bu bölgeye ve ülkemize demokrasi, barış, özgürlük ve refah getirmeyecektir. Bu nedenle, bu savaşın şu veya bu şekilde tarafı olmak ülkemiz açısından yanlıştır; savunduğumuz olay budur.

Bu çalışmalar çerçevesinde dün İpek Yolu, barış yoludur diye bir etkinliğimiz oldu. 1 Martın gerçekleştirilmesinden sonra DİSK, KESK, TMMOB ve TTB bu alandaki çalışmalarını etkinleştirmek konusunda neler yapılabileceğini tekrar görüştü,görüşüyor. Bunu diğer örgütlerle, bunu Türkiye’nin hemen hemen her yerinde olan savaş karşıtı platformlarla paylaşıyor ve buralardan bazı sonuçlar çıkarıyor.

Sevgili arkadaşlarım, 1 Mart önemliydi. 1 Mart, belki yüz bin kişiyi oraya getirmek bir başarıydı, evet, o önemliydi; ama mesele sadece bir yüz bin kişi meselesi değildir. 1 Martın Parlamentonun kararı üzerinde kritik bir önemi olmuştur. Tek başına bir etki olarak alırsanız yanlış olur, bilimsel olmaz, bizim mesleğimize de çok uygun olmaz; ama kritik bir önemi olmuştur ve tezkerenin çıkmasından sonra, tezkerenin reddedilmesinden sonra sokaklarda insanların neşesini, coşkusunu, sevincini birlikte yaşama imkânına bizi kavuşturmuştur.

Sayın Cumhurbaşkanına bir ziyaretimiz oldu. O ziyaret sırasında da kendisine aktardık; hatta affına sığınarak söylediğimiz bir şey vardı. O sloganlardan bir tanesi, yani tezkerenin reddedildiği akşam genç kardeşlerimizin, arkadaşlarımızın yarattığı bir slogan vardı; “İncirlik yıkılsın, çocuk parkı yapılsın.”

Gerçekten yapılacak olan tek şey budur. İncirlik yıkılacaktır, yerine -şehir plancı arkadaşlar alınmasınlar- yeşil alan yapılacaktır, çocuk parkı yapılacaktır, yeşil saha yapılacaktır, yapılmak zorundadır. Aksi takdirde bu ülkenin bağımsızlığını rahatlıkla söyleme imkânına sahip olamazsınız; bunu dün yaşadık sevgili arkadaşlarım. İpek Yolu barış yoludur. Ağırlıklı olarak KESK’li yönetici arkadaşlarımızın, KESK’e bağlı sendikaların başkanlarından, yöneticilerinden oluşan, benim, DİSK ve TTB’nin de temsilcilerinden oluşan 35 kişilik bir grup bir otobüsle, otobüsün önünde “İpek Yolu barış yoludur” yazılı bir pankartıyla yola çıktık.

Bir amacımız da hem yetkililerimize, yani Türkiye Cumhuriyeti yetkililerinden söz ediyorum. Hem de Amerikan askerlerine bir yol göstermekti. Çünkü yanlış yolda gidiyorlar; çünkü İskenderun’dan Silopi’ye doğru gidiyorlar. Biz de diyoruz ki; “Hayır, siz Silopi’den İskenderun’a gideceksiniz, gemilerinize bineceksiniz, evinize döneceksiniz.” Amerikan askerlerinin yapması gereken tek şey budur”. Biz oraya gittik; bunu göstermek için gittik.

Neden böyle bir dönemde gittik? Sevgili arkadaşlarım, hiçbir hukuk devletinde yaşanmayan bir olayla karşı karşıya Türkiye. Anayasanın 92. Maddesi net bir şekilde tanımlamış. Yabancı askerlerin hangi koşullarda Türkiye’de bulunacağına ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin hangi koşullarda yurtdışına gönderileceğine ilişkin açık, net bir Anayasa maddesi var. Tezkere reddedilmiş; buna karşılık, bunun gereği bunun gereği yerine getirilmiyor. Hangi hukuk devletinden bahsediyoruz? Burada hukuk devletinden filan bahsetmek söz konusu değil. Anayasal bir suç işlenmektedir. Biz buna işaret etmek için barışçı bir girişimi başlattık, bir barış konvoyu oluşturduk.

Gelin görün ki, Diyarbakır’dan saat 05.30’da otobüsle yola çıktık, daha iki saat geçmeden, Mardin-Şırnak İl Sınırında jandarma tarafından durdurulduk. Kimlik kontrolleri yapıldı. “Aşağı ineceksiniz, hepinizin tek tek kimlik tespitini yapacağız; bunları jandarmanın merkezi bilgi-işlem sistemine soracağız, aranızda suçlu olup olmadığını belirleyeceğiz, ondan sonra yola çıkacaksınız.” Bu açık bir engelleme. Demokraside böyle şeyler olmaz, hukuk devletinde böyle şeyler olmaz. 1,5 saatimizi aldı, telefonlar. Yola koyulduk. Silopi; Silopi’ye bir km kala bir polis kordonu, çok nazik bir emniyet amiri, “hoş geldiniz, basın açıklamanızı burada yapın ve geri dönün.

Sanki Silopi başka bir ülkenin ilçesi, sanki bizler Türkiye'de pasaportla dolaşan yabancı uyruklu insanlarız; kendilerine bunu anlattık. “Otobüsle bırakmıyorsanız, yürüyerek gideriz” “hayır, olmaz” “Üstünde İek Yolu Barış Yoludur yazan gömleklerimizi de çıkarır gideriz” “hayır, olmaz” “Niye olmaz?” “ben öyle emir aldım” “Peki, emri verenler kim?” “efendim, bize böyle bir emir geldi” Kaymakamı arıyorsunuz, yok. Valiyi arıyorsunuz, yok. Vali yardımcıları, saat daha 11.30-11.45 yemeğe çıkmışlar. İçişleri Bakanlığına, bakanlara telefon ediyorsunuz, hiç kimse yok.

Arkadaşlar, tam 2 saat orada bulunduk. O sırada oturma eylemi yaptık. Bir de, şöyle biraz hareketlenelim diye dedik ki, “madem bizi yoldan bırakmıyorlar, o zaman biz de yol kenarından gideriz” Trafik nedeniyle karayolunun kapatılmasını istemiyor olabilirler. Kenarlardan gitmeye çalıştık. Olmadı. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sınırları içinde bir yer, ben bir vatandaşım, yurttaşım, gitmek istiyorum, “hayır, sen gidemezsin” diyorlar. Oradan otobüsler, arabalar gidiyor, geliyor. “Peki, onlar niye gidiyorlar, geliyorlar?” “onlar başka” diyorlar. “Peki, onlar neye göre başka?” Aramızda Silopili arkadaşlarımız var, dediler ki “ben Silopiliyim, ailemi ziyarete gideceğim” “hayır, gidemezsin” dediler. Bunu anlayabiliyor musunuz?.. Ben anlamadım ve hâlâ şunu iddia ediyorum: Bir suç işlenmiştir, bunun tabii ki gereği yerine getirilecektir. Tabii ki, bu 4 örgüt gerekli suç duyurularında bulunacaktır. Ama bir hakkın, bir özgürlüğün engellenmesini demokrasiyle, hukuk devletiyle bağdaştırmanın hiçbir anlamının, imkânın olmadığını bir kez daha ifade edelim.

Çıktık, kısa bir yürüyüş yaptık. Bu arada ufak tefek itiş katış oldu. Basın orada, burada hemen huzurlarınızda, o çok zor şartlarda görev yapan bütün basın mensubu arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum, gerçekten hem orada, hem burada çok zor şartlar altında çalışıyorlar. Yabancı basın mensupları, televizyonlar vardı ve bütün bu olaylar anında görüntülendi. “Türkiye'deki iktidar savaş istiyor, barış istemiyor” göstergesi oradaydı.

Cizre’ye geldik, durdurmuyorlar. Silopi’deki resmi kıyafetli polisler birdenbire ortalıkta görünmemeye başladı, trafik polislerini görmeye başlıyoruz. Sivil, ellerinde Kalaşnikof silahlar olan birtakım siviller dolaşıyorlar, arabayla gidiyorlar, geliyorlar. Sivil plakalı arabalar bir şeyler yapıyorlar. Cizre’de dediler ki, “hayır, burada duramazsınız, gitmeyeceksiniz” Cizre’nin çıkışında sadece bizimle beraber Silopi’ye gelen arkadaşlarımıza veda etme fırsatını yakaladık ve oradan ayrıldık.

Nusaybin’de birtakım olayların olduğunu Cizre’den ayrıldıktan sonra o sırada haber aldık. Sendikalarda üye olan arkadaşlarımız, öğrenciler ve halktan 3-4 bin kadar Nusaybinli arkadaşımız, bizleri karşılamak ve uğurlamak için bir araya gelmişler. Ancak, polisin şiddetli tepkisi ve dağıtmasıyla karşı karşıya kalmışlar. Arkasından da itfaiyenin üzerine tazyikli su mekanizması -teknolojiyi böyle yerlerde geliştiriyorlar- da yapmışlar ve halkın üzerine tazyikli su sıkarak dağıtmak durumunda olmuşlar. Bu son derece kötü, ciddi bir olaydır.

Arkadaşlar, Nusaybin’e geldiğimiz zaman, bu eli Kalaşnikoflu, sivil giysili, kim olduklarını bilmediğimiz kişiler yollarda sağlı sollu barikatlar, tek yön işaret ediliyor “devam edeceksiniz” Öyle bir noktaya geldik ki, Silopi’deki olaylardan sonra, “halkımızın bir baskı altında kalmaması amacıyla, duruşlarımızı mümkün olduğunca kısa yapalım ve yolumuza devam edelim, çünkü bizlere bir şey olmuyor, ama daha sonra orada çok ciddi baskılara maruz kalıyorlar” diye böyle bir kararımız vardı. Ancak, yolda 50-100 kişilik, daha çok sendikalardan ve halktan dostlarımız, barış yanlılarını görünce otobüsü durdurduk ve 5-6 arkadaşımız otobüsten indi. Arkadaşlar, Ankara'da da yürüyüşlerde de biz bunu çok yaşadık. Oradaki o manzarayı görmenizi isterdim, sözlerle anlatmak çok zor. Arkadaşlar, anlatmam mümkün değil. Daha arkadaşlarımız otobüsten iner inmez, coplarla hem o 50-100 kişilik kalabalık üzerine, hem arkadaşlarımıza öylesine bir saldırdılar ki, hepimiz ne olduğumuzu şaşırdık. O eli Kalaşnikoflu sivil kişiler, o tabancalarının, silahlarının namlularıyla otobüsün camlarına vurarak davranışlarıyla tehdit ediyorlardı. Arkadaşlarımız kapıda sıkıştılar, otobüsün içine alamadık ve bazı arkadaşlarımıza da ufak tefek cop darbeleri de gelmiş oldu. 3 arkadaşımızı gözaltına aldılar. Biraz ileriye gittikten sonra arkadaşlarımızın bize teslim edilmesi halinde yola devam edeceğimizi söyledik. Sonradan anladık ki, yanlan söylemişler. Halktan kimsenin gözaltında olup olmadığını sorduk, “hayır, gözaltında kimse yok” dediler. Daha sonradan 5 arkadaşın gözaltına alındığını öğrenmiş olduk.

Kanunsuz bir iş mi yaptık?.. Bir gösteri yürüyüşü mü yaptık?.. Bir barış konvoyu yolundan gidiyor, karşılayanlar, uğurlayanlar var. Bu memlekette askerleri karşılamaya, uğurlamaya kimse gitmiyor mu?.. Hacıları karşılamaya gitmiyor mu?.. Gelin konvoylarını karşılamaya gitmiyor mu?.. Biz de barış için, şenlik için gidiyoruz. Biz savaşan insanlar değiliz, barışı savunan insanlarız. Gösterilen tepki, hukuk devletinin, bırakınız hukuk devletini, kanun devletinin dahi sınırlarını aşan, onu zedeleyen bir davranış biçimiydi.

Yaklaşık 1 saat sonra Kızıltepe’ye geldik, aynı hava vardı. Yani hayretler ettim. Biz, oraya ne yapmaya gittik?.. “Biz ne yapıyoruz?” diye kendi kendimize soruyoruz. Yani silah yok. Biliyorsunuz, barışçıl gösteri hakkı temel bir insan hakkıdır ve konvoyumuzun adı “İpek Yolu Barış Yolu Olsun”dur, başka bir şey değil. Orada Kızıltepe’nin merkezini biraz geçtikten sonra durduk. Yetkililerle görüştükten sonra, KESK Başkanı Sami Evren, oraya gelen gene 150-200 kişilik bir gruba bir teşekkür etme fırsatı buldu. Birlikte gittik, onları selamladık ve döndük.

Viranşehir farklıydı. Viranşehir’de bine yakın insanımız bizi karşılardı ve o karşılama sırasında hem sloganlarımız attık, hem beraber bir barış türküsü söyledik. Orada hep beraber arkadaşlarımıza hitap etme olanağımız oldu. Bundan sonra da oradan ayrıldık. Urfa yine aynı şekildeydi. Zaten çok geç kaldığımız için Urfa’da fazla bir şey yapamadık.

Dünkü olaydan sonra özetle belki şunu söylemek gerekiyor: ABD’nin Irak’a bir saldırısı olursa, işgali olursa ve bir savaş çıkarsa, insan haklarının ne ölçüde çiğneneceğini, demokratik hukuk devleti ilkelerinin ne ölçüde zedeleneceğini, demokrasinin ne ölçüde uygulanacağını dünkü olaylar bize net ve açık bir şekilde göstermiştir.

Savaş olayının sadece ekonomik yönüyle uğraşanlara buradan bir mesaj da gönderelim: Olayın insan hakları boyutu, olayın temel insan hak ve özgürlüklerinin kısıtlanması olayı olduğunu da hiç kimse gözden uzak tutmamalıdır. Dünkü olay, Amerikan malzemelerini taşıyan konvoyların cirit attığı, Amerikan askerlerinin neredeyse işgal edilmiş bir topraktaki gibi rahat hareket ettikleri bir görünümdeydi.

Dünkü olay, bize iki tane şey söyledi: Birisi, bugün bir arkadaşım söyledi, hoşuma gitti, sözlerle paylaşıyorum: İpek Yolu savaş konvoylarına serbest, ama barış konvoylarına yasak; Amerikan askerlerine serbest, ama barışı savunanlara yasak. Ne yazık ki dünkü olayların bir yüzü bu.

Bu baskıları engellemek için, ülkemizin daha ileriye gidebilmesini temin etmek için çıkar başka hiçbir yolumuz yoktur. Bu saldırıyı, bu işgali, bu savaşı önlemek zorundayız. Biliyorum ve inanıyorum ki gerek mühendisler ve mimarlar ve örgütümüz Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, odalarımız bunun için çalışacaklardır. Sivil itaatsizlikten toplu gösterilere, her türlü bireysel tepkiden alanlarda birlikte mücadelemize kadar her türlü yolu denemek zorundayız. Halkımıza daha iyi hizmet etmenin koşulları, bugün bu saldırıyı, bu işgali ve bu savaşı önlemekten geçiyor.

Hepinize saygılar sunuyorum.



 

 

 
sayfa başına dön