“İŞKENCE”
İNSANLIK SUÇUDUR
Av.Fikret
İLKİZ
Bu
yazının temel amacı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2002 / 8-191 Esas, 362 Karar sayılı ve
15.10.2002 günlü kararı ve önceki bazı kararlar hakkındaki
görüşlerimizle birlikte önemli saydığımız işkence karşı
Birleşmiş Milletler “Seçmeli Protokol”ü hakkında kısaca
bilgi verebilmektir.
2002
yılının Kasım ve Aralık aylarında gazetelerde, televizyonlarda
ve radyolarda yayınlanan haberler çoklukla “işkence” ve nasıl
önlenebileceği üzerinedir. Seçimlerden sonra kurulan 58 inci Hükümetin
ilk hedefi “işkenceyi” kaldırmaktır.
Yapılan açıklamalara göre “ne olursa olsun işkence
durdurulacaktır.”
Yazımıza
konu olan Ceza Genel Kurulu Kararındaki saptamaya göre : “
...insan haklarının en üst düzeyde korunması, insan onuruna
gereken değerin verilmesi büyük önem göstermekte olup, bu husus
ancak adaletin herkesin güven duyabileceği bir şekilde gerçekleştirilmesi
ile mümkün olabilir. İnsan hakları, ayrım gözetilmeksizin
sahip olunan hakların tümünü kapsar, bu nedenle ve tek cümle
ile işkence suçu insanlığa karşı işlenen bir “insanlık
suçu”dur.”
İşkence
suçu insanlığa karşı işlenen bir “insanlık suçu” olarak
kabul edildiğine göre yazının sonuna ekli YCGK kararı hakkındaki
görüşlerimizle birlikte “İşkencenin önlenmesi” konusunda
kurulmak istenen bir başka mekanizmaya da değinmek istedik. Birleşmiş
Milletler İnsan Hakları Komisyonu, işkencenin önlenmesi amacıyla
kişilerin alıkonuldukları yerlere ziyaretlerin yapılmasına dair
bir mekanizmanın kurulmasına ilişkin olarak “İşkence
ve Diğer Zalimane, İnsanlıkdışı ya da Aşağılayıcı Muamele
Ya da Cezaya Karşı Sözleşmenin Seçmeli Protokol” taslağının
metnini 22 Nisan 2002 tarih ve 2002/33 sayılı kararı ile kabul
etti.
BM
Ekonomik ve Sosyal Konsey Seçmeli Protokol taslağını kabul
edilmek üzere mümkün olan en kısa sürede Birleşmiş Milletler
Genel Kuruluna sunmaya karar verdi. 2002 yılı bitmeden Seçmeli
Protokol Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabul edilerek
Devletlerin imzasına ve onayına açılacak. Protokole katılım için
onay kararlarının depo edilmesi istenecek. Böylece tüm Birleşmiş
Milletler üyesi Devletler işkencenin önlenmesi için kişilerin
alıkonuldukları yerlere “ziyaretlerin yapılması” mekanizmasını
yaşama geçirecek. İşkence
yapılmadan önce önlenmeye çalışılacak.
İşkence
ve diğer zalimane, insanlıkdışı ya da aşağılayıcı muamele
ya da cezanın yasak olduğunu sürekli dile getiriyoruz. Bu tür
eylemlerin insan haklarının ağır/ciddi ihlallerini oluşturduğunu
kabul ederek önlemek ve yok etmek istiyoruz.
Birleşmiş
Milletler, özgürlüklerinden yoksun bırakılan kişilerin işkence
ve diğer zalimane, insanlıkdışı ya da aşağılayıcı muamele
ya da cezaya karşı korunmalarının sağlanması için kişilerin
alıkonulma yerlerine düzenli şekilde ziyaretler yapılmasına
dayanan ve yargısal olmayan önleyici nitelikli bir mekanizma
kurmaya çalışıyor.
Bunun
için hazırlanan “Seçmeli Protokol” Türkiye tarafından hemen
imzalanmalıdır. Onay yasasını çıkarmamız ve depo kararı ile
Sözleşmenin Seçmeli Protokolünü Türkiye’de yaşama geçirmemiz
“işkencenin” gerçekleşmeden önce önlenmesinde çok önemli
bir adım olacaktır.
İşkenceyi
önlemek için atılacak öncelikli olan ilk adımlardan birisi
budur.
I-
İŞKENCE / İNSANLIK DIŞI MUAMELE /
ONUR KIRICI DAVRANIŞ NEDİR
?
İşkence
nedir? Bir çok tanım verilebilir. Ama belki de en iyi tanımlama
09.12.1975 tarihli Birleşmiş
Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsani ya da Aşağılayıcı
Muamele ya da Cezaya Maruz Bırakılmaya Karşı Tüm Kişilerin
Korunması Bildirisi’nde yer alıyor.
Birinci
maddeye göre bu bildirinin amaçları bakımından “işkence”
terimi, bir kişi üzerinde kasıtlı biçimde uygulanan ve o kişiden
ya da üçüncü bir kişiden bilgi edinmek yahut itiraf elde etmek;
o kişinin gerçekleştirdiği yahut gerçekleştirdiğinden kuşku
duyulan eylemden ötürü onu cezalandırmak; ya da o kişiyi ya da
başka kişileri korkutmak için bir kamu görevlisi tarafından
bizzat yahut teşviki suretiyle yapılan ve gerek fiziksel gerekse
manevi ağır acı ve ıstırap veren herhangi bir eylemdir. Başka
türlü bir tanımla da; İşkence, zalimane, insanlık dışı ya
da aşağılayıcı muamele ya da cezanın daha ağır ve kasıtlı
işlenen şeklini oluşturur.
Genel
olarak, özgürlüğü devlet tarafından kısıtlananlara karşı
uygulanan “muamele” eğer ağır, bedensel veya ruhsal acı veya
kötü muameleye dönüştürülürse adına “işkence”
denebilir. O halde işkencenin
temel niteliklerini şu başlıklar altında toplamak olanaklıdır:
1-
İşkence gören "ilgili", devletin koruması altında
olup, belirli bir amaca yönelik ve bilinçli olarak, ağır
bedensel veya ruhsal acı, kötü muamele veya insan onuruna yakışmayan
muameleye tabi tutulmaktadır. Burada esas amaç, serbest iradenin
ortadan kaldırılması, egemen gücün iradesine uygun olmayan
iradenin önlenmesidir. Görünürdeki amaç ise, bedensel veya
ruhsal dayanma gücünün, direncinin ortadan kaldırılmasıdır.
2-
İşkence gören sürekli veya geçici olarak üçüncü bir
kişinin himayesi altında bulunmaktadır.
3-
Üçüncü kişi ya bir devlet organı veya devletin izni ile
kuvvet kullanma yetkisine sahip bir organ olmaktadır.
4-
Acı, kötü muamele veya insan onurunun ihlali suretiyle
bedensel veya ruhsal bir baskı söz konusu olmalıdır. Ancak yapılan
her baskı işkence olarak nitelendirilemez. Tek tek ele alındığında
önemli olmayan baskı araçlarının, birlikte uygulandıklarında,
etkileri belli bir dereceye ulaştığında, işkence için uygun
araç olduğunu kabul etmek gerekir.
5-
Baskı, aksi yönde iradenin etkilenmesi için uygulanmalıdır.[2]
İşkence,
insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya ceza yasaklanmıştır.
İnsan Haklarını ve Temel Özgürlüklerini Koruma Sözleşmenin (AİHS)
3. maddesi aynen şöyledir:
"
Madde 3- İşkence Yasağı: Hiç kimse işkenceye, insanlıkdışı
veya onur kırıcı muamele veya cezaya maruz kalamaz"
Bu
maddede yer alan “işkence” yasağı, AİHS’nin 2.maddesinde düzenlenen
yaşam hakkıyla ve ayrıca kişi güvenliği ile özgürlüğü
hakkını düzenleyen 5.maddesi hükümleriyle de doğrudan
ilintilidir.
Yine
10 Aralık 1948 tarihli Evrensel İnsan Hakları Bildirisinin 5 inci
maddesine göre de işkence yasaktır.
“Madde
5 – Hiç kimse işkenceye ya da zalimane, insanlık dışı ya da
aşağılayıcı muamele ya da cezaya maruz bırakılamaz”
Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi (İreland v.the United Kingdom Judgment of
18 January 1978, Series A no.25 pp.66-67,para.167) İrlanda/Birleşik
Krallık davasında "yasaklanan" üç davranış biçimini
şöyle tanımlamıştır:
1-
İşkence : Kasıtlı yapılan, çok ciddi ve zalimane insanlık
dışı muameleye maruz bırakmak
2-
İnsanlıkdışı muamele: Yoğun fiziksel ve ruhsal ıstırap
vermek.
3-
Onur Kırıcı davranış: Mağdurda korku duygusunun yükselmesine
sebep olan, şiddetli ıstırap veren; utanca boğan ve alçaltan;
fiziksel ve psikolojik direncini kıran kötü muamele.[3]
II-
SUÇUNU SÖYLETMEK İÇİN İŞKENCE YAPMAK SUÇU
Türk
Ceza Yasasında yer alan 243 ve 245 inci maddelerin uygulamaları
İşkence veya kötü muamele gibi ayırımların neler olduğunu göstermektedir.
İç hukuktaki uygulamalar ve verilen karalar Ulusalüstü sözleşmeler
ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarındaki gerekçelerden
etkilenmiştir. Kamuoyunda “Manisalı Gençler” davası olarak
bilinen ve Manisa Ağır Ceza Mahkemesinde karara bağlanan, sanık
polis memurlarının suçsuz olduğu gerekçesiyle beraat kararının
Yargıtay aşamasında ortaya çıkan kararlar uygulayıcılar için
yol gösterici olmuştur. Örneğin Yargıtay 8. Ceza Dairesi ve
YCGK “işkence suçu” konusunda önemli kararlar üretmişlerdir.
Yargıtay
Sekizinci Ceza Dairesinin
E:1998 /10667,
K:1998/12819 ve 12.10.1998 günlü
kararında “suçunu söyletmek
için işkence yapmak” fiilinin ne olduğu tanımlanmaktadır.
Yargıtay
8. Ceza Dairesinin kararına göre;
“
Terörle Mücadele Şubesi Görevlileri olan sanıkların mağdurlar
hakkında başlattıkları soruşturmada, gözaltı sürecinde
sorgulanırlarken suçlarını söyletmek için hakaret, tehdit, göz
bağlamak, yüksek volümlü marş dinletmek, çırılçıplak
soymak, elektrik akımı vermek, basınçlı su sıkmak, ıslak
battaniyeye sarmak, beden gücünün dayanamayacağı sabit
hareketlere zorlamak, erkeklerin hayalarını sıkmak, kızlara
cinsel taciz, makatlarından cop sokmak, fiziki cebir ve yekdiğerine
yapılan işkenceyi seyrettirmek şeklinde sonuç almaya yönelik
eylemlerde bulundukları, mağdurların samimi iddiaları ve bu
iddiaları doğrulayan doktor raporlarından anlaşılmakla; suçun
sübutunu kabul etmek gerekir.”
Suçunu söyletmek için işkence yapmaktan sanıklar hakkında yapılan
yargılama sonunda; Manisa Ağır Ceza Mahkemesi tarafından
11.3.1998 gün ve 128/146 sayılı hükümle sanıkların
beraatine karar verilmiştir. Yapılan temyiz başvurusu ile
beraat hükmünün Yargıtay'ca incelenmesi müdahiller vekilleri ve
C. Savcısı tarafından istenilmiştir.
Tüm
Türkiye’de ve ulusalüstü hukuk çevrelerinde de tartışma
yaratan olaylar Manisa’da gözaltına alınan öğrencilerle
ilgilidir. “İşkence” davasının sanıkları olan Manisa Emniyeti Terörle
Mücadele Şubesi Görevlileri bir yasa dışı pankart asma olayı
nedeniyle aralarında 16-17 yaşlarında öğrenci mağdurlarında
bulunduğu kişiler hakkında “illegal
örgüt üyesi olabilecekleri olasılığından” hareketle
soruşturmaya başlatmıştır. Bu yüzden öğrenci mağdurlar
bulundukları yerlerden teker teker toplanarak soruşturma nedeniyle
sorgulamaya alınmışlardır. Öğrenciler 26.12.1995 tarihinden
5.1.1996 tarihine kadar Manisa Emniyet Müdürlüğünde “gözaltında”
tutulmuşlardır.
Öğrenciler
hakkında daha sonra İzmir Devlet Güvenlik Mahkemesinde yasadışı
örgüt üyesi oldukları savıyla dava açılmıştır. Yalnız bu
arada mağdur öğrencilerin Manisa Emniyet Müdürlüğünde gözaltına
tutuldukları süre içinde; sanık olarak sorgulanan mağdurlara suçlarını
söyletmek için sürekli biçimde maddi ve manevi işkence yapıldığı
iddiası ortaya atılmıştır.
İddialar
üzerine açılan soruşturma nedeniyle, gözaltı sürecinin başlangıcından
itibaren periyodik rutin sevkler sırasında alınan tabip raporlarında
mağdurlarda darp ve cebir arazına ve patolojik bulgulara
rastlanmadığı tanıları mevcuttur. Ancak bir parlamenterin
konuyla ciddi biçimde ilgilenmesi, mağdur ailelerinin ısrarlı
yakınmaları, şikayetlerin yoğunlaşması, yazılı ve görsel
basın aracılığı ile işkence iddialarının kamu oyuna yansıtılması
ve olayın evrensel plâtforma taşması nedenleriyle önce Adli
Tabip, daha sonra mağdur öğrencilerin sevki üzerine Devlet
Hastanesi, müdahiller vekillerinin çabaları ile İzmir Tabipler
Odası (lT0) tarafından yaptırılan muayene ve tetkiklerden sonra
tüm mağdurların “fiziki ve psikolojik işkenceye” maruz kaldıkları
raporlarla belirlenmiştir.
Yargılama
aşamasında serbest kalmaları nedeniyle kendi olanaklarıyla İzmir
Tabip Odası’na başvuruları sağlanan öğrenci mağdurlardan
A., J. ve M. yönünden gözlem ve tıbbı tetkiklere dayalı olarak
alınan raporlarda; maddi ve manevi travmaların kesin bulguları
saptanmıştır.
İzmir
Devlet Güvenlik Mahkemesinde yargılamaları sürdüğü sırada
tutuklu kalan diğer mağdurlar rapor almak için aynı imkanı
bulamamışlardır. Ama izlenen yönteme göre; mağdurların önceki
raporları, beyanları ve anatomik şemalarda işaretlenen kişisel
yakınmaları değerlendirilmiştir. Böyle bir yöntem sonucunda düzenlenen
İzmir Tabip Odası raporlarından; sorgulama yöntemleri ve oluşun
yönlendirdiği verilerde nazara alındığında, gerek psikolojik açıdan
gerekse fiziki yönden doktrinde ve
uygulamada benimsenen işkence nitelemesi boyut ve yoğunluğunda
şedit, haysiyet kırıcı, zalimane eylemlere maruz kaldıkları
anlaşılmıştır. Bu olaydan sonra bir kısım mağdurların
intihara kalkıştığı, bir kısmının tüberküloz hastalığına
yakalandığı, bir kısmının da sürekli psikolojik tedaviye
muhtaç kaldığı belirlenmiştir.
Yukarıda
kısaca özetlenen aşamalardan sonra Yargıtay 8. Ceza Dairesi
Manisa Ağır Ceza mahkemesinin Emniyet görevlisi sanıkların
beraati yönündeki kararını bozmuştur. Yargıtay
8. Ceza Dairesinin gerekçesi şöyledir :
“Raporların ve anlatımların ortak
karakterlerinden, yoğunluk kazanan davranış biçimlerinin;
Hakaret, tehdit, göz bağlamak, yüksek volümlü marş dinletmek,
çırılçıplak soymak, elektrik akımı vermek, basınçlı su sıkmak,
ıslak battaniyeye sarmak, beden gücünün dayanamayacağı sabit
hareketlere zorlamak, erkeklerin hayalarını sıkmak, kızlara
cinsel taciz, makatlarından cop sokmak, fiziki cebir ve yek diğerine
yapılan işkenceyi seyrettirmek şeklinde sonuç almaya yönelik süreklilik
gösteren bezdirici, ızdırap verici nitelik gösterdiği anlaşılmıştır.
Anayasamızın 17/3. maddesinde; "Kimseye
işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyeti ile bağdaşmayan
bir cezaya ve muameleye tabi tutulamaz" hükmü yer almış,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 5. maddesindeki öğeler "işkence-torture",
"zalimane-cruel",
"gayrı insani-inhumain",
"haysiyet kırıcı-actes-outrageants"
deyimiyle TCK.nun 243 maddesine aynen aktarılmıştır.
Ülkemiz, evrensel boyuttaki İnsan Hakları
ile ilgili Uluslararası Sözleşmeleri benimsemiş ve İç
Hukukumuzun bir parçası olarak yasalaştırmıştır. Anayasamızın
90/son madde ve fıkrasına göre usulünce yürürlüğe konulmuş
Milletlerarası Söz!eşmeler Kanun hükmündedir.
Avrupa lnsan Hakları Sözleşmesindeki hak
ve hürriyetlerin başında, ya şama, işkenceye, gayrı insani
yahut haysiyet, kırıcı ceza ve muamelelere karşı korunma hakkı
belirlenmiş, 3. maddesi ile yasaklama getirilmiş, Avrupa Konseyi bünyesinde
1987 yılında imzalanan "işkencenin ve insanlık dışı veya
küçültücü ceza ve muamelelerin önlenmesi" sözleşmesinin
dibacesinde TCK.nun 243. maddesinde yazılı tanımlamalara aynen
yer verilmiştir. Bu sözleşme
sadece kural belirlemekle kalmamış (CPT) işkencenin önlenmesi
komitesi komisyonu kurarak taraf ülkelerinde uygulamayı fiilen
denetime almıştır. Bu komisyon üye ülkelerin, cezaevlerinde ve
emniyet birimlerinde inceleme yaparak kamusal açıklama (Public
statement) ile kınama yetkisini haizdir. Yine Türkiye'nin
taraf olduğu "işkence ve diğer zalimane, gayri insani veya küçültücü
muamele ve cezalara karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 1.
maddesinde (İşkence terimi,
bir şahsa veya bir üçüncü şahsa bu şahsın veya..... üçüncü
şahsın işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil
sebebiyle cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için
veya uygulanan fiziki veya manevi, ağır acı veya ızdırap veren
bir fiil anlamına gelir), tanımına yer verilmiştir. “
Yargıtay
Sekizinci Ceza Dairesi açıklanan bu gerekçelerinin ışığında “Bu
değerlendirmelere göre mağdurların maruz bırakıldıkları
hareketlerin işkence niteliğinde olduğunun kabulü kaçınılmazdır.”
sonucuna ulaşmıştır.
Sanıkların
fiili ve hukuki durumlarını değerlendiren Yargıtay 8. Ceza
Dairesi Manisa Emniyet Müdürlüğünde Terörle Mücadele Şubesinde
görevli olan sanık polis memurlarının;
“(...) sorgulamayı yönlendirip işkence eyleminin tümünün
azmettiricisi konumunda olarak tüm mağdurlara karşı, Yapılan işkencelerde
aktif rol üstlendikleri, sonucu belirli hareketlerden soyutlanmalarına
imkan olamayacağı, aksi takdirde şahadetin ortak karakter gösteren
ve raporlarla doğrulanan iddialardaki samimiyetin reddine ve
varolanın yok sayılmasına gerekçe bulunmayacağı muhakeme mantığı
ve vicdan ölçüleri gereğidir.”
gerekçesiyle sanık polis memurlarının “işkence”
suçundan mahkum olmaları gerekirken “dosya içeriği ile bağdaşmayan
yetersiz gerekçelerle sanıkların beraatlerine karar
verilmesi”ne dair Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının
(BOZULMASINA) 12.10.1998
gününde oybirliği ile karar vermiştir. .
Böylece
TCK.nun 243 üncü maddesinde yer alan işkence suçunun tanımında
önemli bir karar verilmiştir. İşkencenin hukuken korunamayacağı
ve olup bitenlerin “varolanın yok sayılmasına” neden
olamayacağı gibi muhakeme mantığı ve “vicdan” ölçülerinde
mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken beraat kararı verilmesini
hukuka aykırı sayan Sekizinci Ceza Dairesi kararı önemli bir
karardır.
III-YARGITAY
CEZA GENEL KURULUNUN “İŞKENCE” NEDİR KARARI
Yargıtay
8. Ceza Dairesinin “bozma” kararı üzerine yeniden yapılan
yargılama sonucunda Manisa Ağır Ceza Mahkemesi 27.01.1999 gün ve
278/89 sayılı kararı ile önceki beraat hükmünde direnerek sanık
polis memurları hakkında yeniden beraat kararı vermiştir.
Direnme
kararı Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından incelenmiştir. Yargıtay
C. Başsavcılığı 14.04.1999 günlü Tebliğnamesiyle beraat
kararının “onanmasını” istemiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu
1999/8-109 Esas, 1999/164 Karar ve 8/36252 Tebliğname nolu
15.06.1999 günlü ilamıyla
Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin “direnme/beraat” kararının
“bozulmasına” karar vermiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu 15.06.1999
günlü gerekçesinde:
“Sanıklar hakkında, suçunu
söyletmek için işkence yapmak suçlarından açılan davada,
özel daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık, suçların sübutuna
ilişkindir.
İşkence ve fena muamele, ulusal hukukta olduğu gibi
uluslar arası sözleşmelerle de yasaklanmıştır.
T.C. Anayasasının 17. maddesinde herkesin; yaşama,
maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip
olduğu belirlendikten sonra, “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz;
kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye
tabi tutulamaz” denilmiştir.
İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi ve
buna Ek Protokolün Tasdiki Hakkında 6366 sayılı Yasayla
onaylanan İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin
3. maddesi uyarınca “Hiç kimse işkenceye, gayri insani
yahut haysiyet kırıcı cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
7217 sayılı Yasa ile onaylanan İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesinin 5. maddesi ile de, “hiç kimsenin işkenceye,
zalimane, gayrı insani, haysiyet kırıcı cezalara veya muameleye
tabi tutulamayacağı” kabul edilmiştir.
Türkiye’nin henüz katılmadığı Kişisel ve Siyasi
Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşmenin 7. maddesinde de
benzer hüküm yer almaktadır.
3441 sayılı Yasa ile onaylanması uygun bulunan ve Bakanlar
Kurulunun 16.6. 1998 gün 88/13023 sayılı kararı ile onaylanan
“İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Küçültücü
Muamele ya da Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde
ve 3411 sayılı yasayla onaylanması uygun bulunup 26/02/1988 gün
ve 88/12649 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan “İşkencenin
ve İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı
Cezaya Davranışın Önlenmesine İlişkin Avrupa Sözleşmesinde”
işkence yasaklanmış ve işkencenin önlenmesi için alınacak önlemler
hükme bağlanmıştır.
Uluslararası Sözleşmelerle yasaklanan işkence ve fena
muamele, Türk Ceza Yasasının “Devletin İdaresi Aleyhine İşlenen
Cürümler’i düzenleyen üçüncü babının “Hükümet
Memurları Tarafından Efrada Karşı Yapılacak Sui Muameleler”
başlıklı 6. faslında, 243-251. maddelerinde düzenlenmiştir.
TCK.nun 243. maddesine göre “Mahkemeler ve meclisler reis ve
azalarından ve sair hükümet memurlarından biri maznun bulunan
kimselerin cürümlerini söyletmek için işkence eder yahut
zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere baş
vurursa beş seneye kadar ağır hapis ve müebbeden veya muvakkaten
memuriyetten mahrumiyet cezası ile” cezalandırılacaktır. Suçun
oluşması için;
a-
Suç failinin yetkili memur olması,
b-
Mağdurun, “sanık durumunda bulunan” kimse olması,
c-
Sanığın; mağdura suçunu söyletmek “saiki” ile
hareket etmesi,
d-
Sanığın işkence etmesi yahut zalimane veya insanlık dışı
veya onur kırıcı muamelelerde bulunması gerekir.
Memur olmayan veya memur olsa bile yetkili bulunmayan bir
kimse sanık durumunda sayılmayan bir kimseye karşı veya suçunu
söyletme özel kastı olmaksızın fena muamelelerde bulunması
halinde bu maddedeki suç oluşmayacaktır. Suçun faili, fiil işlendiği
sırada görevde olan, tahkik, sorgulamak, soruşturma yürütmekle
görevli olan mahkeme ve meclisler başkanları ve üyeleri ile diğer
memurlardır. Mağdurun, mutlaka daha önce suç işlemesi şart değildir.
Kişinin suç işlediği şüphesi ile ifadesinin alınması ve
ikrarının temini için baskı yapılması yeterlidir.
Öte yandan işkence sonucu elde edilen deliller geçersiz
olup CMUY.nın 254/2. maddesi uyarınca “Soruşturma ve kovuşturma
organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme
esas alınmayacaktır.”
İşkence ve diğer kötü muameleler Ceza Yasasında tanımlanmamıştır.
Öğreti ve yargı kararlarında işkence; “ bir kimseye, maddi ve
manevi mahiyette eza verici hareketler” olarak tarif edilmiştir.
İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Küçültücü
(Onur Kırıcı) Muamele ya da Cezaya karşı Birleşmiş Milletler
Sözleşmesinin 1. maddesinde, işkence terimi, “bir
şahısa veya üçüncü sahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın
işlediği veya işlendiğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle,
cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayırım
gözetmeden herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin
veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası
veya muvafakatiyle uygulanan fiziki veya manevi ağır acı veya ızdırap
veren fiil anlamına gelir. Bu yalnızca yasal müeyyidelerin
uygulanmasından doğan, tabiatında olan veya arızi olarak husule
gelen acı ve ızdırabı içermez” denilmiş, bu maddenin,
“konu hakkında daha geniş uygulama hükümleri ihtiva eden
herhangi uluslar arası bir belge veya milli mevzuata halel
getirmeyeceği” belirtilmiştir.
Zalimane muameleler “
mağdura” yapılan maddi veya manevi ızdırap verici her türlü
işlemleri”, insanı olmayan muameleler, “insanlık
kişiliğini ve duygusunu önemli derecede incitici eylemleri”,
haysiyet kırıcı hareketler ise; “
bir kimsenin namus, şöhret veya haysiyetine saldırı
niteliğinde olan, kişi üzerinde manevi eziyet doğuracak
fiilleri” ifade etmektedir. Bu kötü muameleler, Ceza Yasasında
tek tek sayılmış, uygulayıcıların takdirine bırakılmıştır.”
YCGK
kararında ulusalüstü Sözleşmelere atıf yaparak ve gerekçesine
“işkence” tanımını,
zalimane muamelelerin ne olduğunu, insanı olmayan muameleler veya haysiyet kırıcı hareketlerden ne anlaşılması gerektiğini tek
tek tarif etmiştir.
Kararda
“uygulayıcıların” takdirinden söz edilerek olayların oluş
biçimine göre neyin “işkence” veya “zalimane muamele”
olduğu konusunda mahkemelerin karar vermesi gerektiğinin altı çizilmiştir.
Daha
sonra da CGK kararında Manisa Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele
Şubesinde görevli baş komiser, komiser ve polis memurlarının
yasadışı örgüt üyesi oldukları kuşkusuyla gözaltına aldıkları
mağdurlardan bilgi almak ve itiraf elde etmek için “gözlerini
bağlayıp yüksek sesle müzik dinletmek, çırılçıplak soyarak
basınçlı su sıkmak, ıslak battaniyeye sardıktan sonra elektrik
akımı vermek, erkeklerin hayalarını sıkmak, zıplatmak, ayakta
tutmak ve duvara yaslamak suretiyle beden gücünün dayanamayacağı
hareketleri yaptırmak; diğerine yapılan işkenceleri
seyrettirmek, su ve yiyecek vermemek, uyumalarını engellemek,
hakaret ve tehdit etmek” gibi süreklilik gösteren “ızdıdap
verici, bezdirici, fiziki ve manevi ağır acı veren, insanlık kişiliğini
incitici, haysiyet kırıcı hareketlerde bulundukları” nı
dosya içeriğine göre sabit görmüştür. İşte bu eylemleri Yargıtay
Ceza Genel Kurulu 15.6.1999 günlü kararı ile sanıkların sayılan
eylemlerini “işkence” olarak
nitelendirmiştir.
8.
Ceza Dairesinin kararı ile aynı paralelde kurulan ve Daire kararını
hukuk ve yasaya uygun bulan hükümde ulusalüstü sözleşmeler
kararın gerekçesinde yer almıştır.
Sözleşmelerde
yazılı bulunan tanımlara , Anayasaya ve Türk Ceza Yasasında yer
alan düzenlemelere dayanarak işkence, gayriinsani muamele veya
onur kırıcı davranış biçimlerinin ne olduğu açıklanan Yargıtay
Ceza Genel Kurulunun bu kararı “işkence
yasağı” konusunda önemli kilometre taşlarından birini oluşturmuştur.
IV-
TÜRK CEZA YASASINDA 1999 YILINDA YAPILAN DEĞİŞİKLİK
Yargıtay
Ceza Genel Kurulunun 1999 yılı Haziran ayında verdiği bu karar
ve özellikle Yargıtay 8. Ceza Dairesinin de gerekçeli kararlarında
ulusalüstü sözleşmelere atıf yaparak gerekçelerini yazmaları
toplumun dikkatini işkence konusuna çekmiştir. Giderek toplumda işkenceye
karşı duyulan nefretin dindirilmesi ve işkencenin önlenmesi için
artan kamuoyu baskısı karşısında, hükümet ve yasa koyucuyu işkence
konusunda daha etkili önlemler almaya itmiştir.
Kamuoyundaki
tartışmalar, verilen Yargıtay kararları ve ulusalüstü sözleşmeleri
de dikkate alan TBMM Türk Ceza Yasasında değişiklik yapmıştır.
26.08.1999 kabul tarihli 4449 sayılı Yasa ile TCK’ nun 243,
245 ve 354 üncü maddeleri değiştilmiştir.
29.08.1999
günlü
Resmi Gazetede yayınlanan TCK.unda değişiklik yapan 4449 sayılı
yasanın Genel Gerekçesi şöyledir:
"GENEL
GEREKÇE
İşkenceye
ve Diğer Zalimane; Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya
Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 1 inci
maddesinin (1) numaralı fıkrasında “işkence” terimi, “bir
şahsa veya bir üçüncü şahsa, bu şahsın veya üçüncü şahsın
işlediği veya işlediğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle,
cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayırım
gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla, bir kamu görevlisinin
veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası
veya muvafakatiyle uygulanan fizikî veya manevî ağır acı veya
ıstırap veren bir fiil” olarak tanımlanmış; ancak bunun
“yalnızca yasal müeyyidelerin uygulanmasından doğan, tabiatında
olan veya arızî olarak husule gelen acı ve ıstırabı” içermediği
belirtilmiştir.
Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının 17 inci maddesine göre, “Kimseye işkence
ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir
cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.”
Gerek
Anayasamızda, gerek insan haklarına ilişkin uluslararası hukuk
kurallarında insanlık suçu olarak kabul edilen işkence ve kötü
muamelenin önlenmesi için Türk Ceza Kanununun konuya ilişkin 243
ve 245 inci maddeleri ile bu suçların gizlenmesinin önüne geçmek
için aynı Kanunun 354 üncü maddesinde değişiklik yapılması
zorunluluğu duyulmuştur.
Bu
çerçeve içinde Türk Ceza Kanununun 243 üncü maddesinde işkence
suçu genişletilerek yeniden düzenlenmiş ve cezası artırılmıştır.
Aynı biçimde 245 inci maddede öngörülen ceza da artırılmaktadır.
Türk
Ceza Kanununun 354 üncü maddesinde yapılan değişiklikle de
cezalar artırılmakta; bu arada gerçeğe aykırı belgenin işlenmiş
bir suçu yahut işkence veya diğer zalimane davranışların
delillerini gizlemek veya bu delilleri yok etmek için düzenlenmiş
olması hali, ağırlaştırıcı sebep olarak kabul edilmektedir.
Tasarı,
caydırıcı nitelikteki yeni hükümleriyle insan haklarının
korunmasını daha etkili bir şekilde sağlayacaktır.”
Böylece
4449 sayılı Yasa ile TCK’nin 243.maddesinin 1. fıkrası değiştirilmiştir.
Maddi unsuru değişmeyen 243.maddenin manevi unsuru, fail, mağdur
ve yaptırımı değişikliğe uğramıştır. Madde kapsamı genişletilmiştir.
Uluslararası sözleşmelere uygun bir suç tipi ihdas edilmiştir.
Buna göre sanık yanında;
şüpheli, mağdur, şahsi davacı, davaya katılan, tanık, şikayet
ve ihbar hakkı sahibi de işkence ve kötü muamelede bulunmak suçunun
mağduru olabilecektir.
Suç
failinin kapsamı genişletilmiştir. Memur veya kamu görevlileri
suçun faili olabilmektedir. Buradaki kamu görevlilerinden anlaşılması
gereken kamu hizmetlileridir.
Değişiklikle
suçun manevi unsurunun oluşması için özel kast aranmış,
failin saiki genişletilmiştir. Failin saikinin ne olabileceği ise
"cürümleri söyletmek...olayları bildirmesini engellemek, şikayet
ve ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet ve ihbarda
bulunmasını önlemek için yahut şikayet ve ihbarda bulunmasını
veya tanıklık etmek sebebiyle" şeklinde belirtildikten sonra
"....veya diğer herhangi bir sebeple " denilerek
maddede sayılmayan hususları da failin saiki içine almıştır.
"Diğer herhangi bir sebeple..." ifadesinden anlaşılan
failin maddede sayılan saiklere benzer herhangi bir saikle hareket
etmesi halinde de suçun oluşacağıdır.
V-
YARGITAY CEZA GENEL KURUL KARARI
“İŞKENCE İNSANLIK SUÇUDUR”-
“HUKUKA AYKIRI DAVRANMANIN MAZERETİ
OLAMAZ”
1999
yılında Türk Ceza Yasasında yapılan değişiklikten ve Manisalı
Gençler davasında verilen kararlardan üç yıl sonra gelinen
noktada ise Yargıtay Ceza Genel Kurulu işkencenin “insanlık suçu”
olduğunu karara bağlamış bulunmaktadır.
İşte
bu nedenle Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 1999 yılında verdiği
karardan sonra en önemli kararlardan birisi de 15 10.2002 tarihli
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararıdır.
Artık
Yargıtay’ın “işkence”ye bakış açısı çok nettir. İşkence
insanlık suçudur ve hukuka aykırı davranışın mazereti olamaz.
Verilen bu iki Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararındaki gerekçelerden
geriye dönüş yoktur ve olmamalıdır.
Maddenin eski şekli: “Madde 243 - (Değişik: 5/1/1961 -
235/2 md.) Mahkemeler
ve meclisler reis ve azalarından ve sair hükümet memurlarından
biri maznun bulunan kimselerin cürümlerini söyletmek için
işkence eder yahut
zalimane veya Gayriinsani veya haysiyet kırıcı
muamelelere baş vurursa beş seneye kadar ağır hapis ve müebbeden
veya muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezası ile mahkum
olur.”
243.
maddede yapılan değişiklikle maddenin yeni şekli şöyledir:
“Madde 243- (Değişik 5/1/1961 – 235/2 md.) (Değişik
birinci fıkra : 26.8.1999 -4449/1 md) Bir kimseyi cürümlerini söyletmek,
mağdurun şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir
tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya
ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda
bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi
bir sebeple işkence eden veya zalimane veya Gayriinsani veya
haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine
sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak
kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir. / İkinci fıkra : Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452
inci, sair hallerde 456 ncı maddeye göre tertip olunacak ceza
üçte birden yarıya kadar arttırılır.
Maddenin eski şekli: “Madde 243 - (Değişik: 5/1/1961
- 235/2 md.) Mahkemeler
ve meclisler reis ve azalarından ve sair hükümet memurlarından
biri maznun bulunan kimselerin cürümlerini söyletmek için
işkence eder yahut
zalimane veya Gayriinsani veya haysiyet kırıcı
muamelelere baş vurursa beş seneye kadar ağır hapis ve müebbeden
veya muvakkaten memuriyetten mahrumiyet cezası ile mahkum
olur.”
243.
maddede yapılan değişiklikle maddenin yeni şekli şöyledir:
“Madde 243- (Değişik 5/1/1961 – 235/2 md.) (Değişik
birinci fıkra : 26.8.1999 -4449/1 md) Bir kimseyi cürümlerini
söyletmek, mağdurun şahsi davacının, davaya katılan
kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek,
şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet
veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer
herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya
Gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur
veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis
ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet
cezası verilir. /
İkinci fıkra : Fiil neticesinde ölüm vukua gelirse 452 inci,
sair hallerde 456 ncı maddeye göre tertip olunacak ceza üçte
birden yarıya kadar arttırılır.
|