.. |
TARIMDAKİ TEHLİKELER
Abdullah AYSU
DÜNYA BANKASI TARIM SATIŞ KOOPERATİF BİRLİK'LERİNDE NE ARIYOR?
Evet TSKB'lerinde özelleştirme günü geldi çattı. Dünya Bankası bastırıyor. Dünya Bankası tarafından desteklenen ve yapısal dönüşümünü öngören Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARİP), görüşleri istenen Tarım Satış Kooperatifleri Birliklerinde tepki yarattı.TSKB yöneticilerine sormak gerekir.
Yasa gündeme geldiğinde, üyelerine yasanın ne getirip ne götüreceğini anlatıldı mı? Onlarla paylaşıldı mı? Paylaşıldıysa ne gibi kararlar alındı? Evet, yanıt bekleyen sorular bunlar. ?imdi konuyu genel kurullarında "tartışmaya açacaklarını" ve üretici ortakların görüşlerini alarak karar vereceklerini kamuoyuna basın aracılığıyla duyurdular. Projenin genel kurullarda "onayının" ise pek mümkün olmadığını belirtiyorlar.
Yine iki soru. Acaba?.. O kadar zaman tanınıyor mu? Oysa proje metni ile birlikte Yeniden Yapılandırma Kurulu (YPK) tarafından gönderilen sözleşme metninin, bu ayın sonuna kadar imzalanarak iadesi isteniyor.
Çukobirlik Genel Müdürü Yakup ?ahin, İşletmelerinin Türkiye'nin en büyük 500 firması arasında bulunduğunu, istihdam yarattığını söylüyor ve "Çukobirlik'in 60 bin ortağının malı olan entegre tesisi, pamuktan kumaşa kadar ürün çıkarıyor. İlk 500 içinde 40'ıncı sırada. Tesis bir bütün; çırçılı birincil sayıp entegreyi nasıl ayıracaksınız? Diyor. Doğru. Doğruluk yetmiyor. Bizim ülkemizde hiç yetmiyor. Üstelik işleyen bu çarkta hiç mi hiç sökmüyor. El oğlu (Dünya Bankası) kafasına koymuş bir kere, sana ürettirmeyecek. Örgütlülüğünü dağıtacak.
Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Hakkında 16 Haziran 2000 tarih ve 4572 sayılı kanunun geçici 6'ıncı maddesi "Birliklerin bu kanunun yayım tarihi ile sahip oldukları fabrikalar üç yıl içerisinde anonim şirket haline dönüştürülebilir." diyor.
El oğlu elini sıkı tutmuş üç yıl beklemeden fabrikaları sat diyor. Sizlerde kamuoyuna fabrikalara sattırmayız diyorsunuz. Yasa çıkarken neredeydiniz? Neyse bugün bunu söylemeniz geçte olsa güzel. Ama artık gereğini yapın lütfen.
Genel Kurulları beklemeden, bugünden tezi yok kooperatiflerin gerçek sahiplerini, ortakları olan üyelerinizi bilgilendirin. Son derece meşru olan mücadelede yanınızda yer almalarını sağlayarak yabancıların oyununu bozarak bir tarih yazın.
Yoksa "fabrikamı sattırmam" demek biliniz ki yetmeyecektir. Türkiye'de bunun örnekleri çok...
Tariş Genel Müdürü Ayhan Özer:"ARİP Projesi'nin Özerklik Yasası'na ters düşen yanları var. Protokol tek taraflı. Tüm yetkilileri YPK'ya veriyor. Birliklerin mali ve idari özerkliği ortadan kaldırılıyor. Ortakların ve genel kurulun iradesi bulunmuyor.
Projede endişe duyduğumuz en çarpıcı ifade birliklerin işletmelerinin satışı ile ilgili. Buna göre
"birliklerin ürün alımı, satımı ve birincil işletmesi itibariyle elzem olmayan varlıkları" satılacak. Oysa bu işletmeler Türk Ticaret Kanunu'na göre kurulmuş ve ona göre faaliyet gösteriyorlar.
Verimli işletmelerimizi satmayız. Bunlar, Birliklerin kendi ihtisas konularında kurulmuş tesisler. Ortakların menfaatleri koruyor, piyasada denge görevi yapıyorlar. Bu bize kanunla verilmiş bir görev. Kanunla gelen yetkiler, YPK tarafından sunulan protokolle elimizden alınmak isteniyor" diyor. Doğrudur. Ama el oğlu ortakların menfaati korunma, piyasalarda denge görevi yapma! Bize bırak! Sen bunları yaparsan, ben patronlarıma pazar alanı oluşturamam. Benim patronlarımın çıkarı senin düzenin dağılmasında yatıyor, diyor. Onun için YPK kanunla gelen yetkileri kaldırır.
Trakya Birlik Genel Müdürü Cemalettin Uslu"Trakya Birlik'in iki tesisi var. Bunlar Türkiye'de ayçiçek üretiminin üçte birini işliyor. Yıllık kapasiteleri 160 bin tona ulaştı. İlk 500'de 38'inci sıradayız. Her ikisi de tüm yıl tam kapasite çalışıyor. Satılmaları mümkün değil" diyor...
Marmara Birlik Yönetim Kurulu Başkanı Kamuran İnanlı:"ARİP Projesi ile tarımın planlı hale getirilmesi amaçlanıyor. Ancak burada yoruma açık ve inisiyatifi birliklerin dışına çıkarılan uygulamalar var. "Elzem olmayan varlıkların satışı" ifadesi rahatsızlık verici. Elzem olmayan varlıkların satılarak değerlendirilmesi birliklerin mali yapılarına bir takım katkılar yapar. Ancak ülkemizin içinde bulunduğu koşullar içinde bugün için bu işlem amacına ulaşmaz. Çünkü bugünkü şartlarda gerçek değerlere ulaşamaz. Birliklerin zaafa uğraması
halinde, ürünlerini pazarlama ve parasını tahsilde sorun yaşamayan ülke çiftçisi ile tüketiciler de etkilenecek" diyor. Doğrudur da. Onların istedikleri tam da bu değil mi? Birliklerin zaafa uğratılması, bunun sonucunda da üretiminden pazarlamaya kadar olan zincirin kırılması değil mi zaten. Ancak o zaman el oğlu amacına ulaşmayacak mı?
Evet, Dünya Bankasının yaptırmaya çalıştıkları bir yanıyla yasada var. Yalnız meşruiyeti yok. Ancak ortaklarla sorunlar üzerinde birliktelikler sağlanır ve çözümler ortaklarla bulunmaya çalışılırsa, sadece birliklerin sorunu çözülmekle
kalmaz, ülkemiz üzerine oynayan oyunlar bozulur. Haydi! Eğer isterseniz başarırsınız. Bu topraklarda bu melaneti de aşacak potansiyel var. Yeter ki birlik olun. Kolay gelsin...
DEVLET ÇİFTÇİYİ DEĞİL ÇİFTÇİ DEVLETİ DESTEKLEMEKTEDİR.
1980 yılından sonra, tarım sektöründe uygulamaya konulan dış kökenli ekonomi politikaları sonucu devlet, tarım sektöründen desteğini çektikçe, çiftçi devleti desteklemeye başlıyor. Düzenek öyle kuruluyor, süreç öyle işletiliyor. Köylü ise her geçen gün yoksullaşıyor...
Hükümetler alım fiyatlarını maliyetlerin altında belirledikleri yetmiyormuş gibi bir de çiftçinin alın teri olan buğday, tütün, çay, şekerpancarı ve diğerlerini alıyor; tütünü sıgaraya, pancarı şekere, dönüştürdükten ve birkaç zamlı satış yaptıktan ve çiftçinin ürettiklerini zamlı fiyatlarla tekrar çiftçi ve diğer tüketicilere sattıktan sonra ancak çiftçinin parasını ödüyorlar.
Kamuoyunda ise IMF'in yerli işbirlikçisi propagandist ekonomi yazarları yanlış ve abartılı rakamlar ile tarımı kara delik gibi göstererek; üst üste yaşanan krizlerin ve bu krizlerle ülkenin yoksullaşmasının baş nedeni olarak köylüye yapılan destekler olduğunu yazıyor ve söylüyorlar.
Cüneyt Akman'ın da dediği gibi neredeyse "en iyi köylü, ölü köylüdür"
diyecekler. diyecekler. Aynı ekonomi yazarları gerek yazılarında gerekse TV proglamlarında kullandıkları ifadelerinde biz söylemiyoruz ama siz öyle der
gibiler...
Çiftçinin devleti nasıl desteklediğini şeker pancarından örneklendirecek olursak:
Şekerpancarının büyük çoğunluğu ekim ayında fabrikalara teslim edilmektedir. Teslim edilen bu pancar bedelleri ise bir miktarı Ocak ayında olmak üzere, genellikle Mart-Nisan aylarında ödenmektedir.Hatta 1990 yılında en son ödemeler Mayıs ayına sarkmıştır.
Yapılan hesaplamalar sonucu çiftçinin 1987-1995 yılları arasında 1994 yılı hariç tüm yıllar zararda olduğu, dolayısıyla pancar bedellerinin geç ödenmesi durumunda şirketin çiftçisi tarafından dezteklendiği (çiftçinin devlet tarafından desteklendiği değil) ortaya çıkmıştır. Nitekim 1995 yılında çiftçinin ?irkete olan desteği 2.574.336.510.000 TL'dir. 1994 yılında ise çiftçinin şirket tarafından desteklendiği ve destek tutarının 73.887.687.000 TL olduğu görülmektedir. Bu destek 1995 yılında ton başına 291 bin 872 TL, hektar başına ise 8 milyon 295 bin 828 TL olarak gerçekleşmiştir.
Üretici şirketten alacağını geç alarak desteklemesi yetmiyormuş gibi şimdide kendi ürettiği şekeri her ay yüzde 5 oranında artan zamla kullanacaktır. Bundan üretici ile birlikte diğer yoksul kesimden sömürülürken, zamdan üreticiye bir gelir artışı biçiminde yansıma olmamaktadır.
 |
DOĞRUDAN GELİR DESTE/İ (DGD) = AÇLIK PARASI)
Mevcut destekleme modelinin çok kısa bir zaman dilimi içinde yerini bütünüyle doğrudan gelir desteği (DGD) modeline bırakmasını öngören 2000/267 sayılı Bakanlar kurulu kararı 14 Mart 2000 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.
Bu güne kadar uygulanana desteklemelerinin tümünün yerine ikame edilmesi tasarlanan DGD sistemi tek başına hiçbir ülkede uygulanmamaktadır.Örneğin; OECD ülkelerinde 1998 itibarıyla doğrudan ödemelerin toplam üreticisi eşdeğerine oranı yüzde 17 olup, piyasa desteği yüzde 67, girdi ağırlı diğer desteklerin oranı yüzde 16'dır.* AB ülkelerinde durum ise; DGD ödemelerine kısmen yer verilmektedir. DGD, fiyat politikası, garanti eşikleri, üretim planlaması ve diğer ekonomi politikalarla birlikte uygulanmaktadır. AB'de DGD oranı yüzde 30, Pazar fiyat desteği yüzde 55, girdi desteği ise yüzde 8'dir. Ayrıca AB DGD ödemelerinin kısa/orta vadede daha fazla kaynak emeceğini ön görmekte, değişik önlemler aramaktadır. Türkiye'de tarıma uygulanan desteklemelerden vazgeçilmesini savunanların gerekçeleri, kamu maliyesine yüksek maliyet getirdiği, yük olduğu savıdır. Bu savı güçlendirmek için de abartılı rakamlar açıklayarak kamuoyunu yanıtmaktadırlar. Gerçekte ise AB'nin öngördüğü gibi DGD kamu maliyetine daha fazla yük getirecektir. Ayrıca bunu sadece AB ön görmektedir. Meksika'da uygulanan DGD bizdeki gibi alelacele bir uygulama olmamasına rağmen, daha uzun hazırlık dönemleriyle geçildiği halde, hazine üzerindeki destekleme yükünü artırdığı belirlenmektedir. 2000 yılı gibi çok yakın bir vadede tamamen uyum sağlanması istenmekte, 2003'te de diger tüm destekleme düzeneklerinin kaldırılması düşünülmektedir.
DGD'nin de sürekli uygulamayacağı yetkililerce açıklanmakta ancak, çiftçilere açık bir takvim de vermekten kaçınmaktadırlar. Bu da çıkarılan yeni ?eker yasası ve Tütün yasası ile üretim yapamayacak çiftçiler başta olmak üzere hükümetlerin uyguladıkları tarım politikaları ile üretemez duruma soktukları köylülerin tepkilerini bastırmaya yönelik geçici bir uygulama olduğu savlarını güçlendirmektedir.
*Çakmak, Erol, Haluk Kasnakoğlu ve Halis Akder 1999, Tarım Politikarında Yeni Denge Arayışları ve Türkiye, İstanbul, TÜSİAD Yayını
Çiftçilere açık bir takvim vermeyen hükümetler, niyet mektuplarında yabancılara tarımımızın geleciği konusunda yeterince açık takvim vermişlerdir.
IMF'ye verilen iyi niyet mektupları:
9 Aralık 1999 tarihinde IMF'ye verilen Niyet Mektubunda şu ifadeler yer almaktadır: "Reform programımızın orta adeli amacı var olan destekleme politikalarını safhalar halinde ortadan kaldırmak ve fakir çiftçileri hedef alan doğrudan gelir desteği sistemi ile değiştirmektedir."
Dünyanın Bankası'na verilen 10 Mart 2000 tarihli Niyet Mektubu: "Tarım alanında, Hükümet, büyümenin desteklenmesi ve tarımsal destekleme politikalarının bütçe ve tüketiciler üzerindeki yükünün azaltılması için geçmişe kesin bir set çekme niyetindedir. Orta vadeli hedef, hükümetin sübvanse ettiği girdi, kredi ve temel mahsullerdeki fiyat desteklerine dayanan mevcut sistemin, zaman içerisinde küçük çiftçileri giderek daha fazla hedefleyecek doğrudan gelir desteği programı ile değiştirilmektedir."
IMF'ye 18 Aralık 2000'de verilen üçüncü ek niyet mektubu:
"Tarım politikalarının reformunda, tüm dolaylı destek politikalarından 2002 sonuna kadar kademeli olarak vazgeçilmesi ve doğrudan gelir desteği sisteminin uygulanmasına geçilmesi amaçlanmaktadır."
Görüldüğü gibi ülkemiz nüfusunun yüzde 40'nı yakından ilgilendirecek olan derin yapısal değişim için üç yıl gibi kısa bir süre ön görülmekte, anlamlandırılamayacak bir acelecilikle hareket edilmektedir. Bütün bu zaman zarfında yaşanan Kasım 2000 ve ?ubat 2001 krizleriyle programına kriz ayağı çökmesine karşın , tarıma yönelik programda duraksama gereği duyulmamış, sektördekilerin her türlü uyarı ve tepkilerine rağmen devam etmiştir.
IMFve Dünya Bankası aracılığıyla Türkiye'ye dağıtılan bu model her türlü üretim ve verimlilik kriterlerinden uzak, yalıtılmış, iç karar alıcılarca üzerinde ciddi düşünülmemiş, dış karar alıcıların çıkarlarına uygun bir önerme / dayatmadır. Başka bir deyişle DGD uygulaması gelişmiş ülkelerde üretim fazlası olan ürünlerde alan veya ürün kotalarının çiftçi gelirlerinde yaratacağı gelir düşmesini giderme amaçlıyken, Türkiye'de ise kendi çiftçilerini düşünmeyen, çiftçileri tüm desteklerden yoksun bırakacak
olan, çiftçileri dışarıdan dayatılan, gelişmiş ülkelerin çiftçilerinin çıkarlarına hizmet edecek bir modeldir.
Doğrudan Gelir Desteği (DGD) bir tarımsal destek değil, sosyal nitelikli ve giderek azaltılan bir tarımsal destek biçimidir. Gelişmiş ülkelerinuyguladığı bu sistemle hedefledikleri tarımı geliştirmeyi değil, aksine, ihtiyacının çok üzerine olan üretimin kısılması yani tarımsal üretimin arttırılması yerine tarım kesiminin gelirinin korunması amaçlanmaktadır.
İktidar, doğrudan gelir dekteğine geçici kamu maliyesi üzerindeki tarımsal destekleme yükünü hafifletme amaçlı olduğunu açıklamaktadır. Ancak DGD'nin hangi kaynaktan sağlanacağı belirsizdir. Oysa ki, mevcut uygulamada düşük faizli ama geri dönüşü olan destekleme alım kredileri verilirken doğrudan gelir desteğiyle daha büyük bir kaynak, geri dönüşsüz olarak kullanılacaktır. Bu anlamda güven vermiyor. Göstermelik bir uygulama olacağı işaretleri oldukça fazladır. Türkiye tarımı ve ekonomik yapısı içerisinde uygulanabilirliği güç görünmektedir. Çünkü, tapu kayıtları uygun değildir. Araziler çok parçalıdır. Ürün alım satımında, girdi ve emek kullanımında kayıt sistemi büyük oranda yoktur. Bu kadar kısa sürede ve Türkiye tarımının yukarıda saydığımız bugünkü koşullarında böyle bir uyum olanaksız gözükmektedir.
4 küsür milyon aile işletmesinin gösterdiği çok parçalılıkla DGD sistemi mevcut destekleme biçimlerine ancak bir tamamalayıcı unsur olarak düşünülebilirdi.
Bu şartlar altında söz konusu uygulama Türkiye tarımını güçlendirmez, tüketir, dışa bağımlı kılar. Üretimden caydırır, dolayısıyla üretimde düşüşlere neden
olabilecektir. Çünkü;
-200 dönümün üzerinde arazisi olanlara bu sistem gereği ödeme yapılmayacağından, bu paradan yararlanmak için arazi bölünmesi yoluna gidilebilmektedir. Böylece aile işletme sayısı artacak, arazi toplulaştırmasına değil bölünmesine hizmet edecek, (Meksika uygulamasında 1000 dekara kadar ödeme yapılmıştır.)
-Tapusu olduğu halde tarımla uğraşmayanı, kente yerleşik olanı teşvik edecek, tapusu olmadığı halde tarımla uğraşan ortakçı, kiracıları sistem dışına itebilecek, (İktidarın iddia ettiği gibi, yoksul çiftçi lehine bir uygulama değildir.)
-Hisseli arazilerde yeni hukuki ihtilaflara zemin hazırlayabilecekler,
-Doğrudan gelir desteği (DGD) karşılığında destekleme alımları ve diğer tarımsal destekler kaldırılacak, sadece doğrudan gelir desteği verilecek,
-Verimlilikfarkları 10 katına kadar çıkabilen Orta ve Doğu Anadolu köylüsü ile Ege - Çukurova çiftçisi de miktar bazında aynı oranda destekten yararlandırılacak,
-Hiç arazi kullanmadan veya az kullanarak, meraya dayalı hayvancılık yapanlar bu uygulamadan hiç
yararlanamayacak,
-En önemlisi de, IMF ve Dünya Bankası istiyor diye dekara 10 milyon lira DGD karşılığında;
a) Desteklemelerin
tamamı kaldırılacak,
b) Girdi
subvansiyonları kaldırılacak,
c) Destekleme alım
yapan kuruluşlar özelleştirilecek,
d) Tarkımsal
kredi faizleri yükseltilecek,
e) Taban fiyat
uygulamalarından vazgeçilecek.
Dekara 10 milyon vereceksin, karşılığında
çiftçinin ayat damarlarını keseceksin, buna da TARKIMDA
REFORM yapıyorum diyeceksin...
Kısaca köylülkten çiftçiliğe geçişin
önünü tıkayan irrasyonel bir uygulama. Türkiyeyi kendi
kendine yeterlilikten çıkaran iktidarlar, şimdi de üretim
ve verimlilikle hiç bir bağ kurmadan DGD'ni uygulamaya
kalkmaktadırlar. Bu, Türkiye çiftçisinin ihtiyacı sonucu
oluşmuş bir uygulama değil, kökü dışarıda
bir politikanın ihtiyacı sonucu Türkiye'ye dayatılmıştır.
Eloğlu istiyor diye yapılmaktadır. Aldatmacadan başka
bir şey değildir.
2000 yılında Karadeniz'deki pilot bölgedeki
uygulama sonucunun verilerine göre 5-10 dönümlük arazi için çiftçiler
alacakalrı desteğin ilk taksitleri olan 25-75 Doları
almak üzere başvuruda bulunmaya bile gerek görmemişlerdir.
Kaldı ki, dekar başına DGD tutarının tedricen
aşağı çekilmesi, bazı ürün ve bölgelerin dışlanması
ve birkaç yıl içinde DGD'nin tümden kaldırılması
gündeme gelebilecektir.
Türkiye'deki tarımsal işletmelerin %
68'i 50 dönümün altındadır. 30 dönüm araziye sahip bir
çiftçinin doğrudtan gelir desteğinden dolayı alacağı
dekar başına 10 milyon lira yani ortalama olarak ödenecek
olan 300 milyon liralık bu komik rakam ile bir yıl yaşayabilmesi
mümkün mü ne dersiniz? Bu DGD'nin gerçek adı açlık
parasıdır.
Doğrudan gelir desteğinin ülkemizde
tak başına düşünülüp uygulanması haliinde:
-DGD karşılığında tarıma
yapılan tüm destekler ve girdi sübvansiyonları kaldırılacaktır.
-Sahip olanan arazi bazında yapılacak
ödemelerden en büyük payı yine toprak ağaları almaya
devam edecektir.
-Kadastronun geçmemiş olması kayıt
sisteminin olmaması DGD'nin sağlıklı olarak gerçekleştirilmesini
olanaksızlaştıracaktır.
-Üretimle bağı kopartılmış
bir DGD sistemiyle ülkenin ihtiyacı olan üretim planlaması
gerçekleştirilemeyecek aksine engellenecektir.
-DGD sisteminde yük vergi mükelleflerinin sırtına
bineceği için, tarım dışı kesimler ile tarım
kesimi haksız, gereksiz ve yanlış olarak karşı
karşıya getirilecektir.
-DGD sisteminde müdahale kurumlarına gerek
olmadığından KİT'ler özelleştirilecek
bundtan da üretici ve tüketici olan büyük halk kitlesi zarar görecektir.
Tarımda reform değil çiftçiyi yok
edecek DGD uygulamasından derhal vazgeçilmelidir. DGD mevcut
destekler ile birlikte ek destek olarak verilirse bir işe yarar.
|
.. |