Ç i m d i
k
Hediyesi Musul
Türk’e sevinç haram
!..
Boşu boşuna hayal
kurmuşuz.
Pek bir tarafsız(!)
NTV’mizin pek bir ünlü Vaşington temsilcisi Ümit Enginsoy’un
başımızı göğe erdiren kutlu “müjdesi” vardı ya !..
Hani canım, geçen
hafta mal bulmuş mağrıbî tutkusuyla üstüne atlamış... Adamcağızın
hem sıfat, hem sıkletini çimdikleye çimdikleye duyurduğumuz
müjde...Hani canım, yüce efendimizin 8.5 milyar dolar krediye
çevrilebilir 1 milyar dolarlık sadakası vardı ya !..
Peşin parayı
görünce, keh keh gülmüşsünüzdür.
İşte o !..
Anımsadınız mı ?
Meğer kofmuş !..
Hibe mibe... Kredi
mredi, falan değil...
Gözü açılmadık
sığırcık yavrularını ökseye çekecek yemmiş.
ABD Kongresinden
çıkan savaş bütçesini, ister soldan sağa... İster sağdan sola...
Diler yukardan aşağı...Diler aşağıdan yukarı... Canı çeken
tersinden... Arzu eden yüzünden okuyabilir.
Hepsinin de o
müjdede göreceği tuzak aynı ;
“Eğer Kürtler Musul
ve Kerkük’ü alırsa...
Oradaki Türkmenleri
ya bire kadar kırar... Ya acıyıp hurçsuz çulsuz Türkiye’ye
sürerse...
Sonra da herkesin
gözünün içine baka baka petrol alanlarına egemen bir Kürt Devleti...
Hatta daha da revnaklı bütün Irak’a egemen bir Kürt Hükümeti
kurarsa...
Türkiye
Cumhuriyetinin derin ve kerîm Devleti... Yurtdışına asker gönderme
tezkeresini çıkarmış Türkiye Büyük Millet Meclisi... Kahraman Türk
Silâhlı Kuvvetleri... AKP’nin azametli... Kudretli... Hürmetli... Ve
pek kıymetli Hükümeti, elleri kolları bağlı seyreyler... Ya da yeni
anlaşmalar ayağıyla, kutlama törenlerine katılırsa !..
O hibe de, kredi de
öyle verilecekmiş !..
İyi mi ?
Bir Bilgi Notu
Tarih eski
sayılmaz.
Ama yeni de
sayılmaz.
Yıl : 1922...
Yer: TBMM
Konu : Meclis’in,
İsmet Paşa’ya Lozan talimatı.
Amerikanofillerle,
“ne yâni, Amerika ile mi savaşacağız ?” Dehşetine düşenlerin hinleri
sayfamızdan dışarı.
Sözümüz iyi
niyetlilerle, bilgisizlikten çırpınanlara.
O Meclis Musul’u şu
gerekçelerle Misak-ı Milli dışına çıkarır.
Birincisi, Kuvvayı
Milli’nin hiçbir griliğe fırsat vermeyen o keskin akla-karasının
yanılmaz şamarı ;
“Maraş’taki
Türkmenle Kerkük’tekinin... Antep’teki Kürtle, Süleymaniye’dekinin
farkı ne ?
Bunlar düşmanı
gördüğü an çarpıştı... Onlarsa yılışıyor.
Bırakalım yıllarca
onursuz yaşasınlar.”
İkincisi, tek
başına, (Gönüllü kisvesi...Paris Konferansı Başkanı sıfatı ile ABD
de içinde,) bütün süperleri sopadan geçirmenin güveni ;
“Şimdi petrole
gereksinimim yok !.. Olduğunda gider alırım.”
İnanmayan açar
gizli tutanaklara bakar.
Sorum herkese ;
Ey Türk
istikbâlinin büyük evlâtları...
Ey kerîm ve derin
devlet...
Ey yüce Meclis...
Güçlü Hükümet... Kahraman TSK.
O gün de, bugün de
yeryüzünün yüce efendisi sayılan ABD, Musul’la Kerkük’e... Daha da
açığı Misak-ı Milli’nizin geçici ayırdığı parçasına 8.5 milyar
krediye çevrilebilir 1 milyar dolar değer biçmiş.
Sadaka mı dersiniz
“hibe“ mi bilemem.
Sattınız...
Saaatttınız.... Sattınız mı ?
Öyleyse yeriniz
belli.
Vaktiyle Musul’da
İngiliz mandasına oy veren değilseniz... İstanbulda Anglo-Amerikan
“muhiplerini” kuranlardansınız.
O ağır geliyorsa,
Bağdat’ta zıbınını bayrak edenlerdensiniz.
Sakın ola,
Antep’teki Türkmenle Maraş’taki Kürt gibi, Lozan’ı dayatmaya
kalkışmayın.
O iş boyunuzu aşar.
Yaşasın ABD !..
Atalarımız pek
haklı canım !..
“Kurt düşeni yer,”
derken nasıl ölçüp biçmişler.
Amerikanofillerimizin iştahı iyice kabardı.
Yüce efendileri
ellerini kollarını sallayarak Bağdat’a girdi... Kent çoğunluğu kaç
etüvden geçmiş... Anında “duu bakali n’olacak”a yattı... Beş
milyonluk kentte, iki üç yüz zıpır işgali alkışladı ya !..
Onların arasına
katılmayı bile unuttular.
Dişleri ve
yumrukları kenetli... Kalemleri kan içinde, yurtlarına döndüler.
Güce tapmış... Anglo-Amerikan emperyalizmine inanmış... Zaferi onlar
kazanmışlardı.
İnsan, toplum ve
devlet ilişkilerinde gücün yerini hakkın alması için çalışanlar da,
çırpınanlar da yenilmişlerdi.
Güç bir kez daha
yenmiş... Hak bir kez daha düşmüştü...
Ve onlar güçlü
değildiler...
Ama her zaman ve
her yerde, güçlüye yandaştılar.
Düşene saldırdılar.
Kurt tarihi ne
bilir !..
Bilse de anlar mı
ki ?
Güç tarih boyunca
bütün karşıtlarını ezmiştir.
Belli ki, insan
haklarının epey geliştiği...Hukukun üstünlüğünün yaygın kabûl
gördüğü çağımızda ezmekte... Görünüyor ki, yakın uzak gelecekte de
ezmeyi sürdürecek.
Ama tarih çelengi
güçlünün alnına takarken, hüküm aynasını haklının vicdanına tutar.
Kurt için nasıl dün
yoksa, yarın da yoktur.
Hem zaten düşeni
de, gününü kurtarmak için yemez mi ?
Musul, Kerkük
havası “Yaşasın Amerika” kemiğini zehirledi.
Ama “Savaş
Karşıtlarının” eti taptaze.
Amerikanofil,
neylesin ?
Zehirli kemiği
yalasa, nalları dikmesi muhtemel.
Efendi işi
uzattıkça uzatmış...
Açlığı başına
vurmuş...
Sonunda olan
olmuş...
Fırsat ayağa
gelmiş.
Kaçırmak yaraşır mı
?
Dedik ya !..
Savaş karşıtı da,
karşıtını da yendi...
Yaraları taptaze.
Kurt kurt olsun da,
geri dursun mümkün mü ?
Eh !..
Kurtlar sofrası
boylu boyunca açılır... Bütün hacıların haçı ayan beyan ortalığa
saçılırsa, çimdikçiyi kim tutar.
Ya Hugo’ya özenir,
Ruy Blas’a... Ya Tevfik Fikret’e bezenir Hân-ı Yağma’ya nazire
yazmaya kalkar.
Yiyin kurtlar
yiyin,
Bu iştaha sizin,
Barışseverler
düştü,
Hapır hapır...
Kütür kütür... Lopur lopur...
Aksırıncaya,
tıksırıncaya, patlayıncaya kadar yiyin.
Şair Şiirle Vuruşur
Huyumuz kurusun.
Kişiye bakmaktan,
işi görmeyiz.
Bilmeyiz Irak
toz-dumanı arasında Ece Ayhan tartışması gözünüze çarptı mı ?
Kıyamet kopuyor.
Ece Ayhan düzgün
bir kişi miydi ? Değil miydi ? Huylu mu, huysuz muydu ? Kavgacı mı,
sâkin mi ?
Ece Ayhan, öldü
gitti...
Her fâni gibi
vücudu toprak oldu.
Ece Ayhan şairdi.
Hem de kendine özgü
bir söylem kurabilmiş nâdir şairlerdendi.
Yazı, insan
belleğinin eksiğini gidermek için icat edilmiş bir gereç. Şiir onun
en ince ve üstün inşâsı değil mi ?
O zaman
değerlendirilmesi gereken şiir.
Tartışılması
gereken de.
Dili, yapısı,
özelliği, özgünlüğü ve tadı ancak o zaman anlaşılır.
Değil mi ?
Hayır !..
Biz yazanı
tartışırız.
Bir yerde bir şey
olup olmadığına bakarız. Sanki bir yerde bir şey olan her herde her
şey olurmuş gibi.
Oysa ne dedik ?
Yazı insan
belleğinin eksiğini gidermek için icadedildi.
Şiir o eksiğin
duygularını ürpertebildiğinde anlam kazanır.
Daha geri
gitmeyelim.
Onüçüncü yüzyılın
Sâdi’si, döneminin koşullarına aldırmadan bakarsanız Sad bin Zengi
ile Ebubekir’in nedîmiydi. Güncel bakışla dostu saysanız da olur,
dalkavuğu deseniz de... Ama efendisine hiç gözünü kırpmadan ;
“Kalmak mı istiyorsun, okunabilir bir dize yaz, bırak...” Diyecek
büyüklükte bir şairdi.
Onbeşinci yüzyılın
Villon’u haydutun tekiydi... Ama ; “Paris’te iki kral var... / Biri
taçlı, biri taçsız... / İkisi de hırsız, / Biri o, biri ben.../ O
yoksulları soyar, / Ben zenginleri, / Hangimiz gerçek hırsız?” Diye
sormakta duraksamayacak bir şair.
Nef’i, hem bir
saray adamıydı... Hem diliyle kalemini tutamadığı için üç kez
sürülecek... Dört kez bağışlanacak... Sonra da öğrencisi IV. Murat
kötü bir şiir yazınca, duraksamadan hakaret eden.. Ve “Siham-ı
Kazasına gökten nazire inen... Başının belâsına diliyle uğrayan...”
Bir büyük ozan.
|