Ç i m d i k
Simitis ve Enosis
Yerlisi
yabanı yok.
Şu
politikacılar âlem adamlar.
Her
biri fiyaskoyu lâfla zafere dönüştürmekte üstat.
Bütün
dünya... Hatta bizim şavalaklar bile ezberledi.
AB’si...
ABD’si... BM’si... Hatta Hükümetin acemisi, Yunan lobisinin tezgâhında...
Ya sureta haktan, ya sureti halktan görünerek... Büyük Türkiye’yle,
minnacık KKTC’nin tepesine bindiği halde, zaten Yunan kolonisi
olan adanın Güneyi Güneyde... Zaten Türk kolonisi olan Kuzeyi
Kuzeyde kaldı.
Neresinden
bakarsanız bakın, 16 Nisan öncesi statüko ne ise, sonrasında da tıpkısının
aynısı.
Yâni
bütün baskı ya da bahşiş girişimleri, askerin aldığı yeri,
askersiz ele geçirme senaryosu için fiyasko.
Ama
dervişin fikri neyse, zikri de o.
Yunanistan
Başbakanı Simitis, kaç seçim kazanmayı bilmiş has politikacılardan
biri.
Apo
olayı da içinde, pek çok kesin fiyaskoyu zafer niyetine yutturamasa
yerinde çoktan yeller eserdi.
Halâ
Başbakan olduğuna göre, yutturabilmekte !..
Elini
hiç ateşe sokmadan Kıbrıs’ın tamamını Yunanistan ya da güncel
uyuşturucu AB’ne sokamayınca neylesin ?
İster
istemez Kıbrıs’a koşacak...Zaten kendinin olanı... Hocanın eşeği
misâli yitirmiş de, bulmuş gibi, “enosis” heybesiyle donatacaktı.
Politikacı
yutturmacanın, kuvvete tapan güncel dünyamızda, devlet adamına...
İsterse tu kaka Denktaş olsun, dünya kadar manevra alanı açacağını
nerden bilir ?
Devletini,
henüz fiilen olmasa da, kâğıt üzerinde... Ama baskı yapanlar da
içinde, bütün dünyaya kıyamet kopmadan tescil ettiren Denktaş...
Gücünü anında kanıtladı.
Devletinin
sınırını komşusuna açıverdi.
O
andan başlayarak, Kıbrıs Rum kesimi sahip... Efendi... Patron falan
değil... Kapısını çalan iyi komşu... Dostluğa zorunlu tanrı
misafiriydi.
Artık
sonrası belli.
Helvayı
karan beğensin, beğenmesin.
Misafir
umduğunu değil, bulduğunu yiyecek.
Tabasbus
Tabasbus,
Osmanlıcadır.
Türkçe
yağcılık... Yağdanlık... Yalaklık ya da yalakalık diyor.
Ama
memurumuz Cumhuriyete de yurttaşlığa da alışamadı.
Mübarekler
Osmanlı kapıkulundan beter.
Terimi
o yüzden eskilerden aldık.
Bilmeyenden
bizden öğrensin.
Özelleştirme
İdaresi Başbakan tarafından, yardımcısı Abdüllâtif Şener’den
alındı. Abisi Kemal Unakıtan’a bağlandı.
İdarenin
başkanı Turgut Bozkurt durur mu ?
Giden
ağasını uğurlamış... Gelen paşasını karşılamaya koşmuş.
Bunda
çimdiklik but yok !..
Memura
gideni uğurlama vefâ... Geleni karşılama sefâ.
Ne
var ki, bizimki işi yüzüne gözüne bulaştırmış.
Anlayacağınız
el, etek öpmekle yetinmemiş.
Yeni
efendisine ortalık yerde seccade yaymaya kalkmış.
Ne
var bunda ?
Bakan
Unakıtan madem beş vakit namazında dinibütün bir Müslüman...
Kolaylık göstermek her Müslümana vacip.
Abdest
alırken suyunu dökersin. Eğilemiyorsa ayağını yıkarsın.. Kamet
kalkarsa seccadesini serersin... Günahı onun sevabı senin.
Zaten
gösteriş de olsa iki Müslüman arasındaki “maruzat, maslahata
uygunsa,” bizi ilgilendirmez.
Ama,
o da ne ?
Yağcılığı
“müsellem” pek çok “mutabasbısın” yalancısıyız.
Unakıtan,
Özdemir’in bu davranışına öyle kızmış... Öyle kızmış
ki... “Zat-ı muhteremi” serdiği seccadeye bindirip uçuruvermiş.
Eee
!..
Aferin
ki, koskocaman aferin !..
Pek
bir güzel yapmış.
Da...
Bunun
çimdiklik nesi var ?
Ama
ah o kuşku !..
Hani
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, posta kurulur kurulmaz kendini
aklayanları vali, karalayanı veli yapmasaydı... Hani AKP ivazsız
tavizsiz “biatı” koşul saymasaydı... Hani bütün uygulamaları
buna uymasaydı, yok mu ?
Biz
de kolumuzu gere gere alkışlayacak... Göğsümüzü gere gere
aferini haykıracaktır.
Ama
alışmışın kudurmuştan beter olduğunu biliriz.
Abi
Unakıtan, kardeşi Başbakan’dan geri mi kalacak ?
Onun
memuru, devletin yasasını tabasbusa peşkeş çeker de, bunun memuru
Osmanlıyı geçmesin, olur mu ?
Adamı
uçuruverir.
Yağcılıkta
Osmanlıyı geçmek mümkün mü ?
Bilin
de öyle karar verin.
Adam
; “Menhus hastalık efendimizin kutsal tenine değmekle şerefyâb
oldu,” demiş !..
Siz
ne diyorsunuz ?
Uyarı mı, Şantaj mı ?
Âfiyet
şeker olsun !..
Ertuğrul
Özkök büyüğümüz kendine hakaret edenleri dava edip toplam 30
milyar Tl. tazminat toplamış.
Geçen
gün haklı bir öğünçle, ballandıra ballandıra yazıyordu.
Eh
biz de, bu büyük yönetmen-gazeteci-yazarımızın tiryakisi sayılırız.
Büyük bir ilgi, keyif ve iştahla okuduk.
Ne
zamandır, pek saygıdeğer yönetmenimizin organlarınınkiler da içinde,
bazı büyük, yetkin, etkin araştırmacı-gazeteci-yazarlarla...
Reytingi pek bir yüksek anchormanlarımızın zekâ ürünü eleştririyle,
acz âlâmeti hakareti sürekli ve sınır tanımadan birbirine karıştırmaları
içimizi karartıyordu.
Saye-i
âlilerinde edepsize edep satmanın pek bir kârlı... Köşeleri küfür
yarışına sokma pabucunun pek bir pahalı olduğunu öğrendik.
Doğrusu
pek sevindik !..
Ve
hem sevinçten... Hem her türlü ceza ve belâya karşın kafamızın
kalınlığından... Ertuğrul Özkök beyefendinin o ince, zarif ve
pek güzel yazısındaki, noktalama işaretlerinin dövdüğü davul,
dokunulmazlık ilânı mı ?
Tümcelerin
üflediği zurna, bizcileyin gönlü zengin... Kesesi yoksul
garibanlara tazminat tehdidi mi ?
Sözcüklerin
çaldığı zil, tuzunu kuru sananlara şantaj mı ?
Pek
anlayamadık.
Çimdiği
tıklamak zahmetine katlanır... Çimdikçiyi aydınlatma bağışına
katlanır... İşlek... Yoksul ve zayıftan yana aydınlık kalemiyle,
büyük... Etkin ve yetkin köşesinde açıklama bağışında
bulunurlarsa sevincimiz de, minnetimiz de kat kat artacağından emin
olabilirler.
Rahibelerin Başı
Katolik
rahibelerin başı, Katolik Fransa ile dertte.
İçişleri
bakanlığı tutturmuş, kimliklerine konulacak resimleri başı açık
çektirecekler, diye.
Vatikan
da, Katolik Fransız rahibeler de, ı’ıh, diyor.
Lukrecia
Borgia masallarıyla, manastır öykülerine aldırmayın. Katolik
rahibeler, tamı tamına 2003 yıldır saçlarının teline erkek eli
de gözü de değdirmemiş saf bâkirelerdir.
Şimdi
Katolik Fransa, Püriten İngiliz... Protestan Alman... Ortodoks
Yunanistan ile birleşti diye, o saf bâkirelerin başlarını açtırıp
nâmahreme gösteremez.
Alimallah
bâkirelerin bekâreti izale edilir. Meryem’in babasız doğurduğu
çocuğun bütün siyâneti ortadan kalkar.
Daha
fecisi din elden gider.
Ve
Papa hazretleri, daha kızarsa bu kararı alanlar aforoz edilir.
Üstelik
iş orada da kalmaz.
Kadının
her bir yerinin ellenip bellenmesine... İnsanlık hakkıyla eşlik
onurunun kapkara küllenmesine hiç ses çıkarmayan AKP kazmaları bu
işe çok bozulur. AB gibi başı ve alnı açık kadınların bulunduğu
bir kulüpte abdestleri bozulacağından üyelikten vazgeçer.
Kadınlarımız...
Bizim
kadınlarımız...
Ya
da onların başıbağlı kadınları da bayram eder.
Elbette
katolik Fransa, yediği bu haltı tez günde kusmaz... Katolik
rahibelerin başını açmaktan vazgeçmezse.
Bizden
çimdiklemesi.
Ah Dilim, Vah Dilim !..
Bursa
Nilüfer Belediyesinin Meclisi 700 yıl sonra Karamanoğlu Mehmet
Bey’e mi özendi, nedir ?
Hani
pek ünlü ; “Dergâhta, bârgâhta, divanda, eyvanda bundan gerü Türkçe
konuşula...” fermanı var ya, işte ona.
Oturmuş...
Kat rantı... İmar affı kararları alacağına, beldesinde Türkçeden
başka dilde tabelâ yasağı kararı almış...
12
Eylüle kadar ülkenin sanat ve kültür insanlarının pek çoğunu
Atatürkçü olmadıkları gerekçesiyle dışlayan... 12 Eylülden
sonra Atatürkçü olmamakla dışlanarak TDK Derneğinde toplananlar
değil de... Yüksek kurulun dilci saydığı üyelerin
TDK durur mu ?
Hemen
Bursa’ya koşmuş.
Nilüfer
Belediyesine, “onurluluk belgesi ve plâketi” vermiş.
Çok
bir iyi etmiş.
Artık
darısı ne kadar belediyemiz varsa, onların başına !..
Hemen
hepsi otursun, Nilüfer Belediyesinin kararından birer adet alıversin
!..
Yoksa
onurlu TDKmuzun, onurlu üye ve yöneticilerinden alacakları
“onurluluk ödül ve plaketlerinden” mahrum kalırlar.
Ah
benim, “ses bayrağım...”
Vah
benim, “güzel Türkçem !..”
Sen
bu durumlara mı düşecektin ?
|