Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 

 

BİNGÖL DEPREMİ

KAYA GÜVENÇ

TMMOB Başkanı

1 Mayıs 2003 günü saat 03.27’de Kandilli Rasathanesi
Deprem Araştırma Enstitüsü verilerine göre; Bingöl’ün
Kuzey Batısında ve kente yaklaşık 15 km uzaklıkta, 10
km derinlikte 6.4 büyüklüğünde bir deprem meydana

gelmiştir. Deprem Doğu Anadolu Fay zonunda oluşmuştur
ve orta büyüklükte bir depremdir.  

Bu orta büyüklükteki deprem yine can kaybına neden
olmuştur. Doğal bir afet yine felakete dönüşmüştür.
Çeltiklisuyu Yatılı İlköğretim Okulunda çocuklarımızın
hayatlarını kaybetmesi bu depremin en dramatik yanını
oluşturmaktadır. Normal bir kentleşme ve yapı
güvenliğinde, bu büyüklükteki depremin bu kadar yıkıcı
olmaması gerekmekteydi. Bir kez daha anımsatmakta
yarar görüyoruz: bilim ve mühendislik, yapıları, çok
daha şiddetli depremlerde can ve mal kayıplarına neden
olmayacak şekilde tasarlayacak ve yapacak düzeye
erişmiştir. Sorun, bu yeteneğin halkın can güvenliğini
sağlayacak şekilde kullanılmasını sağlayacak
politikaların eksikliğinde yatmaktadır.

Depremden hemen sonra, TMMOB ve Odaları deprem
bölgesinde incelemelere başlamışlardır. 1 Mayıs günü
İnşaat Mühendisleri, Jeoloji Mühendisleri
Odalarımızdan ve Diyarbakır İl Koordinasyon Kurulundan
yöneticilerimiz Bingöl’e ulaşmışlardır. Bugün TMMOB 2.
Başkanı Oğuz Gündoğdu de deprem bölgesinde olacaktır.
Ayrıca, İnşaat Mühendisleri Odamız bölgeye laboratuar
cihazları ile teknik sorumlularını da, yapım
hatalarını saptamak üzere Bingöl’e göndermiştir.

Yapılan ilk saptamalarda hasarlı binaların teknik
şartlardan uzak yapıldığı belirlenmiştir. Bu ilk
incelemenin sonuçları ekte sunduğumuz raporda yer
almaktadır.

Bir yıl önce Sultandağı (Afyon) depreminde sonra
yaptığımız açıklamada, “6 büyüklüğündeki bir deprem
Türkiye’nin herhangi bir yerinde herhangi bir zamanda
olabilecek bir depremdir. Türkiye’nin olağan bir doğa
olayında can kaybına uğraması yine maddi hasarların
söz konusu olması henüz deprem gerçeğinin tam olarak
kavranamadığını göstermektedir. Her seferinde
yapılaşmaya uygun olmayan alanlardaki  plansız
gelişmeler, projesiz ve denetimsiz yapılaşmalar, doğal
afetlerin felaketlere dönüşmesine yol açmaktadır”
görüşünü dile getirmiştir. Ne acıdır ki, bugün bu
sözlere eklenecek çok az şey bulunmaktadır.

Bilim insanlarımız ve üyelerimiz son aylarda Doğu
Anadolu’ya dikkat çekmişlerdir. Jeoloji Mühendisleri
Odamız 2002 Eylülünde Bingöl’de yaptığı Deprem ve
Kentleşme Sempozyumunda, bu bölgedeki riske dikkat
çekmiştir.

Üzülerek belirtmek istiyoruz ki, geçen iktidar
döneminde olduğu gibi bu iktidar döneminde de
ülkemizin deprem riskinin büyüklüğüyle orantılı
politikalar ve programlar geliştirilmemiştir ve
geliştirilmesi yönünde de bir irade görülmemektedir.
Bundan önceki iktidar büyük iddialarla Yapı Denetimi
Yasasını çıkarmakla yetinmiştir. Bingöl’ün 1. derecede
deprem bölgesinde olmasına karşın (aynen son
depremlerin olduğu Tunceli, Çankırı, Afyon gibi) Yasa
kapsamının dışında tutulması, aslında yasanın denetimi
etkinleştirmekle ilgisinin olmadığını ve sadece bir
kamu hizmetinin özelleştirilmesini sağladığını bir kez
daha yinelemek durumundayız. Kaldı ki, son depremlerde
gündeme gelen kamu yapılarının hasara uğraması
konusunda da, kamu yapılarının Yapı Denetim Yasası
kapsamında olmadığını da anımsatmakta yarar vardır.

Şimdiki İktidar Partisinin de, ne Seçim Beyannamesinde
ne de Acil Eylem Planında deprem ve doğal afet
sözcükleri yer almamaktadır. 58. Hükümet Programında
konu “Deprem, sel, yangın, toprak kayması gibi doğal
afetler … sonucunda ülkemiz büyük oranda can ve mal
kaybına uğramaktadır. Bu kayıpların asgariye
indirilmesi için her türlü tedbir alınacaktır”
şeklinde yer almakta, 59. Hükümet Programında ise
“doğal afetlere karşı uygun tedbirler alınacaktır”
denilmektedir. Özetle, konu geçiştirilmiştir.

Oysa, bilim insanlarının, mühendislerin, Ulusal Deprem
Konseyinin bu konuya ilişkin ayrıntılı raporları
bulunmaktadır. Topraklarımızın %98’i önemli deprem
riski taşımaktadır. Buna karşın varolan yapılarımızın
büyük bir kısmı, olması gereken denetimden nasibini
almadan üretilmiştir. Gerek 3194 sayılı İmar
Yasası’nda varolan denetim anlayışı, gerekse 4708
sayılı Yasa kapsamında 19 ilde uygulamaya konan Yapı
Denetimi Yasası, yapılarımızın denetlenebilir olmasını
sağlayacak argümanlardan yoksundur.

Yapı denetimi ile ilgili bir sistemden söz etmek ise
mümkün değildir. Bir kez daha görülmüştür ki,
mühendislik tekniğine uygun yapılar en ufak bir hasara
uğramazken diğer yapılar yerle bir olmuştur. Yapı
üretiminde uygulanması ve uyulması zorunlu yapı
standartları geliştirilerek, yapı denetimine esas
olacak ölçütler oluşturulmalıdır.

Yapı üretim süreci bölgesel ve kentsel planlamadan
başlayan, projelendirme ile  devam eden, yapımı ve
denetimi de kapsayan bir süreçtir. Bu süreçte bütün
mühendislik ve mimarlık disiplinlerinin ortak
çalışması gerektiği halde bunun başarılamadığı
ortadadır. Ülkemizdeki yasal düzenlemeler böylesine
bir sürece elverişli değildir. Yapı üretim sürecinin
temel bileşenlerinden denetim sürecinin kamusal bir
perspektifle ele alınmadığında amacına ulaşamayacağı
da açıktır.

Mevcut sistem her türlü çağdaş yapılanmayı
dışlamaktadır. Yapı Denetim Yasasına göre denetçilik
belgeleri, TMMOB ve Odalar dışlanarak Bakanlık
tarafından verilmektedir. Kamuda çalışanlar ise Oda
üyesi olmak zorunda dahi değildir. Bu anlamda denetim
yapan mühendislerin mesleki yeterliliklerini ve
denetim etkinliklerini denetleyecek merci dahi
bulunmamaktadır. Ayrıca, Bingöl Bayındırlık ve İskan
Müdürlüğünde 26 mühendis, mimar, şehir plancısı
kadrosuna karşın sadece 11 eleman çalışmaktadır.

TMMOB’nin, daha önce de kamu oyuna duyurduğu
önerilerini bir kez daha yinelemek istiyoruz.
Öncelikle yapı stokunun depreme dayanıklılığının
belirlenmesi, depremsellik açısından irdelenerek
güçlendirme politikalarının oluşturulması ve gerekli
görülen güçlendirme ya da yıkım çalışmalarının
yapılması en öncelikli uygulama olmalıdır. Tüm deprem
bölgelerindeki depreme dayanımı yetersiz yapıların
takviyeleri için gerekli finansman-yapım-denetim
politikaları oluşturulmalıdır. Bu alandaki gerekli
eğitim standartları belirlenerek, ilgili kurumlar
aracılığıyla eğitim programları tasarlanmalıdır.
Eğitimler sonucunda çeşitli düzeylerde
belgelendirilmiş mühendis ve mimarların ülkedeki yapı
stokunu depreme dayanıklı hale getirecek hizmetler
üretmesi sağlanmalıdır.

Bu konuda bir noktaya daha değinmek istiyoruz: son
günlerde yeni bir imar affından söz edilmektedir. İmar
aflarının nelere mal olduğunu daha önce yeterince
belirttiğimiz kanısındayız. Depremlerde can ve mal
kayıplarının bu kadar yüksek olmasında imar aflarının
birincil derecede önemli olduğu artık biliniyor olması
gerekir. Bütçenin nakit ihtiyaçları halkımızın can
güvenliği riske atılarak çözümlenemez.

Tüm gözlemlerimizi değerlendirdiğimizde, sosyal
devletten ve toplum yararı ilkesinden vazgeçilmesinin
sonuçlarının her alanda olduğu gibi Bingöl depreminde
de karşımıza çıktığını söyleyebiliriz.

Her depremden sonra olduğu gibi, bu kez de üzgünüz. Bu
kez de isyan içindeyiz.

Ülkemizdeki deprem gerçeğini görmek, halkımızın doğal
afetler karşısında çaresiz kalmamasını sağlayacak
önlemlerin alınması için daha kaç bin kişinin ölmesi
gerekiyor? Daha kaç bin çocuğumuzu yitirmemiz
gerekiyor?

İktidarı sorumluluğunun gereğini yerine getirmeye
çağırıyoruz.

 

 
sayfa başına dön