|
|
DUYDUK
DUYMADIK DEMEYİN
BU BİR SKANDALDIR!
Fikret
BAŞKAYA
Son bir ayda hakkımda iki dava birden açıldı: Davalardan biri 13 yıl önce yazdığım bir kitap için, diğeri 10 yıl önce yazdığım bir makaleden.. Paradigmanın İflası Nisan 1991 de ilk defa yayınlandıktan 15 gün sonra dava açıldı. Bu kitaptan 20 ay hapis 42 milyon TL para cezasına çarptırıldım. Para cezası ödendi. Hapis cezasını Haymana Cezaevinde yatarak 'çektim'. 13 yıl önce yayınlanan Paradigmanın İflası bu güne kadar (korsan baskılar hariç) sekiz baskı yaptı. Aradaki 6 baskıya dava açılmadı...
Fakat hepsi bu kadar değil. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu cezadan dolayı Türk hükümetini mahkum etti. Cezalandırmanın ifade özgürlüğünün ihlali olduğuna kadar verdi. Bu karar mahkûmiyeti tüm sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırdığı halde, kitabın aynı bölümünden ve aynı gerekçeyle Terörle Mücadele Kanunu'nun aynı maddesi (8/1) gereğince yeniden dava açıldı.
Laiklik üzerine yazdığım, Sivas katliamını konu alan ve dava konusu yapılan makalenin yazılış tarihi de 12 Temmuz 1993'tür. Bu yazı günlük bir gazetede yayınlandıktan dört yıl sonra Akıntıya Karşı Yazılar başlığını taşıyan kitapta ikinci defa yayınlandı. 2003 Ocağında yayınlanan üçüncü baskıya dava açıldı (TCK 159/1).
Bir kitap yazmak neden bir 'terör eylemi' sayılıyor? Kavramların bir içeriği olması gerekmiyor mu? Bu dünyada yazı yazmak kadar terör eyleminden uzak bir insan faaliyeti mümkün müdür? Devletin istemediği bir şey söylediğinizde, resmi ideolojinin tabu saydığı, tartışılmasını yasakladığı bir konuda fikir beyan ettiğinizde, bunun bir terör eylemi sayılıp, Terörle Mücadele Kanununa göre cezalandırılması saçma, mantıksız ve hak ve hukuk kavramlarının inkarı değil mi? Düşünce yasağına itibar eden, böylesi bir haysiyetsizliği içine sindirebilen biri hâlâ aydın sayılacak mıdır? Bir yazı neden devletin manevi şahsiyetine hakaret sayılıyor. Devletin manevi şahsiyetinin olmayacağını anlı-şanlı hukuk profesörleri, yüksek yargının 'saygın üyeleri' bilmiyorlar mı? Laiklik üzerine yazdığım yazıda işkence mahkûm ediliyor. Neden işkence yapanlar değil de işkenceye karşı çıkan cezalandırılıyor? Eğer maneviyat insana özgü bir şeyse ve devletin manevi şahsiyeti diye birşey de olamayacağına göre bununla yapılmak istenen nedir? Bu işkencecileri korumak için olmayan 'maneviyatın' bahane edilmesi değil midir?
Bütün bunlarda mantık, hak, hukuk, adalet nerede? Onca hukuk adamı-kadını neden bu kepazeliğe ses çıkarmaz, bu durumu veri alıp sessiz ve tepkisiz kalır? Koskoca barolar neredesiniz? Bu dünya'da meslek etiği (deontoloji profesyonel) denilen bir şey yok mu? Öyleyse sizin hukuk dediğiniz nedir? Elbet bir gün gelecek her şey yerli yerine oturacak ve o zaman kimse hukukun katlinin hukuk olduğu yalanına artık itibar etmeyecek...
Bir yazı yazıyorsunuz aradan 10 yıl geçiyor ve yazı bu zaman zarfında defalarca basılıyor. Bir de bakıyorsunuz on yıl sonra dava açılmış. Bir üst mahkeme verilen bir cezayı tüm unsurlarıyla ortadan kaldırmış, sanki hiçbir şey olmamış gibi yeniden dava açılıyor... Bundan büyük aymazlık, keyfilik, tutarsızlık, ölçüsüzlük olabilir mi? Burada oluyor... Burası skandalların harman olduğu bir ülkedir. Kimse durun yanlış yapıyorsunuz, ayıp ediyorsunuz, 'bu bir skandaldır' demiyor... Örnek mi istersiniz... İki-üç yıl kadar önce bir gazete benimle bir söyleşi yapmıştı. Sorulan sorulardan biri de 'sivil toplum örgütleriyle' ilgiliydi. Sivil toplum söyleminin neden bu aşamada gündeme geldiğini anlattıktan sonra, söz konusu örgütlerin neo liberal küreselleşmeci güç odakları tarafından "araçlaştırılmak" istendiğini, dolayısıyla da bu örgütlerin depolitizasyonun, apolitizasyonun aracı haline getirilmek istediğini ifade etmiştim. Apolitizasyon'da "Apo" geçiyor diye Adana DGM hakkımda dava açtı... Daha başka örnekler de vermemi ister miydiniz?
Yıllardır düşüncenin suç olmaktan çıkarılacağı söyleniyor. Ama insanlar düşüncenin ancak ifade edildiğinde düşünce olduğunu pek bilmiyor. Düşünce ancak ifade edildiğinde düşüncedir. Çocuğun doğduğunda çocuk sayılması gibi... Demokratikleşme deniyor, yasalar değiştiriliyor, "uyum yasalarından", "uyum paketlerinden' söz ediliyor... değişen bir şey yok. Değişen bir şey yok, zira haklara, özgürlüklere, demokrasiye asıl ihtiyacı olanlar bir türlü sahneye çıkmıyor... O zaman bütün bu kavramlar, hakları, özgürlükleri, demokrasiyi engellemekte çıkarı olan egemenlerin, özgürlük ve demokrasi düşmanlarının elinde bir manipülasyon aracına dönüşüyor...
Düşünceyi yasaklayan bir rejim kısa vadede 'durumu kurtarsa da' orta ve uzun vadede çürümekten ve yıkılmaktan kurtulamaz. Zira toplumsal dinamik eninde sonunda bağnaz yasal-kurusal-siyasal-ideolojik yasakçı çerçeveyi çatlatma, parçalama ve yıkma istidadına sahiptir. Hiçbir sosyal formasyon bu tarihsel gerçeklikten muaf değildir.
Düşünce özgürlüğü tüm özgürlüklerin anasıdır. Eğer düşünce (ifade) özgürlüğü yoksa, başka özgürlükler de gerçekleşemez. Dolayısıyla özgürlükler bir bütündür. Özgürlüklerin bazılarına karşı olmak, bazılarından yana olmak mümkün değildir.
Düşüncenin yasaklanması ya da aynı anlama gelmek üzere sansüre tâbi tutulması, dar anlamda bu yasağın ötesinde sonuçlar doğurur. Zira, sansür belirli bir eşikten sonra otosansürü beslemeye başlar. İnsanlar 'başlarına bir iş gelir' korkusuyla ve savunma "içgüdüsüyle" kendi kendilerini sansür etmeye başlarlar. Bu, sansürün içselleşmesidir. Sansürün içselleştiği, otosansürün yaygınlaştığı bir toplum artık bilimsel, estetik, entellektüel kısırlığa mahkum olmuş bir toplumdur. Böyle bir rejim, 'sorunları çözme yeteneği' dumura uğramış bir rejimdir... Aynı bu gün Türkiye'de olduğu gibi...
Eğer siz, ait olduğunuz, üyesi olduğunuz bir toplumun veya topluluğun sorunları hakkında fikir beyan ettiğinizde cezalandırıyorsanız, bu sizin henüz 'yurttaş' sayılmadığınız anlamına gelir...
Oysa, insanı insan yapan onun haysiyet bilincidir. Özgürlük mücadelesinden vazgeçmek haysiyetsizliğe razı olmaktır. Bu da insanlığınızın gerçekleşmemesi, ya da "eksik insan" olmaktır.
Haklar, özgürlükler ve demokrasi 'verilen' değil, 'kazanılan' şeylerdir. Kazanmak da mücadele etmeden, bedel ödemeden mümkün değildir.
Özgürlük mücadelesinin ilginç bir veçhesi de, mutlaka kazanılan bir mücadele olması, kaybetmenin asla söz konusu olmamasıdır. Adımınızı attığınızda özgürleşmeye başlarsınız ve bu sürüp gider...
Rosa Luxemburg'un dediği gibi, "özgürlük başkasının özgürlüğüdür." Eğer başkaları özgür değilse siz de özgür değilsinizdir.
Velhasıl, burada söz konusu olan senin özgürlüğün, senin haysiyetin, senin insanlığındır.
Skandal, "utanılacak şey" (utanca) demektir. Bu utanca ortak olma....
5 Mayıs 2003
|
|
|