Abdullah AYSU
Kurtuluş
Savaşı sonrasında Türkiye ekonomik ve sosyal olarak yeniden düzenlenirken,
nüfus yoğunluğunun kırsal alanda olması nedeniyle tarım ağırlıklı
bir politika izledi. Bu
dönemde tarımsal yaşamı ve üretimi geliştirecek birçok atılımlar
da gerçekleştirildi.
1950’lere
kadar bu politikalar sürdürüldü. 1950’ de Menderes büyük bir
halk desteğini arkasına alarak iktidar oldu. Halkın bu denli güçlü
desteğini alan Menderes, büyük bir U dönüşü ile eskinin tam
tersi bir uygulamaya girişti. Türkiye tarımının bağımsız
gelişmesine ilk çelmeyi
taktı.
Kendisinden
önceki dönemde kurulmuş olan tarımsal Kamu İktisadi Teşebbüslerini–
ki bunlar şimdi özelleştirme adı altında uluslararası
sermayeye peşkeş çekilmektedir- demokratik yönetimlere
devrederek kırsal alanda yaşayanları köylülükten çıkarıp çiftçi
yapabilecekken yapmadı. Marshll Planı’yla Türkiye’ye reva
görülen üretim girdilerinde dışa bağımlı politikalara ülkeyi
ve tarımcılarını mahkum etti.
Menderes’ten
sonra gelen politikacılar, Menderes tarzı politikaları izleyerek
ülkemiz tarımının gelişmesine ikinci
bir çelme takıyorlardı. Ekonomistlere göre Menderes sonrası dönemde
dünya ekonomisi altın dönemini yaşıyordu. Türkiye ise bağımsız
olmayan, güdümlü politika(cı)ları nedeniyle bir türlü hakkı
olan atılımı yapamıyor/ yaptırılmıyordu.
Şöyle
ki;
Avrupalı
2i’nci Dünya Savaşı’ndan sonra ineklerinden 300-400 litre,
koyunlarından ise 70-80 litre süt alıyordu. Türkiye’nin aynı
dönemlerde kara sığırları 160-180 litre, koyunları da 30- 40
litre süt veriyordu. Dünya ekonomisi altın dönemini yaşadığı
1970’lerin ortalarına kadar Avrupalı politikacılar ülkelerini
çok geliştirdiler. 300-400 litre süt veren ineklerini 5 tona,
koyunlarını da 70-80 litreden 270-280 litre süt verir duruma
getirdiler. Benim köylüm diyenler de, 1970’lerin ortalarına
gelindiğinde ineklerin
süt verimini Avrupalının koyunlarından elde ettikleri süt
verimi olan 280- 300 litre seviyesine kadar(!) çıkarabildiler.
Koyunlarımızın da süt verimini Avrupalıların koyunlarının başlangıçtaki
verimi olan 70-80 litre seviyesine ancak çıkarabildiler.
1980’
lere gelindiğinde ise öyle bir
çelme taktılar ki, çelmeyi
yiyen ülke ve insanlarımız bir daha doğrulamayacak duruma
sokuldu. Artçı depremler misali tarım kesiminde çelmeler
birbirini izledi.
Bunlar;
ü
Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi,
ü
Tarımda desteklerin kaldırılması,
ü
Tarımda subvansiyonların azaltılması
ve giderek kaldırılması,
ü
Tarımsal kredi faizlerinin yükseltilmesi,
ü
Tarım Satış Kooperatifleri ve Birliklerinin tesislerinin AŞ’lere
dönüştürülerek satılması gibi art arda takılan çelmelerdi.
Çiftçiler
daha toparlanmaya fırsat bulmadan hükümetler tarafından Şeker
Yasası, Tekel Yasası çıkarılarak üretmeleri engellenmeye başlandı.
Yani çelmeyle yere düşürülen çiftçiler bu yasalar ile yerde
tekmelenerek dövülmeye başlandılar.
Şimdi de Kamu Reform Yasası ile Tarım Bakanlığı
taşra teşkilatları İl Özel İdarelerine bağlanıyor. Örgütsüz
olan çiftçiler şimdi ne yapacak? 59. AKP Hükümeti bu son çelmeyle
çiftçiyi kafa üstü çakıyor. Çiftçi telef olmadan AKP’ye kırmızı
kartı kim gösterecek?