a p a ç ı k
15-16
Haziran
Erol TOY
Yayın yönetmenimiz sağolsun !..
İyi bir
karar verdi.
Hap yap,
para kap... Dayı bul, ayı kul... Devletin malı deniz, yemeyen domuz... İş bil, köşe
dön döneminin, bitmeye... Sınıfların kolayca geçişi izin vermeyecek biçimde kastlaşmaya
başladığı... 2003 Haziranında, bence, ayrışmanın tohumunu... 15-16 Haziran 1970
İşçi eylemini gündeme taşıdı.
Geçmişi
anımsamak insanlığın koşulu.
Onda
yaşamaksa, gelişmeye engel.
Ne dersiniz
?
Hazır
fırsat çıkmış...
Elimizde 33
yıllık bir prizma da var.
Gerçi
yerimiz ve yenimiz dar ama...
Şu
ayrışma ve kastlaşma sorununa kabaca bir göz atalım mı ?
Öyleyse
kemerlerinizi bağlayın !..
Baş ve
bakışınızı dik... Bilincinizi sıkı tutun.
Çünkü
hamaset edebiyatı, slogan yiğitliği yerine...Ustalarımızın kitaplıklar doldurduğu
sınıfsal tahlili özetlemeye çalışacağız.
Bilirsiniz.
Özellikle
devr-i dilârâ-yı demokraside gösteri, cakası ve çağdaş deyimle “reytingi” bol
bir aklanma yöntemidir.
Akşam evde
yürek tıpırtılarıyla gözaltı valizi hazırlansa da, bir toplu bildiriye imza
verilir... Bir toplu yürüyüşe katılınır... Bir grev ya da direnişe destek sunulur.
Hiçbir şey
olmayınca, ödevini yapma rahatlığıyla aklı hür... Vicdanı hür... Bedeni hür, yaşam
biçimi aynen sürdürülür.
Oysa
bilimsel tartışma... Özellikle herkesin herşeyi çok iyi bildiği alanda... Üstelik
kuram ve kavramların açılımına ilişkinse... Bencileyin cühelânın cesaretinde cür’et
isteyen tehlikeli bir yoldur.
Neyleyelim ?
Yayın yönetmeni
kararlı !..
Çaresiz
sorunun başını gözünü yaracağız.
Artık sürç-ü
lisândan İnadına izleyicilerine sığınırım.
Onlar
eleştirel aklı damıtmanın ustası toplumculardır.
Zihin
cimnastiğinin servetine de... Tartışmanın ortamının şehvetine de alışkındırlar.
Öyleyse
lâfı uzatmayalım.
Destan
sosyalistlerimiz belki kabûl etmez.
Ama bizde,
çağdaş anlamda sınıfların oluşması daha çok yeni.
Çünkü
Osmanlı, egemenliğini paylaşılmaz kılmak amacıyla Ahi örgütünü dağıtmış...
Ahiyânı can havliyle Bektaşi tekkesine sürünce hem merkantilizmi önlemiş... Hem endüstri
devrimini kaçırmıştır.
Bilmem şu
iki örnek, savımı destekler mi ?
Ankaralı
bir demirci ahisi, daha 1460’larda... Yâni Batı Avrupa serflerinin özgürlüklerini
yeni satınalıp bağımsız işyerleri kurdukları sıralarda, kethüdasına “kişiye
özel top” tasarladığını bildirmiş.
Ve 1472’ler
Kütahya’sının Şer’iye Siciline ; “Çinici fıtyanının, ücretlerin artırılması...
Çalışma zamanın azaltılması... Üç yıllık geçiş sürelerinin kısaltılması
istekleriyle topluca iş terkettiği... Ahilerin ilk iki öneriyi kabûl... Mesleğe zarar
verir diye üçüncüyü reddettiği... Ve kadı huzurunda anlaşmaya varılarak işbaşı
yapıldığı...” Kaydedilmiş.
Ve bu
nedenle Batı, el becerisini önce atölye... Sonra keşif ve icatlarla fabrikaya... Yâni endüstri devrimine dönüştürürken, Osmanlı
saltanatı üç Kıt’ada 16.5 milyon kilometrekare toprak üzerindeki kız- kadın ve
çocuklar sayılmadığından 78 milyon erkeğin ümüğüne lök gibi çökmüş... Hadi
kaçırdığı devrimi yakalama hevesiyle diyelim... İngiliz, Fransız, Alman “devlet-i
fahimeleriyle...” Bilgili, becerikli, üretken para babalarına kapıları ardına kadar
açmak zorunda kalmıştır.
Bundan olsa
gerek, sendikacılık efsanemiz, 1872 grevlerindeki yabancı demiryolcuların etkisini...
1920’lerin tramvay grevlerindeki işgalci çelişkileriyle kışkırtmalarını görmez.
Bir bakıma
haklıdır.
Nedeni,
nasılı ne olur olsun sonuçta grev bir işçi eylemidir.
Ama bütün
o eylemleri, yabancı demiryolları... Tramvay, su, gaz, elektrik, Reji ve “havza-i
fahmiyenin...” kömür madenlerinde çalışan yaklaşık 20 bin işçi gerçekleştirir.
Oysa aynı
yıllarda Lyon’da kan revan içinde direnen “ipekçi kızlar”la, Manchester’de
işten kaçtıkları için işyerinde gözaltına alınan 12 yaşından küçük çocukların
sayısı üç Kıt’ada egemenlik taslayan Osmanlı İmparatorluğunun bütün işçilerinden
fazladır.
Artık
Cumhuriyetin yok, yoksun, yoksul ve mazlum bir halkı... “İmtiyazsız sınıfsız
kaynaşmış bir kitle” görme gerekçesini başka gerçeklerde bulmak mümkün mü,
bilemem ?
Ama, her
halde Cumhuriyet öncesi İzmir İktisat Kongresi’nin... “Amele Bayramı” diye
kararlaştırdığı 1 Mayıs’ın, Cumhuriyet sonrası “Bahar Bayramı” adıyla
yasalaşmasının nedeni de aynıdır.
Gerçek
anlamda işçi sınıfının yokluğu.
Belki
yumurta tavuk öyküsü olacak !..
Kabûlü
zorunlu ki, işçi sınıfının olmadığı toplumda, çelişkisi... Yâni kapitalist sınıfı
da yoktur.
Gerçek açık.
1950’de
bile Türkiye nüfusunun yüzde 81.8’i köylüdür.
Yüzde 18.2’lik
kent nüfusundan memurlarla, memur-işçi KİT çalışanlarını çıkarın. Elinizde
sınıfa sokabileceğiniz, “ev kadınları...” Yaşlılar... Çocuklar... Ve kırık-dökük
esnaftan gayri bir şey kalmaz.
Eğri oturup
doğru konuşacağız ya !..
Anhası
minhası bu...
Ortada köylüden
gayrı bir sınıf yok !..
Haftalardır
“Kemalizm” yatıp kalkmamın ayakları suya erdi mi?
Devrimci
Kemalistin Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan yengiyle çıkardığı “imtiyazsız,
sınıfsız, kaynaşmış kitleye,” sunduğu ideoloji hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak
kadar açık ve kesin.
“Çağdaş
uygarlığı yakalamak... Hatta aşmak.”
Ve bunun ekonomi-politiği belli.
“Kayıtsız, koşulsuz ulusal egemenlik...”
Bileşimin
elementlerini ulusal potasına atmakta duraksamaz.
Ceberrut
Atatürkçünün “Batıcılık” sandığı...Ve sonunda halkına tuzak haline
getirdiği “Batı Hukuku...”
Dayatmacı
goşistin sosyalizm... Ve “sınıf öncülüğünü,” “sınıfa öncülüğe,” dönüştürme
aygıtı sandığı, “Sovyet teknolojisi.”
Şimdi siz
eğri oturup doğru yanıt verin.
Düne kadar
“çağdaş uygarlık,” bu ikisinin toplamı değil miydi ?
Ve
karşıtıyla kaynaşmadan bileşim... Yâni tez, antitez ve elbette sentez olmadan aşma
da, aşama da istisnalar dışında mümkün mü ?
Sayacağınız
bütün dış etkenlere eyvallah !..
İkinci
Paylaşım Savaşı sonrasının demokrasi girişimi de... KİT’e dayanarak özel
sektör üretme çabası da... Devrimci ve gerekirci Kemalistin, “karma ekonomi...” Yâni
sentez mantığına uygun.
Bu gözlükle
bakınca, ekonomik bileşimi oluşturamadan, politik olarak azınlık diktasına
kalkışan DP’nin encâmını görmek kolay.
27 Mayıs
1960.
“Sivil-asker
aydın, Kemalist gençliğin” doruk noktası.
Ve “Kemalist
ekonomi-politiğin” doğasına uygun, bir Anayasa ile planlı “karma ekonomi...” Ve
altın bir demokratik döneme geçiş.
Ama halâ
kapitalist sınıfımız ya besleme, ya komprador... İşçi sınıfımız, atelye irisi
fabrikaları “mort sezon” denilen hasat zamanı, ücretsiz izinle kapattıracak kadar
köylüdür.
Yine de 1961
Anayasası sınıflaşmayı olmasa da, saflaşmayı yükseltmiş...30’lu, 40’lı
yılların soylu sendikacılarının tasfiyesiyle geliştirilen denetimli örgütlerin
yerini, bağımsızı almaya... Ve anında, patronlarla, Hükümeti kaygılandıran
girişimler başlamıştır.
OLEYİS’in
Yeşilköy’de başlattığı grev, ilk örnektir.
İşçi
kesimini olduğu kadar... Fenersiz yakalanan Hükümet ve işveren kesimini hemen harekete
geçirir.
İki
yıldır çıkamayan yasalar, bir grevin ardından çıkıverir.
Artık
ekonominin işçi kesimi grevli... İşveren kesimi lokavtlı sendikalaşma hakkına
sahiptir.
Ve her gösteri,
direniş, grev ve sözleşme toplumu etkilemekte... “Öncü sınıf” bilincini gün
günden artırmaktadır.
Memur, öğretmen
ve polisler de içinde kamu çalışanları bu ortamdan yararlanır. Sözleşme ve grev
hakları olmasa da, örgütlenir.
Ve 1961’de
13 Sendikacının kurduğu TİP, bu ortamda, Aybar başkanlığında aydınlarla buluşur.
1965 seçimlerinde çıkardığı 15 milletvekili 1 senatörle, 600 kişilik TBMM’nde
tek başına iktidar AP’ni de... Güçlü muhalefet CHP’ni de allak bullak eder.
İşçi sınıfı
oluşmasa da, ekonomi-politik öncülüğü başlamıştır.
Artık
sınıf sendikacılığının Türk-İş’te yeri yoktur.
Devrimci
İşçi Sendikaları Konfederasyonu-DİSK kurulur.
1968
Avrupası’nın Mayıs yelleri, dünya gençliğinin başında eser de... Türk gençliğinin
kavağında hışırdamaz mı ?
İstanbul
Üniversitesi işgal edilir.
“Sivil,asker,
aydın gençlik,” bir kez daha eyleme girişmiştir.
Dillerde
Kemalizmin değişmez,“kayıtsız koşulsuz egemenlik...” Ellerde bayraklarla
sopalar... İlk hedef Dolmabahçe kıyıları... İstanbul ziyaretindeki ABD denizcileri.
İleri !..
İktidardaki
AP’nin başı Sayın Demirel’le, CHP’nin başı -yeri ışık olsun,- İnönü, anında
hem öncü gençliği bastırmak... Hem “ulusal artığı” kaldırarak, “öncü
gençliği, öncü sınıfın umut ve disiplininde” yükseltecek TİP’i ilk seçimde
Meclis dışına atmakta anlaşır.
Operasyon
başarılıdır.
1969 seçimleri,
yaklaşık aynı oyu alan TİP’i 2 milletvekiline düşürür. Parti çalkalanır. “Öncü
gençlik,” ya yan tutma... Ya fazla itme yüzünden umutsuzluğa kapılır.
İşte tam
bu sırada... DİSK’in, işçi karşıtı bir yasayı protesto için, 16 Haziranda
düzenlediği gösteri... Haziranın 15’inde patlar.
Ve iki gün
boyunca, Türkiye İşçi Sınıfının varlık ve gücünü kör dilenciye gösterir...
Sağır sultana duyurur.
Ve sanırım
o günden bugüne, sürülen sefalar da... Çekilen acılar da, sınıfı bastırma
galatıyla... Öncülüğü de azımsayıp yerine geçme bühtanından kaynaklanır.
Benim
ayrışma dediğim, bu.
Hindistan
kastında parya ağzıyla kuş tutsa arya olamaz.
Eh çağdaş
kürede de, kapitalistleşme aslanın ağzında.
Ve sınıf
atlamak zor.
Bu nedenle
de her sınıf, kendisi için sınıf olmaya koşulu.
Elbette
15-16 Haziran öncesi sonrasıyla doğru düzgün incelenir. Gerekli dersler, gerektiğince
alınırsa.
Benden
şimdilik bu kadar.
Sabrınız
yetiyorsa, ileride yeniden tartışırız.
|