Emekçilerin 
Kurtuluşu
Kendi
Eserleri
Olacaktır.

                 
K. MARKS

 


TARİHİMİZE SORULAR (2)
Engin ERKİNER

            Yaşanmış sosyalizmin tarihi değerlendirilirken sosyalist demokrasi, leninist parti, bürokrasi üzerinde duruldu, duruluyor. Sosyalist ekonomi, bu ekonominin işleyiş sorunları üzerinde ise genellikle durulmuyor, ya da konu ancak tali bir olgu olarak ele alınıyor. Bunun nedeni, üretim araçlarında kamu mülkiyetinin özel mülkiyete göre daha hızlı bir gelişme sağlayacağının kabul edilmiş olmasıdır. Nitekim SSCB’de 1960’lı yıllara kadar da böyle olmuş, sonraki yıllarda ise durum tersine dönmüştür.

            Tarihimize sorularda özellikle sosyalist ekonomi üzerinde duracağız.

            Marksist sosyalizm tarihsel haklılığını üretici güçlerde kapitalizme göre daha hızlı gelişme sağlamak iddiasından alır. Toplumlar da tarihsel olarak üretici güçlerin gelişme düzeyine göre sıralanırlar. Üretici güçleri, diğer deyişle emek verimliliğini daha ileri boyuta taşıyabilen toplum, daha gelişmiş bir toplumdur.

            20. yüzyılda sosyalizm sürekli olarak emek verimliliğinde en gelişmiş kapitalist ülkelere yetişmek ve geçmek üzerinde yoğunlaştı. Bunu Lenin’den başlayarak bütün sosyalist önderlerin konuşma ve yazılarında bulmak mümkündür. Sosyalizm, üretici güçlerin gelişme düzeyinde kapitalizmden daha ileriye gidilmesi demekti. Bu yapılamadığında sosyalizmin yaşaması da mümkün değildi. Bu düşünce marksist sosyalizm teorisiyle de uyum içindedir.

            1956 yılından başlayalım. Bu yıl, SBKP’nin 20. Kongresi’nde Kruscev unlu bir konuşma yapar. Bu konuşmanın Stalin ve kişi putlaştırması yönü üzerinde fazlasıyla durulmuş, diğer yönü, yaşayan sosyalizmin 40 yıllık tarihinin değerlendirilmesi yönü üzerinde ise yeterince durulmamıştır. Kruscev, üretici güçlerin geliştirilmesinde sosyalizmin kapitalizmle yarışacağını ve onu geçerek tarihsel haklılığını ortaya koyacağını savunuyordu. Bunun için kapitalizmde mayalanmaya başlayan üçüncü bilimsel-teknolojik devrimde öne geçmenin yanı sıra (sanayi devriminin ilki 19. yüzyılda, ikincisi 20. yüzyılın başında gerçekleşmiştir), tüketim malları üretimine de daha fazla önem vermek gerekiyordu. Sosyalizm bu yarışı kazanacaktı, dahası, kapitalizmin yeni bir bilimsel-teknolojik devrimi yapabilecek, onu taşıyabilecek gücü de yoktu.

            1980’li yıllarda ortaya çıkan gelişmelerden sonra bugün bize garip gibi görünen bu iddianın, 1950’li ve 1960’lı yıllarda sadece sosyalistler tarafından değil, kapitalistlerin bir bölümü tarafından da doğru olarak kabul edildiğini belirtmek gerekir. Sosyalizm üretici güçlerin geliştirilmesinde kapitalizmi geçecekti. Bu iddianın temelinde SSCB’nin kısa sürede gerçekleştirdiği büyük sanayileşme yatıyordu. Ne ki, bu sanayileşme önemli sorunları da içinde barındırıyordu. SSCB’nin sanayileşme tarihine bu sorunları atlayarak yaklaştığınızda, sonraki tarihsel gelişmeden fazla bir şey anlamanız mümkün değildi.

            Öncelikle belirtmek gerekir: SSCB’de sosyalizmin kuruluşu, tek ülkede sosyalizmin kuruluşu değildi. Dünyanın altıda birini kapsayan tek ülke olmaz, dahası, SSCB de çok sayıda ülkeden oluşuyordu. Söz konusu olan büyük bir bölgede sosyalist kuruluştu. SSCB büyük insan ve hammadde kaynaklarına sahipti. Bu kaynaklar sıkı bir merkezi planlama altında bir araya getirildi. 1930’lu yıllarda SSCB sanayide ihtiyaç duyduğu modern makineleri özellikle ABD’den ithal etti. Dahası, bu yıllar, kapitalizmin 1929-1933 büyük ekonomik krizi nedeniyle kendi derdine düştüğü, daha sonra ise özellikle Nazi Almanyasıyla çelişkilerin yükseldiği yıllardı. 1918-1939 yılları arasında kalan ve Birinci Dünya Savaşının bitimiyle İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı arasında kalan kapitalizmin oldukça sıkıntılı ve çalkantılı dönemini en iyi değerlendiren ülke SSCB oldu.

            SSCB katı merkezi planlama ve üretim araçlarında kamu mülkiyeti temelinde bütün kaynaklarını merkezileştirerek seferber etti ve kapitalizmin en az yüz yıla gerek duyduğu dönüşüm 20 yılda gerçekleştirildi.

            Bu dönüşümün iç sorunları da vardı. Öncelikle önemli olan, emek verimliliği konusuydu. Dev bir ülke olan SSCB çeşitli sanayi malları üretiminde (demir-çelik, çimento, makine üretimi vb.) büyük aşama göstermişti. Ne ki, önemli olan bunların sadece büyük miktarlarda üretilmesi değil, verimli üretilmesiydi. 1950’li ve 1960’lı yıllarda SSCB yöneticileri çeşitli alanlardaki üretim miktarlarında ABD ile yarıştıklarını söylerlerdi. Doğruydu, büyük bir ülke olan SSCB büyük üretim yapıyordu, bu önemliydi. Önemli olan bir başka nokta ise bu üretimin daha az hammadde, daha az enerji, daha az emek gücüyle yapılması yani verimli olarak yapılmasıydı. Bu ise teknolojik gelişme düzeyiyle ilgiliydi. Sosyalizm, yaşanmış olan büyük gelişmeye karşın, emek verimliliğinde kapitalizmin düzeyine ulaşamamıştı. Kapitalizme yetişip onu geçmek ise özellikle emek verimliliğinde yetişip geçmek anlamına geliyordu. Üretici güçlerin gelişme düzeyini belirleyen sonuçta emek verimliliğinde ulaşılan düzeydi. SSCB emek verimliliğinde kapitalist ülkelerle arasındaki farkı azaltmış, onlarla aynı düzlemde yer alacak kadar gelişmiş, ama henüz onların düzeyine ulaşamamıştı.

            SSCB bir sanayi ülkesine dönüşmüş ve 1950’li yıllara gelindiğinde İkinci Dünya Savaşı’nın ülkede yarattığı büyük tahribat önemli oranda giderilmişti. Bu süreçte katı merkezi planlamanın, büyük bir ülkede kaynakların tek merkezden yönlendirilmesinin büyük payı vardı. Burada gözden kaçırılmaması gereken, sağlanmış olan büyük gelişmeye karşın, sosyalist ekonominin emek verimliliğinde henüz kapitalizm düzeyine ulaşamamış olmasıdır.

            Sonraki yıllarda bazı sosyalist ekonomiciler SSCB’nin yaşadığı süreci “yaygın bir sanayileşme ama derinlemesine gelişmiş bir sanayileşme değil” diye değerlendireceklerdi. Bu sanayileşme sağladığı büyük başarıların yanında büyük gelişme sorunlarını da beraberinde getirmişti. Bunların başında SSCB ekonomisinin esnekliğe sahip olmaması ve üretici güçlerin gelişmesinde önemli bir atılım sağlayacak mikro elektroniğin gerekli kıldığı dönüşümü gerçekleştirememesiydi.

            Gelecek yazıda 1960’lı yıllarda başlamış bu konudaki tartışmalara gireceğiz.

 

 

 

sayfa başına dön