|
|
GERİYE DOĞRU ÇÖZÜLME
Ergin YILDIZOĞLU
Her çelişki her
zaman ''ileri'' doğru, ''yeni'' biçimler yaratarak
''çözülmüyor'' ; Hegel 'in işaret ettiği gibi, kimi durumlarda,
''geriye doğru'' bir çözülme, eski biçimlerin yeniden karşımıza
çıkması da olanaklı.
Marx ''Ya
sosyalizm ya barbarlık'' derken tam da buna işaret etmiyor muydu?
Ulus-devlet etnik ve dini kimliklerin, sınıfsal kimlikler de ulusal
kimliklerin aşılması anlamına geliyordu. Yeniden etnik, dini, ulusal
kimliklerin güçlenmesine tanık olmuyor muyuz? ''Küreselleşmenin''
vaat ettiği kültürel kaynaşma, barış yerine, karşımızda ulusal, etnik,
dinsel çatışmalar, savaşlar, sömürgecilik yok mu? Dahası, 15 yıl içinde
''yeni dünya düzeni'' , yerini çoktan eski bildik jeopolitiğe,
güçler dengesi ortamına bırakmadı mı? Ancak bu kez sürpriz bir
''gelişme'' de söz konusu: Yeniden başlayan bir nükleer silahlanma
yarışı, uzayı da kapsamaya başladı.
'Kıyamet,
yakında...'
Kennedy ve Johnson
yönetimlerinde savunma bakanlığı, Dünya Bankası başkanlığı yapan Robert
McNamara , Foreign Policy dergisinin mayıs/haziran sayısındaki ''Apocalypse
Soon'' (Kıyamet, Yakında...) başlıklı yazısında, Bush yönetiminin
nükleer silahlar geliştirmeye ve denemeye yönelik politikalarının
uluslararası nükleer silahlanma yarışını hızlandırdığını, böylece
nükleer silahların teröristlerin eline geçme olasılığını güçlendirdiğini
ileri sürdü. Geçen hafta bazı gazete haberleri ''soğuk savaş''
dönemini çağrıştırıyordu. Örneğin, Financial Times'ın aktardığına göre,
Washington'daki Rus konsolosluğundan üst düzey bir görevli, Vladimir
Yermakov , ''Uzayın Askerileştirilmesi'' konulu bir konferansta,
''ABD'nin uzaya silah yerleştirmeye kalkması halinde, Rusya'nın bunu
engellemek için zora başvurabileceğini'' söyledi (19/05).
Yermakov'un sözleri
birçok olguyu birden içeriyor: Birincisi, ABD'nin ''full spectrum
dominance'' (bütün alanları kapsayan hâkimiyet) stratejisi uzayı da
kapsamı içine alıyor. İkincisi, Rusya ve Çin bu stratejiye tepkisiz
değiller, gözlerimizin önünüzde yeni bir silahlanma yarışı gelişiyor.
Üçüncüsü, bu silahlanma yarışı, salt yarış olarak kalmayacak, güç
kullanımını da içerebilecek. Dördüncüsü, Rusya ve ABD arasındaki nükleer
silah dengesi, hâlâ dünyanın sonunu getirecek bir düzeyde duruyor.
Beşincisi, ABD'nin Nükleer Silahların Yayılmasını Engelleme Anlaşması 'nın
İran'a tanıdığı yasal hakları yok sayma eğilimi, diğer ülkeler açısından
da anlaşmayı işlevsizleştiriyor. Böylece nükleer silahların üretimine,
denenmesine ve denetimine ilişkin tüm uluslararası kurumların hızla
çökmekte olduğunu görüyoruz.
Washington'daki
Savunma Bilgileri Merkezi (Defence Information Centre) Direktörü Theresa
Hirtchens , ''Yeni bir ulusal uzay politikası belgesinin iki hafta
içinde (Bush tarafından-E. Y.) imzalanacağını'' söylüyor (UPI,
18/05/05). Hitchens'a göre yeni politika, Clinton döneminde uzayın
yalnızca istikrar sağlama amacıyla (gözleme, izleme vb.) kullanılmasına
izin veren savunma politikasını tümden değiştirecek. Böylece, ''2001
Dört Yıllık Savunma Gözden Geçirme Raporu'' , Hava Kuvvetleri'nin
''Vision 2020'' , ''USAF'' , ''Uzay Operasyonları''
gibi projelerinin bir uzantısı olarak uzayın kitle imha silahları da
dahil silahlandırılması programa alınmış oluyor (Financial Times 20/05).
Harvard'dan uzay
silahları uzmanı Hui Zhang 'e göre Çin de ''uzayın silahlanmasını
engellemek için şimdilik diplomatik yolları deniyor. Ancak bu yolların
tükendiği noktada bu tehlikeyi etkisizleştirmek için her türlü tedbiri
alacaktı'' (Financial Times). Çin Dışişleri Sözcüsü Guang Kong da
Zhang'in bu öngörüsünü doğrulayan bir açıklama yaptı (AFP, 19/05). The
Asia Times, Hindistan'ın da hızla uzay yarışına katılmakta olduğunu
bildiriyor. Hindistan, 11. uzaktan izleme uydusunu başarıyla yörüngeye
oturtmuş. Asia Times, Hindistan'ın füze, uzay ve nükleer silahlar
programlarını entegre etmekte olduğunu da aktarıyor (20/05).
'II. Soğuk Savaş'
Önümüzde açılmakta
olan dönem, salt ''Soğuk Savaş'' ı anımsatmakla kalmıyor, çok
daha geride kaldığına inandığımız dönemlerin de izlerini taşıyor.
1990'ların başında ''Yaklaşan Anarşi'' başlıklı yazısıyla dikkat
çeken Robert Kaplan' ın The Atlantic Monthly'nin son sayısındaki
''Çin'le Nasıl Savaşırız'' başlıklı araştırması, ''Devletsiz
teröristler güvenlik boşluklarına dolarken Çin de ekonomik boşlukları
doldurmaya başladı...'' , uluslararası alanda ''dolaylı
etkilemenin ustası oldu'' sözleri de soğuk savaş öncesi biçimlerin
geri gelmekte olduğuna ilişkin saptamamı destekliyor.
Kaplan, Çin'in
ekonomik nüfuz alanını g enişletirken ordusunu modernleştirmeye devam
ettiğini, denizlere açılmaya başladığını, bu sürecin onu eninde sonunda,
PACOM (ABD Pasifik Ordu Komutanlığı) etki alanına sokacağını, böylece de
on yıllar sürecek bir II. Soğuk Savaş döneminin başlayacağını ileri
sürüyor.
Ancak ABD'nin, Kuzey
Kore ve ''terorizmle savaş'' alanlarında Çin'in desteğine,
ekonomik dengeleri açısından da Çin piyasasına ve Çin'den aldığı
borçlara gereksinimi olması, bir Wall Street Journal yorumunda endişeyle
vurgulandığı gibi ''çok hassas bir denge yaratıyor'' . Ayrıca
yukarıda, uzayın silahlandırılması bağlamında değindiklerimin yanı sıra
ABD-Avrupa çelişkileri, Latin Amerika'da yaşanan (geçen hafta
aktardığım) gelişmeler, International Herald Tribune'ün de değindiği
gibi Çin ve Japonya arasındaki ekonomik (ve enerji alanındaki) rekabetin
siyasi, ideolojik ve askeri alanlara sıçrayarak, giderek kontrolden
çıkmakta olması (20/05), nihayet radikalleş(tiril)miş siyasi İslam
bağlamında harekete geçirilen dinamikler II. Soğuk Savaş senaryosunu
daha da karmaşıklaştırıyor.
Radikalleş(tiril)miş
siyasal İslam bizi de doğrudan ilgilendirdiği için ayrıca önemli.
Müslüman kitlelerin dini/siyasi önderleri, yine Batı tarafından
geliştirilen ''uygarlıklar çatışması'' söylemini (özgün ve tarihsel
hakları olan bir uygarlık olma fantezisini) aceleyle benimsemiş olmanın
bedelini gittikçe daha edilgenleşerek, tepkici konuma indirgenerek
ödemeye devam ediyorlar. Geçen günlerde, Newsweek'in, kutsal kitabın
hakarete uğradığına ilişkin bir haberiyle başlayan tepkiler, Müslüman
kitlelerin ruh halinin, çok kolaylıkla provokasyona getirilerek
tepkileri şekillendirilebilecek bir noktaya ulaştığını bir kez daha
kanıtladı. Bu iklimde, geçen hafta Yalçın Doğan' ın köşesinde aktardığı,
''Endülüs'ten Rusya'ya 40 milyondan fazla insanı örgütlemek amacıyla
kurulan Avrupa Müslümanlar Birliği'' de Batı'nın ''Doğu'yu''
denetleme, etkileme aracı olmaya, ayrıca ABD ve Avrupa arasında bir
başka rekabet, dolayısıyla provokasyonlara uygun ve verimli bir tarla
olmaya aday.
Bu madalyonun öbür
yüzünde de dünyanın İsa yanlılarıyla karşıtlarının kutsal topraklarda
son hesaplaşma (Armageddon) anının hızla yaklaşmakta olduğuna inanan
Hıristiyan radikalizmi (Evanjelik sektler) ve bundan destek alarak
güçlenen Yahudi köktendinciliği var. Evanjelik ve Yahudi sektlerin
Bush ve İsrail yönetimleri üzerinde güçlü etkisi, Katoliklerin
başına Müslümanlarla diyaloğa sıcak bakmayan bir papanın günlerce dünya
TV kanallarını ve gazetelerini işgal eden büyük bir uluslararası gösteri
ve şamatayla seçilmiş olması da durumu çok daha korkutucu bir hale
getiriyor.
|
|
|